|
Zaman
Yolculuğunu
Araştırma
Merkezi
© 1998 Cetin BAL - GSM:+90 05366063183 -Turkey/Denizli
Dünya'nın İçindeki Dünya: Agarta
Yazar: Hasan Sonsuz Çeliktaş
Sayfa 1 of 4
Agarta’nın Öyküsü
Agarta ismini, Batıda ilk
defa 19. yüzyılda Saint-Yves d’Alveydre kullanmıştır. Bu ilginç okultist,
Orta Asya manastırlarına mensup inisiyeler ile görüşme imkânı bulmuş ve bu
görüşmeler sırasında öğrenmiş olduğu bilgileri "Hind'in Misyonu" adlı
kitabında biraraya getirmiştir. Onun ardından, Fransız konsolosu olan
Jacoliot "Hint'teki Tevrat adlı eserinde, teozofinin kurucusu olan H. P.
Blavatsky’de "Gizli Doktrin ve Gün lşığına Çıkarılmış İsis" adlı eserinde
Agarta'yı tekrar gündeme getirmişlerdir. Bir süre sonra konuyu bu kez Rene
Guenon ele almıştır ve onun belirttiğine göre: binlerce yıl önce cereyan
etmiş olan bir tufan, o sıralarda bugünkü Gobi yöresinde yer almakta olan
çok gelişmiş bir uygarlığı yerle bir etmiştir. Bu yörede yaşamakta olan ve
"Öteye Ait Zekâların Oğulları" diye anılan ruhsal bilgeler, tufan
sırasında, Himalayalar’ın altında yer almakta olan muazzam bir mağara
şebekesine sığınmışlardır.
Agarta konusuna ilişkin en
eksiksiz ve en şaşırtıcı bilgileri gün ışığına çıkaran kişi Ferdinand
Ossendowski olmuştur. O, yolculukları sırasında birçok lama manastırında
konaklamış ve oralarda ilk elden sağlamış olduğu bilgileri daha sonra yani
1924'de yayınlamış olduğu "Hayvanlar, İnsanlar ve Tanrılar" adlı eserinde
biraraya getirmiştir. Kaldığı manastırlarda Ferdinand Ossendowski' ye, altı
bin yıldan da fazla bir zaman önce, kutsal bir insanın bütün bir oymakla
birlikte muazzam bir mağarada kayıplara karıştığı ve orada, yitip gitmiş bir
bilim yardımıyla, Agarti adlı bir yeraltı krallığının temelini attığı
anlatılmıştır. Bu krallığın tahtında, tabiatın bütün güçlerini tanıyıp
bilen, insanların gönüllerini ve yüce kader kitabını okuyabilecek kudrete
sahip bulunan Dünya Kralı oturmaktadır. Gözle görülemez yapıda olan bu kralı
emirlerini icraya her an hazır durumda bulunan sekiz yüz milyon insana
hükmetmektedir.
Kimilerine göre, dünyanın
tüm yitik geçmişi, yitik kıtalara indirilmiş dinler ve öğretiler Agarta
arşivlerinde kayıtlıdır. Dünyadaki birçok mistik öğretinin kaynağında Agarta
yatmaktadır. Mağaralarda inzivaya çekilen bilgelerin ve toplulukların
Agartalılarla ilişki kurdukları ileri sürülür. Rene Guenon’a göre bu durum
en çok, Türkler’in yaşadığı Orta Asya’da görülmektedir. Kimi yazarlara göre,
Göktürk, Uygur, Hun masallarındaki, “ataların kutsal mağaraları” ve bir
mağaradan geçerek ulaşılan “gizli ülke” inanışında Agarta’nın sembolizmi
bulunmaktadır.
Agarta'nın dört girişi olduğu iddia edilir: Bir tanesi Gize' deki Sfens' in
pençeleri arasında, diğeri Saint-Michel Tepesi' nde, bir üçüncüsü
Broceliande Ormanı' ndaki bir yarın içinde ve ana kapı da Tibet' teki
Şamballa' dadır. Kimi kaynaklarda bir giriş kapısının, Anadolu’da, Kapadokya
bölgesinde olduğu söylenmektedir.
Sayfa 2
of 4
Agarta’yı Dünyaya Anlatan Türk
Ömer Sami Ayçiçek, 1994 yılında yazdığı “Agarta” serileriyle tanınan, belki
de ülkemizde bu konudaki en yetkin isim. Kendisinin 12’si yayınlanmış 70
kitabı mevcut ve 30 yıldır tasavvuf ve parapsikolojiyle ilgili çalışmalar
yapmakta. Agartalılarla bağlantı kurduğu ve bu bağlantı esnasında
öğrendikleri “Agarta” kitap serilerinde okurlara sunuluyor.
Ömer Sami Bey, Agartha nedir?
Agartha, Kur’an’da “Dabbet-ül arz” olarak da geçen bir ademiyettir. Şu anda
dünya üzerinde yaşayan insanlıktan önce yaşamışlar ve sonra da yeraltına
çekilmişlerdir. Bu çok yüksek uygarlık zamanı geldiğinde kendini insanlığa
tanıtacaktır. Tasavvuf’ta da bilinirler. Elmalılı’nın çevirisinde “Dabbet-ül
Arz”, insanlık olarak değerlendirilmiştir mesela. Bu da bu bilginin aslında
hep bilindiğine dair bir göstergedir
Agarta nasıl bir uygarlıktır biraz bahsedebilir misiniz?
Agartalılar yeraltına inmişler ve orada yaşıyorlar. Ama yeraltında yaşama
bizim düşündüğümüz şekilde ilkel değil. Nasıl olsun? Onlar medeniyet olarak
bizden çok ileride. Yeraltının, yerüstünün ve uzayın nimetlerinden
yararlanıyorlar. Yiyeceklerini yeraltında yetiştiriyorlar. Ama aynı Güneş’
ten bizden çok daha fazla yararlanıyorlar. Et yemiyorlar. Aynı hayvan
türleri onlarda da var. Güneş onlar için de, bizim için de aynı yerden doğup
batıyor. Göz ile görünebiliyorlar ama kendilerini insanlardan gizliyorlar.
Başka gezegenler ile ilişki içindeler. Yönetimleri bir "Üstatlar Meclisi" ne
bırakılmış. Onlar ise gerçekten çok değerli varlıklar ve hatasız
çalışıyorlar. Alabildiğine özgürler. Bedenleri bizimki ile hemen hemen aynı
ama hastalıklı değil, hastalanmıyorlar ve çok uzun süre bedenlerini genç
tutabiliyorlar. Bizim tarihimizi en ince noktasına kadar biliyorlar ve çok
güçlü bir bilgi merkezleri var. Dünyada büyük değişim gerçekleştiğinde
bizimle irtibata geçecekler ve yeni düzenin kurulmasında bize yardımcı
olacaklar.
Peki Agarta’nın örgüt olduğuna dair söylenenlere ne dersiniz?
İnsanlığın bilgeliğini korumaya dayalı bazı örgütler mevcuttur ve böyle bir
örgüt kendine ad olarak Agarta’yı seçmiş olabilir. İnsanlık tarihi boyunca
varolan bir bilgidir bu ve isim olarak seçilmesi de mümkündür. Ama Agarta
aslında bir örgüt değil, bir yüksek uygarlıktır.
Ergenekon Efsanesi ile Agarta’nın bağlantısı var mıdır?
Türklerin dünyaya geliş sebeplerinde Ergenekon’un rolü vardır. Destanda
gerçeklik payı vardır yani. Aynı zamanda da Türk milletinin Agarta ile
birebir bağlantısı vardır ki zaten Agarta Uygarlığı’nın tanıtımı görevi
Türklere verilmiştir.
Son cümlenizi biraz daha açabilir misiniz?
Kur’an’ın “Nurla tamamlanmış dünya” dediği çağa yani barış dolu bir dünya
oluşumunda Türkler ana vazifeli millet. Bu noktada Türkler, Agartalılarla
birlikte çalışıyor. Türkler de, Agartalılar da bu yeni dünyanın
yaratılmasında görevliler.
Sayfa 3
of 4
Agarta sembolik bir anlatımdır.
İ.Tibetli, Agarta konusunda en çok veriye sahip olan
www.agarta.org
sitesinin kurucusu ve bu konu üzerine yıllardır çalışan bir isim.
Sayın İ. Tibetli, Agartha sizce nedir? Gerçekten dünyanın içinde yaşayan bir
ileri uygarlık var mı, yoksa bu bir gizli örgüt mü? Düşünceleriniz nedir?
Bana göre Agarta kavramı daha çok sembolik bir anlam çeşitli mitolojilerde
adı geçen "ulaşılmayan yer", "yeraltı uygarlığı" gibi kavramlarda da buna
değiniliyor yani mitolojik hikayelerde oraya ulaşabilenler, hep kalbi temiz
olanlar, kendini tanıyanlar olurdu. Aslında bakarsanız "yeraltına inmek"
kavramı sembolik olarak "insanın kendi içine inmesi, kendini bulması
anlamındadır". Şimdi gelelim örgüt olup olmadığına daha çok yakın zamanlarda
batıda yaşamış olan ve çeşitli mason ve gül-haç grupları ile bağlantılı olan
mistik düşünürler "Agarta" kavramını örgüt gibi kullanmaya başlamıştır, ama
milattan öncesine dayanan mitolojik "Agarta" kavramı, eskiden örgüt olarak
hiçbir zaman geçmemiştir.
Agarta ile Ergenekon arasında bağlantı olması mümkün müdür?
Ergenekon destanında bir şehirden bahsedilir. Eski Türk halkının büyük bir
düşmandan kaçması sonucu burayı bulduğu söyleniyor yanılmıyorsam. Orada
yıllar boyu yaşayıp sonra tekrar çıkmışlar. Aradaki tek benzerlik bu bana
kalırsa. Yani Agarta da ulaşılamayan bir yermiş, Ergenekon da o zaman sadece
o halk tarafından bilinen bir bölgeymiş.
Sayfa 4
of 4
Erhan Altunay, derKi'de paganizm ve özellikle de komplo teorileri üzerine
yazılarından tanıdığımız, özellikle de mitolojiler ve sembolizm konusunda
uzman bir isim. Agarta konusunda da Türkiye’de önde gelen uzmanlardan.
Sayın Altunay, Agarta nedir?
Öncelikle Agarta'nın ne olduğunu ve ne olmadığını tartışmak gerekir. Agarta
bazı yazarların söz ettiği bir efsanevi "yeraltı krallığı"dır. Aslında
Agarta efsanelerini farklı bir gözle görmek gerekmektedir. Pagan kültüründe,
insan, yeraltı ve gökyüzü dünyası arasında bir nevi "Orta Dünya" bulunur.
Gökyüzü her zaman belli bir düzeni ile tanrısallığın en uç göstergesi olmuş
ve bizim inançlarımızı etkilemiştir, yeraltı dünyası ise her zaman gizemini
korumuştur. Öte yandan, insanoğlu her zaman gökyüzü ile olduğu gibi yeraltı
dünyası ile de ilişkiye geçmek istemiştir. Bunun için yeraltı mitleri bu
ilişkiyi kurmuştur. Bir taraftan dilimizde de yerleştiği gibi, göz önünden
uzak durmak isteyen toplulukların "yeraltına" indiğinden söz edilmektedir.
Aslında bu "yeraltına " iniş çok eski zamanlardan beri uygulanan bir
yöntemdir. Mitra dini, ilk Hıristiyanlar vb. kendilerini hep yeraltında
koruyabilmişlerdir. Bunun anısını da Anadolu'daki yeraltı şehirleri yaşatır.
Bugün mafya gibi oluşumlar için de yeraltı deyimini kullanırız
Agarta gizli bir örgüt müdür?
Değildir. Agarta ile ilgili spekülasyonlara girmeden önce Ergenekon ile olan
alakasına bakalım. Ergenekon son zamanlarda yaşanan en ilginç olaylardan
biri. Eğer bu olayın gelişmesine dikkatle bakarsak, müthiş bir kurgunun
içinde buluruz kendimizi. Aslında "dalga dalga" yayılan bu "soruşturma" çok
iyi bir kurgulanmış bir dezenformasyon ya da bilgi kirliliği kampanyası
haline geldi. O kadar büyük bir bilgi kirliliği yaratıldı ki halk, aslında
gizli kalması gereken bir soruşturmada neyin nereye uzandığını anlayamadı ve
son 10 yılın önemli olayları arasından her türlü komplo teorisine açık bütün
olaylar seçilerek buraya monte edildi. İktidar da boş durmadı ve aslında
"kendi dışında " gelişen bu olaya muhaliflerini de katmayı ihmal etmedi. Bu
karışıklığın içinde Agarta'nın yer alması da çok doğal geliyor çorbaya tuz
anlamında. Ama Agarta'nın geçmişine baktığımızda hep bu tür spekülasyonların
içinde yer aldığını görürüz. Özellikle insanların "üstadlar" tarafından
yönetilmesi ile ilgili komploların adında hep Agarta adı geçmiş hatta 1966
yılında İstanbul'da gizli bir Agarta toplantısı" yapıldığı da söylenmiştir.
Bu bağlamda bakarsak, bilgi kirliliğine dayanan ve aslında demokratlık adı
altında bazı güçlerin faşizmini güçlendiren bu davada verilen çok ince bir
mesajdır da Agarta.
Sizce nedir o mesaj?
İşte o mesaj önemli Bir dönem Saadettin Tantan, bir operasyona
"Tapınakçılar" demişti. Bu bir mesajdı. Agarta da öyle. Yeraltı egemen
güçlere karşı bir mesaj bu Aslında Ergenekon soruşturmasının da amacını
anlatıyor bence. Bunun arkasında hükümeti bile aşan müthiş bir kurgu mevcut
olabilir, belki de Ortadoğu'da çıkarılması planlanan bir savaş ile
alakalıdır.
Bazı kadim kaynaklarda, zamanı geldiğinde yeraltındaki Agarta Uygarlığı'nın
insanlıkla tanışacağı ve barış dolu bir dünyanın kuruluşunda yardımcı
olacağı yazıyor. Ama tabii buna engel olmaya çalışan güçlerin de var olacağı
ve bir nevi aydınlık karanlık çatışması yaşanacağı söyleniyor. Kastettiğiniz
bu mudur?
Evet bazı kaynaklarda bunun geçtiği doğrudur, ancak bir çok kaynak Agarta
ile ilgili ezoterik oluşumlardan ve üstatlardan söz eder. Dünya barışı için
uğraşmakta olan gruplara bir gönderme var burada kesinlikle. Ama eğer bu
dezenformasyon başarılı olursa; kimse kendini güvende hissetmeyecek. Hükümet
de zaten kapatma davası ile meşgul yani bir yığın demokles kılıcı sallanıyor
her yerde ki, Türkiye bir kirli savaşta yer alsın.
Agarta &
Şamballa...
"Shambhala" (Şambala), "Dünyanın Kalbi", "Yüce Ülke", "Bilgeler Ülkesi" gibi
çeşitli adlarla belirtilen Agarta, teozofik ve ezoterik kaynaklara göre,
önceki devrenin sonlarına doğru Mu ve Atlantis'ten göç eden bilim-rahipleri
tarafından kurulmuş bir organizasyondur.
Önceleri beşeriyetle açık temas halinde olan bu organizasyon, bu devrenin
koşullarından ötürü gizlenme gereği görmüş ve ikâmet yeri olarak
birbirlerine tünellerle bağlanan, dağlar içindeki yeraltı kentlerini tercih
etmiştir.
Agarta, dünya insanlığının tekamülünde sorumluluk sahibidir. İlahi
Hiyerarşi'ye hizmet eder. Dünyanın Efendisi ve "Kutup" olarak ifade edilen
ve "Brahatma" veya "Brahitma" adıyla belirtilen Agarta'nın lideri, Dünya'yı
sevk ve idare eden İlahi Hiyerarşi'nin fizik alemdeki temsilcisidir.
1912'de Müslüman olduktan sonra Abdül Vahid Yahya adını alan; ezoterik,
okült ve mistik konularda çok sayıda yapıtı bulunan Fransız asıllı Mısırlı
düşünür ve yazar Rene Guenon'a göre tradisyonlarda "Kutsal Dağ", "Dünyanın
Merkezi" olarak ifade edilen yer, O'nun mekânıdır. Kimilerine göre, dünyanın
tüm geçmişi, yitik kıtalara indirilmiş dinler ve kozmik öğretiler, Agarta
arşivlerinde kayıtlıdır ve birçok peygamber (Musa, İsa), dinlerini kurmadan
önce, bu arşivleri incelemişlerdir ki, bazıları burada 'inisiyasyon'dan da
geçmiştir.
Agarta'nın yeryüzüne açılan 7 (kimi kaynaklara göre 4) ana çıkış noktası
bulunmakla birlikte, mağaralarda inzivaya çekilen bilgelerin ve mağaralarda
etkinliklerini sürdüren bazı inisiyatik toplulukların Agartalılar ile ilişki
içinde oldukları ileri sürülür.
Rene Guenon'a göre bu durum, en çok, Türklerin yaşadığı Orta Asya'da
görülmektedir. Kimi yazarlara göre, Göktürk, Uygur ve Hun masallarındaki,
"ataların kutsal mağaraları" ve bir mağaradan geçilerek ulaşılan "gizli
ülke" inanışında Agarta'nın sembolizmi bulunmaktadır. Tibet tradisyonlarına
göre, Agartalılar şimdiki devrenin sonunda dışarı çıkacak ve Agarta'nın
lideri yeryüzündeki menfiliği yenecektir.
Agarta, bir eksik ya da fazla harfi olmadan Abhazca/Abazaca'da 'Götürülecek
Yer' anlamına gelmektedir.
En eski yazıtlara göre Shambala, “Badh Gayaren”in (Kuzey Hindistan’da eski
budist kutsal bir yer) kuzeyinde saklıdır. Shambala’nın yeri Tibet
manastırlarında yüzyıllardır tartışılıyor. Düşünceler o kadar farklıdır ki,
bazı Lamalar Shambala’nın yerini Kuzey Tibet olarak belirlerken diğerleri
Kuzey Kutbu olarak dahi gösteriyorlar, hatta New York bile aday olarak
gösteriliyor. Shambala’nın normal gözle görülüp, görülemediği, en önemli
tartışma noktalarından biridir. . .
96 prensliği olduğu söylenen saklı ülke için dünyada gizli bir yer olduğu ve
Lotus çiçeği şeklindeki bir dağ zinciri şeklinde olduğuna inanılıyor. Ama
uydu araştırmalarına göre böyle bir yerin var olmadığı bilinmekte.Manastırcı
Budistler ,Shambala’nın dünyada bulunduğu düşüncesindeler. Buna karşı Halk
Budizm’in yandaşları ise, Shambala’nın tanrıların oturduğu gökyüzünde
olduğuna inanıyorlar.
Tibet’te bugün dahi Shambala’ya giden yolu tarif etmeye çalışan “Rehberler”
vardır. Ama bunu öylesine anlaşılmaz bir şekilde yaparlar ki, bu tarifleri
takip etmek neredeyse imkansız olur. Yol anlatımları genelde Tibet’in ve
Kuzey Hindistan’ın bilinen yerlerinde başlayıp, kuzeydeki bilinmeyen
bölgelere gider. Yalnız tümü şaşırtıcı ve inanılmaz bir ayrıntıda uyum
sağlarlar: Sonuçta her rehber, geziyi yapanı yola sadece havadan devam
edebileceği bir yere götürür. Gezi orada kalır ve sürdürülemez.
1557 de bir Tibet’li prens tarafından yazılan bir şiirde gizem doludur:
“Yüceler, seni ondan sonra altın müzikle birlikte omuzlarına çıkaracaklar ve
seni pamuk gibi dağ zincirlerinin üstünden taşıyacaklar. Onların mucize
güçleriyle şemsiye gibi havada uçaçaksın ve kartallar bile utanacak.”
Tibet kehanetlerine göre bir gün “kötü bir ruh” gelecek ve “Barbarlara”
(Barbarlar Kalcahra ibretine yani bir anlamda şeytanın egemenliğine
inanmayan insanlardır) güçlü dünyalı olmadıklarını açıklayacaklardır, çünkü
Shambala imparatorluğu vardır. Bazı Lama’ların düşüncelerine göre Barbarlar
ellerindeki teknik araçlarla Shambala’nın var olduğunu öğrenebilirler veya
oraya gidebilirler. Ama bu kehanete göre önce huzurlu bir anlaşma
yapılacaktır; Shambala’da hükümdarlığını sürdüren Kral Rudra Çakrin istila
edenleri karşılayacak ve onların başkanına egemenliği birlikte sürdürmeyi
teklif edecektir. Ama kısa bir süre sonra Barbarların kralı egemenliği kendi
eline geçirmeyi çalışacak ve uçan araçlarıyla Shambala’ya saldırarak havada
bir savaş başlatacakdır. Ama Barbarlar başarılı olamayacaklar çünkü Rudra
Çakrin onları yıkmak için savaşacaktır. Kehanetlerde şunlar belirtilir:
“Sonunda Kral Shambala’dan barbaları yok etmek için çıkacak ve aşağıya
inecektir”. Bazı Lama’lara göre Kral bir başka dünyadan bizim dünyamıza
gelecektir, çünkü “Jambudvipa” denen o yer, onların gözünde bütün bir dünya
veya gezegendir, sadece bir kıta veya bölge değildir. Bu son savaşdan sonra
ise bir “Demir tekerlek” gökyüzünde belirip düşecek ve Rudra Çakrin’in
egemenliğinin başlangıcı belirtecektir. Bu nedenle ona “Tekerlekli çılgın”
adı da verilmiştir. Bazı Yogi’ler bu tekerleği gördüklerini iddia ederler ve
hepsi aynı şeyi anlatır: Tekerlek bir eve”yaklaşır ve bu ev bizim
gezegenimizdir.
AGARTA'NIN TAHMİNİ YERLERİ:
1. GOBİ ÇÖLÜ: Teosofistler ve kurucuları Madam Blavatsky´ye göre, antik bir
Hint yazıtı olan Karma Purana´da Şamballa, kuzeydeki denizde bulunan bir
adadadır. Ve Gobi Çölü eskiden bir iç denizdi.
2. AMU DERYA: Macar düşünür Körös, Şamballa´yı Amu Derya ırmağının kuzeyinde
bulunuyordu.
3. BELOVODYE: 1923´de Kokushi Dağları´na bir araştırma gezisi yapıldı ama
geri dönen olmadı.
4. KUN LUN: Çin Mitolojisi´ne göre Şamballa, Kun Lun Dağları´nın buzlu
zirveleri arasındadır.
5. TABU ÜLKESİ: Taoist Mitoloji, dünyanın en güzel yerinin Tabu Ülkesi
olduğunu belirtir. Bu yer Tibet ile Szechwan arasındadır.
6. TARIM IRMAĞI: İtalyan Tibetolog Guiseppe Tucci´ye göre Şamballa ırmağın
doğduğu bölgededir.
7. TASHİ LHUMPO MANASTIRI: Efsanenin doğuş yeri kabul edilen bu manastır
bilindiği kadarıyla 1447´de kurulmuştur ve Kalacahkra bilgeliğinin
merkezidir yani bilinmeyen uygarlıkların ve dönemlerin...
8. ALTAY DAĞLARI: Geoffrey Ashe´a göre, Şamballa için en uygun yer
Altaylardır. Yazara göre Orta Doğu ve Yunan Mitolojileri bunu
belirtmektedir.
9. MOĞOLİSTAN: "Şamballa´nın Kırmızı Yolu" adlı eserde, Şamballa´nın girişi
Moğolistan sınırındadır.
10. HUMBOLD DAĞLARI: Nicholas Roerich ekibiyle beraber bu bölgede araştırma
yaparken, bir UFO görmüştü, çok büyük ve güneş kadar parlak, diyordu ve tüm
ekibin gördüğü dev UFO dağların arasında kaybolmuştu. Ayrıca Roerich´e
Darjeeling-Ghuan´da bulunan bir yolda Ghum rahipleri Şamballa´lı olduğunu
söyledikleri bir Lama ile tanıştırmışlardı.
Ayrıca Tibet´in başkenti Lhasa´nın ve Türkistan´daki Turfan kentlerinin
altında Şamballa´ya giden tüneller olduğu iddia edilmektedir.
İngiliz dağcı Frank Smythe ise, Himalaya Dağları´nda 9000 m. yükseklikte iki
büyük UFO gördü, dağcı UFO´ların dağların içine girdiğini iddia ediyordu.
James Hilton´a göre ise, Şamballa veya Shangri-La kesin Himalayalar´dadır.
Bir diğer iddia ise, 1900´lerin başında nedeni bilinmeyen atomik bir
patlamanın olduğu Sibirya´daki Tunguska´nın Şamballa olduğudur.
AGARTHA
Hint, Tibet ve Moğol tradisyonları ve gelenekleri yerin oldukça altlarında
saklı ve dünyanın bütün kıtalarında bulunan gizli girişli tünellerle
yaklaşılan ve dünyanın okült yönetimini tüm kudret ve bilgeliğiyle elinde
tutan Agarta ve onun reisi Dünyanın Kralı' ndan söz ederler. Agarta
yeryüzünde yer kürenin içinde, hepimizin yakınında durmaktadır. Onun varlığı
bilinir çünkü bizim onu unutmamıza fırsat kalmaz. O kendini sık sık
hatırlatır ama onu iyice tanımak için uzandığımızda Agarta kendini hemen
geriye çeker ve kalın bir sis perdesi arkasında kaybolur. Böyle bir özelliği
var.
İngiliz sömürge idaresi Hindistan 'ın hakimi durumundayken İngiliz
hükümetinin de onayıyla, bazı subaylarıyla birlikte bilimsel bir ilgiden
çok, daha ziyade batılı medeniyetlerin edepsiz ve soyguncu tavırlarıyla,
Tibet'te araştırmalar yapmış ve böylece hem bu Agarta söylentileri gerçek mi
diye bir araştırma yapmak hedefini gütmüş hem de bir takım servetler elde
etmeyi düşünmüş ve sonuçta İngiliz subayları, Agarta 'nın bir efsane
olmadığını hemen öğrenmişlerdir.
Her teşebbüslerinde Agarta 'nın varlığı kendini bir kez daha
kanıtlamaktaydı, fakat sır da sır olmaya devam etmekteydi. Mesela Tibet 'te
bulunan bir çok manastırların altlarında yüzlerce km. ye ulaşan tünelleri
buluyorlar, fakat araştırmaları bundan öteye bir türlü gidemiyordu.
Agarta 19. yy. a kadar kendini gizli tutmuştur. Hiçbir yerden malumat
sızmamıştır. Ancak sanırım Vedalarda bazı çok kapalı ifadeler var fakat
bunları da pek kimse anlamadığı için yaklaşık 19. yy. ın başlarına kadar
Agarta devleti hakkında hiçbir bilgi yoktur. Ancak Agarta 'dan yazılı olarak
söz edilmesi izni çıktığında, bu tanıtma görevi Martinist Tarikat'ın Üstadı
Marki Saint Yves D'alvedre'ye verilmiştir ve bu şahıs Hint Misyonu isimli
kitabında, batıda ilk kez Agarta 'dan ve dünyanın okült yönetiminden söz
etmiştir ve dünyanın kralından da. Ancak Hiyerarşi'nin müsaade ettiği dozdan
fazlasını ifşa ettiği için almış olduğu uyarı neticesinde kitabını baskıdan
çıkar çıkmaz imha etmiştir. Fakat imhadan kurtulan tek bir nüsha markinin
ölümünden sonra majisyen Papüs'ün eline geçer ve onun oğlu tarafından
yayınlanır. Dolayısıyla Agarta hakkındaki ilk bilgileri bu kaynaktan
aldığımızı ifade ediyorum.
İkinci büyük kaynak Polonya asıllı Rus Prof. Ferdinand Antony Ossendowski'
dir. Ossendowski Moğol kaynaklarını kullandığı için Agarti olarak bu ifadeyi
telaffuz etmiştir. 1876 doğumlu olan Prof. Ossendowski, 1917 Ekim
Devrimi'nde, Kızıl ordudan kaçarak Yeniçay Ormanları'na, Moğolistan'a ve
daha güneye doğru kaçtı ve burada bu kaçış esnasında yaşadığı müthiş
serüvenler esnasında Agarta gerçeği ve gizemiyle karşılaşmış ve Agarta
kralına, Cihan Hakimi olarak ifade etmiştir kendisi ve bu konudaki
bilgilerini İnsanlar, Hayvanlar ve Tanrılar isimli kitabında 1924 yılında
yayımlamıştır.. Bu kitabın Türkçe tercümesi de ülkemizde Nasuhi Baydar
tarafından yapılmıştır bu kitap ile ilgilenenler bunu Beyazıt devlet
kütüphanesinde bulabilirler. Şimdi Ossendowski 'nin kitabından dünya kralı
veya cihan hakimi hakkında birkaç cümleyi orijinal haliyle nakletmek
istiyorum. Şöyle söylüyor :
"Dünya kralı, cihan hakimi, bir mitos veya doğa üstü bir varlık değil,
dünyanın gizli kaderinin efendisi olan ve tamamen etten ve kemikten bir
şahıstır."
Bir diğer cümle alıntı olarak :
"Dünya kralının pek çok kereler Orta Asya da Hindistan'da, Tayland 'da beyaz
bir fil ya da lekesiz bir ata binmiş olarak elinde asasıyla halkı
kutsadığını anlatan bir dizi kesin tanıklık mevcuttur. Dünyanın kralı
insanlığın kaderini yönetenlerin, hükümdarların ve idarecilerin tümünün de
düşünceleriyle bağlantılıdır. Onların niyet ve fikirlerini bilir, bunlar
Allah'ın takdirine uygunsa, cihan hakimi bunları görünmeyen yardımları
vasıtasıyla destekler."
Evet, bir diğer araştırmacı Rene Guenon, tanıyacaksınız bu şahıs daha sonra
Müslüman olmuştur, Abdül Vahid Yahya olarak isim kullanmaktadır. Bu şahsın
asıl misyonu, Batı Gnosu, Batı Gnostik bilgileri ile Hint Mistizmi'nin bir
sentezini yapmaktır. Bu uğurda hemen hemen bütün dünyayı gezmiş, bir çok
dinleri, felsefeleri incelemiş bu noktada Agarta gizemiyle de temas etmiş ve
Agarta konusunu yani Agarta 'nın dünya okült yönetimindeki hakimiyeti ve
işlevi konusunu Kabaladaki ve Ezoterik Hristiyanlık'ta ki Metatron denen
kavramla birleştirmiştir ki buna uzun şekilde girmeyeceğim.
Ayrıca bir diğer kaynak gene teozofinin kurucusu Helena Petrowna Blavatsky,
Agarta konusunda kitaplarının bir çok yerinde bahsetmiştir. Ayrıca Agarta
konusunda yaklaşık sekiz on tane araştırmacı da çeşitli vesilelerle bilgiler
aktardılar. Onların isimlerini sizlere sunuyorum : Jacques Weiss, Serge
Hutin, Frida Wion, Richard Chanfrey, Robert Charroux, Peter Kolosimo,
Nicholas Roerich, Andrew Thomas, Kut Humi.
Şimdi bizlerin sizlere sunduğumuz bilgilerin kaynakları temel olarak
bunlardan kaynaklanmakla birlikte bunlara ilaveten burada bazı özel
bilgilerin de nakledileceğini ifade ederim. Bu okuduğum kitapların tamamı
okunup incelenmeye açıktır ve konunun ciddiyetini zannediyorum kavramak için
yeterlidir. Fakat tüm bu kitaplardaki ifşaatlara rağmen inisiyasyon ve
gizlilik hala vardır çünkü bu, bilginin kendi yapısından kaynaklanmaktadır.
Bilgi ancak hak edene gider yani herkes layık olduğu hitaba muhatap olur. Bu
bilginin enerjetik yapısı ile ona muhatap olan varlığın enerjetik
yapısındaki ahenkten, senkronizasyondan kaynaklanmaktadır. Şimdi kendilerini
belli bir program ve icap gereği geri çekmiş olan bu bilgelik üstatlarının
yani bu Agarta üstatlarının, Kali Yuga'nın veya demir çağının yani içinde
bulunduğumuz devrenin başlangıcından itibaren inisiyatik bilgilerin, büyük
hakikatlerin yitirilişinden itibaren, yer kürenin en gizli bölgelerine
çekmiş bulunan bu ruhun prenslerinin, gerçek kralların, beşeriyetin gerçek
okült rehberlerinin, bu Kaliyuga dediğimiz devrenin sona erişiyle birlikte,
bulundukları ölümsüzler ülkesinden (buda tabii ki sembolik bir ifade) geri
dönerek yeryüzüne çıkacakları ve alenen dünya beşeri ile temas edecekleri
birçok antik tradisyonlarda bildirilmektedir.
Agarta devleti, büyük Himalaya dağları altındaki devasa doğal ve yapay yer
altı galerilerinde bulunan bir inisiyatik merkezdir. Dışsal abideyi teşkil
eden Himalaya dağları Agarta ülkesi için adeta bir piramit vazifesi
yapmaktadır, yani içi piramit gibi forme edilmiştir. Bundan dolayı yani
piramitsel formun getirmiş olduğu çok büyük bir enerji konsantrasyon merkezi
durumundadır Agarta. Şimdi piramit formundan biraz bahsetmek istiyorum.
Piramit formu kozmik bir formdur yani gelişigüzel yaratılmış bir form
değildir. Özellikle okült ve astrolojik bilgilere göre dünyamıza çeşitli
yıldız sistemlerinden, yıldızlardan ve gezegenlerden bir çok tesirler ve
enerjiler gelmektedir. Bunlardan biri de piramitle bağlantılı olduğu için
ifade ediyorum, Satürn planetinin çevresindeki kuşaklardan veya o alanlardan
yayılan büyük iyon dalgaları veya manyetik fotonlardan dünyamıza gelen
tesirlerdir. İşte piramit formu bu enerjileri toplamakta, orijinal formundan
dolayı bünyesinde toplamakta, biriktirmekte ve kullanıma sunmaktadır. İşte
bu yüzden Agarta ' da yaşayan varlıklar organik yapı olarak hem daha uzun
yaşayabilmekte, hem daha sağlıklı kalabilmekte, hem her türlü bunun
getirdiği avantajı kullanabilmektedirler.
Agarta veya Agarti sözcükleri Sanskritçe de ele geçirilemeyen, ulaşılamayan,
her şeyden korunmuş, şiddetin yakalayamayacağı, anarşinin erişemeyeceği
anlamlarına gelmektedir. Dünyanın yer altı sistemlerinin merkezi Agarta
böylece Asya nın göbeğinde yer altı tünelleriyle dünyanın hemen hemen her
noktasına, kıtaların ve okyanusların altına uzantıları bulunan uçsuz
bucaksız bir yer altı devleti olarak bulunmaktadır. Dünyasal beşeri evrimin
ve yeryüzünün gelip geçmiş nice medeniyetlerinin tüm genel evrim
sefahatlerinin ve onların tüm genel bilgilerinin, yaradılışın, ruhun ve
tekamülün evrensel bilgilerinin ve her türlü maddesel bilimin kayıtları
Agarta da mevcuttur. Özellikle kadim Mu ve Atlantis' in tüm bilim ve
bilgeliklerinin dünya planetinin başlangıcından son anına kadar tüm akaşik
kayıtlarının ki bu kayıtları her an inceleme olanağına sahiptir Agarta
üstatları, tüm bu kayıtların tamamı Agarta nın kilometrelerce uzunluğundaki
kütüphanelerinde, ki milyonlarca kitaptan meydana gelmiştir, mevcuttur.
Böylece Agarta üstatları dünyamızda yaşanmış olan ve yaşanmakta olan bütün
hadiselerin hem kronolojik gerçek akışı, hem iç yüzü, hem bilinen hem de
bilinmeyen sebepleri hakkında daima bilgi sahibidirler. Agarta bu devasa
bilgi hazineleriyle, doğu tradisyonlarında ifade edildiği gibi bir
üniversite, bir sinarşi üniversitesi, bir evrensel bilim araştırma
merkezidir. Sinarşi, anarşinin zıddı olan bir kavramdır. Tam anlamıyla
barışı ifade eden bir kelimedir. Ezoterik öğretiler, Agarta 'nın hakimini,
dünyanın kralı rütbesiyle anarlar. Yardımcıları durumundaki iki rahip kral
ile birlikte bütün dünya beşeriyetinin genel ve özel evrimsel gidişatı
üstünde etkin rol oynar. Sembollerinden biri bugün günümüzde hala Hint ve
Tibet tapınaklarını süsleyen gamalı haçtır. Bu sembol kadim Mu 'dan
kaynaklanan çok orijinal bir semboldür. Bunu kısaca çizmek istiyorum. Gamalı
haç sembolü biliniyor ama çıkış olarak bu güneşi ifade eden kadim bir
semboldür, dünyanın tanıdığı en eski semboldür ve burada güneş veya bu
daire, Mutlak Yaradan'ın monoteistik sembolü idi. Şimdi bu sembol
yaradılışın ve oluşumun bilgilerini anlatmak için gelişmeye başladı ve
ikinci aşamada şu hale dönüştü. Bir haç oluştu içinde, bu haç yaradılışın
dört kuvvetini sembolize eder ve dört büyük enerjiyi sembolize eder. Sembol
daha da gelişerek şu hale geldi yani yaradan enerjiden, asıl enerjiden
kendini dışarıya doğru çıkarttı anlamına geliyor bu sembol. Bakın dairenin
dışına taştı dört enerji veya dört elementi de sembolize eder, dört ana yönü
de sembolize eder, bunlara Mu 'nun kutsal sembolleri konusunda değinmeye
çalışacağım daha geniş olarak. Bu sembol biraz daha gelişince şu hale geldi,
yani bunların ucuna ilmik dediğimiz ekler kondu böyle oldu o zaman. Bu
hareket, bu ucuna konan ilmikler enerjinin faal hale geçtiğini, hareketin
başladığını ifade ediyor. Böylece gamalı haç denilen ve Mu 'nun orijinal
sembolleri olan Agarta' nın da benimsediği ve daha sonra II. Dünya savaşında
Nazilerin de ancak tersini çevirip kullandıkları haline gelecektir.
Mu ve Atlantis medeniyetlerinin kademeli olarak batışları ve özellikle son
batışla birlikte ve yeni dünya devresinin genel programı gereği bilgi ve
bilgelik giderek kendini geriye çekerken spiritüel üstatlar ve bir kısım
seçilmiş halk Himalayalar' ın altındaki doğal ve yapay yer altı galerilerine
yerleştiler. Ve ilerleyen bin yıllarda Agarta merkezi Agarta ve Şambala
olarak ikiye ayrıldı ve Şambala Gobi bölgesinde dünyanın fizik ortamının
ikinci eter katmanına yerleşti. Bunlar ne demek şimdi bunları bir şemayla
anlatmaya çalışacağım.
ŞEMA - 1
Ve bu geliştiricilik ve yetiştiricilik misyonu,(Sambala) için de söz
konusudur. Hem Agarta hem de Şambala dediğimiz iki merkez ve bu merkezlerin
yüksek hiyerarşileri ve asıl inisiyeleri dünya dışından gelen ve yeryüzü
beşeriyetine çeşitli bilinen ve bilinmeyen kimliklerde rehberlik eden kozmik
öğretmenlerdir. Dünya Rab Mekanizması'nın fizik ve eter katmanları
üzerindeki iki görev merkezi olarak hizmet veren Agarta ve Şambala
merkezleri, beşeriyetin evrim olayında son derece yüksek, önemli ve kutlu
işlevleriyle birer ışık ve rahmet merkezleri olarak, Rabbin fizik dünya
üzerindeki iki elidir. Bu ellerin kudret alanında yeryüzünün tüm ülkeleri ve
beşeriyetin tümü bulunmaktadır.
Yaradılış enerjitik olarak ve sayısal olarak daima yedili bir yapı
izlemektedir. Buna bağlı olarak dünya küremiz yedi enerjitik katmandan
meydana gelmiştir. En katı bölümüne, litosfer dediğimiz taş küre bu yedinci
enerjitik seviyeyi ifade ediyor, altıncı enerjetik katman ondan süptil olan
hidrosfer dediğimiz sıvı bölümü, dünyamızın üçüncü bölümü veya katmanı
atmosfer dediğimiz gazların teşkil ettiği bölüm ve bundan sonra beş duyuyla
algılayamadığımız, yani bizim donanımlarımızın, fizik beş duyumuzun
algılayamadığı dördüncü eter, üçüncü eter, ikinci eter ve birinci eter
dediğimiz enerjetik katmanlar gelmektedir. Bu birinci eter dediğimiz
katmandan itibaren dünyanın astral seviyesi başlamaktadır ve bu da yedi
enerjetik katmana bölünmüştür. Buradan yukarıya doğru sonsuz bir gidişe
sahip olan bir enerjetik katmanların anlatım şekillerinden biri. Bu anlatıma
bağlı olarak Agarta merkezi şurada göstermeye çalıştığım gibi
Dünyanın fizik küresi içerisinde bulunmaktayken, Şhambhallah dediğimiz
enerji merkezi veya inisiyasyon merkezi dünyanın fizik seviyesinin ikinci
eter katmanında yer almıştır, mesele budur. Şimdi, Şambala' nın misyonundan
biraz daha bahsetmek istiyorum, bu daha ziyade dış beni eğiten bir tesir
odağıdır. Eşya bilimini, ruhun bilimine hakim kılmak ister ve bu uğurda
ateşle simgelenen fizik enerjileri kullanır. Ve gerektiğinde şiddete de baş
vurabilir. Her türlü fizik kıymet ve güç onların endüklemesi, onların
esinlendirmesi ve onların muhayileleri sonrasında ortaya çıkar. Günümüzdeki
teknolojiye dayalı, ekonomiyi her şeye üstün kılan ki bu devrenin özelliğine
uygundur bütün bu faaliyetler Şambala' nın esinlendirmeleri sonucu ortaya
çıkmaktadır. Şambala ve Agarta' yı birbirinin zıddı olan iki kutup olarak
ele almamalıyız yani biri pozitif, biri negatifi ifade eder şeklinde değil.
Bu konu biraz yanlış anlaşılmıştır yani bir karşı kutup şeklinde değil.
Şambala faaliyetlerini Agarta dan ayırmış ve geleneklere göre de İsa'dan
önce üç bininci yıllarda bu iş olmuştur. Kendine has bir organizasyonu
bulunan tesir dağıtıcı bir mihraktır. Kendisi de kozmogonik bir varlık olan
dünyanın, Agarta, sevgi sunumu ile dünyanın kalp çakrasına hitap ederken
veya tekabül ederken, Şambala, dünyanın tepe çakrasına tekabül etmektedir.
Birisi Tanrının sevgisini yeryüzünde sunarken, diğeri Tanrının iradesini
yeryüzünde sunmaktadır. Yani meseleyi bu şekilde ele alırsak bunların asla
birbirinin zıddı olan iki kutup olmadığını anlarız.
Şimdi bir de ışınlar konusu var kısaca buna da değinmek istiyorum. Bilgi
yada logos yada bilgi enerjisi sistemimizde yedi büyük ışın yada yedi büyük
enerji tarzında tezahür etmektedir. Şöyle bir şemamız daha olacak
ŞEMA -2
Bunların ilk üçü bu sistemin ana enerjilerini yani isteği, hizmeti ve
aktiviteyi oluştururken diğer dört enerji daha tali konumda kalmaktadır.
İşte bu ışınların, bu enerjilerin odaklandıkları asıl astronomik sistemler
gerçek astrolojinin konusunu teşkil etmektedir. Eldeki bilgilere göre herkes
adeta bu yedi enerji akımına ayarlanmış durumdadır veya uyumlanmış veya
sabitlenmiş durumdadır. Ve bir insanı anlamanın en iyi yolu o şahsın
kişiliğinin hangi ışına ait olduğunu bulup çıkarmaktır. Şimdi eldeki
bilgilere göre birinci ışın yeryüzündeki insanlara yani ona bağlı olarak
faaliyet gösteren insanlara varlıksal yapının okültist, aksiyoner, başlatma
iradesine sahip olan, kudreti, gücü, isteği, amacı sunmakta ve kaynak olarak
yani astrolojik kaynak olarak veya kozmogonik kaynak olarak Büyük Ayı Takım
Yıldızı'ndan, tesir almaktadır. Sırası geldiğinde bu konuda Tevrat ta da
bilgiler var yani "Dübb-i Ekber'i bağlayabilir misin?" mealinde orijinal
ifadeler geçiyor, zannediyorum bunlarla ilgilidir onları da konuşmaya
çalışacağız. İkinci ışın, Pleades takım yıldızı veya Ülker takım yıldızı
dediğimiz hatta bizde Yedi Kandilli Süreyya diye de geçer, bundan
esinlenmektedir, buna bağlı olan varlıklarda yaşamlarında orijinal görev
olarak sevgiyi, hikmeti, merhameti, birleşme iradesini, inisiyasyonu ve şuur
genişlemesini tezahür ettiriyorlar. Üçüncü ışın dediğimiz ışın, Büyük Köpek
Takım Yıldızı'ndan ve Sirius' tan esinlenmektedir. Buna bağlı olan varlıklar
düşünceyi, zekayı, anlayışı, yaratıcı zekayı, uyum sağlama yeteneğini,
majisyen ve evrimleşme isteğini tezahür ettirmektedirler. Üçüncü ışının alt
ışınları olarak, dördüncü ışında uyum sağlama iradesi, beşinci ışında somut
bilgi ve bilim, altıncı ışında idealizm, soyut kavramlar, kendini adama,
inanç gücü, sebep olma iradesi ve yedinci ışında da grup bilinci,
organizasyon, disiplin, kendini ifade etme iradesi, tiyatral ritüelleri
insanların karşısında başarıyla sunabilmek ve maji. Tabi burada maji
kelimesini büyücülük anlamında değil, evrendeki mevcut tesirleri bilinçli,
doğru ve ilahi irade yasaları yönünde kullanmak anlamında kullandığımızı
ifade ediyoruz.
Buna bağlı olarak Şhamballah misyonunun dünyada özelikle son yıllarda en
büyük etkinliğinden biri olan İkinci Dünya Savaşı'ndan biraz bahsetmek
istiyorum. Hitler Almanya' sı gerçekte bütünüyle majik bir gruptur. Adeta
majik bir alandır. Beşyüz kişiyle devleti ele geçirmişlerdir, yani Nazi
partisi beşyüz kişiyle devleti ele geçirmiştir. Bu normalde mümkün olan bir
olay değildir ve Hitler Almanya' sı gerçekte Sovyetler Birliğini hedef
almıştır ve ana hedef yani gizli hedef, gerçek hedef Sovyet Rusya da
reenkarnasyonlar yoluyla yeniden doğmakta olan eski ve barışçı Hiperboreen
enkarnasyonları daha yavruyken ortadan kaldırmaktır. Böyle kozmik bir savaş
var aslında. Dışarıdan gözüken, devletlerin didişmesi gibi gözüken savaşın
altında böyle enteresan bir kozmik mücadele yatmakta. Çünkü barışçı ve ruhun
biliminin dünyaya egemen olmasını sağlayıcı yöndeki faaliyetler bu dünyanın,
bu devredeki genel evrim gidişi için bir çatışma yaratmaktadır. Bunları
ileriki konularda geniş olarak anlatacağım şimdi kısa geçmek durumundayım.
Ana hedef budur.
Şimdi İkinci Dünya Savaşı'nın sonlarına doğru bir zamandayız. Tahrip olan
bir Nazi karargahında yıkıntılar arasında oniki Tibet' li rahibin cesedi
bulunuyor. Bu duruma, o yıllarda, o keşmekeşte hiçbir anlam verilemiyor.
Zaten kimse bunu düşünecek durumda da değil. Evet, Nazi' ler Şhambhallah ile
ilişki içindeydiler. Bu arada, Hitler in ve Nazi partisindeki özellikle
Thule Grubu'ndaki varlıkların hepsinin çok disiplinli birer vejetaryen
olduklarını da belirtirim. Şimdi her şey Thule efsanesi ile başlıyordu.
Thule Efsanesi'nin kökeni, kayıp bir uygarlığa dayanmaktadır. Bu da Nazizmin
temelini teşkil etmektedir. Bu efsane altında birleşen bir grup Thule adında
gizli bir tarikat kurdular. Nazi Partisi'nin yedi kurucusundan biri olan
Dietrich Eckart, Thule Tarikatı'nın temel efsanesini şöyle açıklıyordu :
Thule' nin tüm sırları eski kayıp bir uygarlığa dayanmaktadır. İnsanoğlu ile
dış zekaların arasında bulunan bazı aracı varlıklar bu sırlara erenlere
büyük bir güç kaynağı oluşturmaktadırlar. Bu güç Almanya' yı bütün dünyaya
egemen kılacaktır. Yine bu güç ve bu gücün kaynağı geleceğin üstün insanının
ortaya çıkması için imkan sağlarken, insan türünün de değişimine yol
açacaktır. İşte bu ifadeler özet olarak Nazizmin temelini oluşturmaktadır,
yani ezoterik Nazizmin, bilinmeyen Nazizmin. Biz burada her şeyin
bilinmeyeni ile meşgulüz, yani görünen ve bilinen Nazizm var, bilinmeyen ve
görünmeyen Nazizm var. Şimdi onunla meşgulüz. Gizli Thule tarikatı üyeleri
arasında Rudofh Hess tarihten bilinen, Karl Haushofer , Alfred Rosenberg ve
Adolf Hitler gibi isimler bulunmaktadır. Özellikle Karl Haushofer' in ve
Adolf Hitler' in birtakım paranormal yetenekleri olduğu bilinmektedir.
Örneğin Karl Haushofer ileri derece prekognisyon yeteneğine, yani geleceği
önceden bilme yeteneğine sahipti. Öyle ki düşman güçlerinin saldıracağı
saati, bölgeleri, hatta top mermilerinin düşeceği noktalara kadar
koordinatlarını bile önceden haber verebiliyordu. Bunların hepsi çağdaş ve
klasik yani bilinen konvensiyonel kayıtlarda mevcuttur. Dahası hakkında
hiçbir şey bilmediği ülkelerdeki siyasal gelişmeleri de önceden tahmin
edebiliyordu. Örneğin Hitler o dönemdeki Amerikan başkanı Franklin Roosvelt'
in 1945 yılında öleceğini çevresindekilere söylemiştir bu da kayıtlıdır.
Hitler' in bir çok vizyonlar gördüğü, bir çok bilgiler ifade ettiği
bilinmektedir. Hitler' in çevresindekilerin görmediği fakat kendisinin
gördüğü, böyle mekanda otururken, bir çok varlıktan söz ettiği yine
kayıtlara geçirilmiştir. Hatta Hitler' in bu noktada şizofreni olduğundan
bile şüphe edilmiştir. Bu arada yine Hitler meydanlarda ve radyolarda
yaptığı konuşmalarda ses majisi denilen bir tekniği uygulamaktaydı. Ve
böylece geniş halk kitlelerini süratle etkisi altına alıp yani obsede edip
kendi alanına bağlıyor ve onları adeta taparcasına kendisine ve Nazizme biat
ettiriyordu. Televizyonlarda hatırlıyorsunuz on binlerce kişinin Heil Hitler
deyişini ve şuursuzca olan faaliyetleri. Bu arada Karl Haushofer'in
Hindistan da, Japonya ve Tibet te uzun süre okült çalışmalarda bulunduğu ve
inisiyasyondan geçtiği de gene bazı kayıtlarda mevcuttur. İşte bu arada az
önce ifade ettiğim gibi Nazizm, Haushofer 'in Hindistan da ki çalışmaları
esnasında esinlendiği bu gamalı haç sembolünü ters çevirip kullanması da
buradan kaynaklanmaktadır. Bu sembol, bu kadim sembol, Cengiz hanın
yüzüğünde de mevcuttur. Cengiz hanın bir metal yüzüğü vardır, çok meşhur, o
yüzükte de aynı sembol bulunmaktadır. Bunu bilen bilir.
Şimdi Agarta' ya devam edelim. İlk verilen bilgilerde bu devlette
yaşayanların nüfusunun yirmi milyon olduğu söylenilmekteyse de bugün bu
nüfusun kaç kişi olduğu bilinmemektedir. Şimdi Agarta' nın hiyerarşik
yapısını bu şemada izlemeye çalışalım.
ŞEMA -3
Yirmi milyon dediğimiz, o sayıya biz de bağlı kaldık, Dwija ve Yogi' ler,
bunlar Agarta inisiyatik hiyerarşisinin en dış halkasını teşkil ederler,
onlar Agarta' nın simetrik olarak bölünmüş dış bölgelerinde yaşarlar ve
Agarta halklarının kendilerini temsil ederler. Bunların üstünde beş bin
Pandita veya alimler vardır, eskiler buna ilmiye sınıfı tabir ederler
bunların görevi temel eğitim ve öğretimi halk kademelerine sunmaktır.
Bunların üstünde 365 Bhagwanda 'nın meydana getirdiği Yüce Meclis Dairesi
gelir. Sonraki daire 36 kişiden meydana gelir. Hiçbir kayıtta bunların
ismini bulamadığım için buraya koyamadım, 36 kişinin meydana getirdiği bir
grup daha ve onların da üzerinde yüksek inisiyasyonu temsil eden oniki ulu
inisiyasyon azasından meydana gelmektedir. Bunlara 12 Büyük Maj Yeşiller de
denmektedir. Ve nihayet bunlarında üstünde iki yardımcısıyla dünyanın kralı
Brahitma veya Brahatma veya bunları yan yana da koyabilirdik böyle üçgen bu
şekil güzel olsun diye böyle yaptım aslında bu yanlış Mahitma ve Mahingayı
yan yana koymak gerekiyor. Dünyanın kralı Brahitma ve iki yardımcısı rahip
kral Mahitma ve Mahinga gelmektedir. Ve böylece Agarta' nın bu hiyerarşik
dizilişi bir Yüce İdare Mekanizması'nın görev ve fonksiyonunu fizik planda
ifade etmekten ibarettir veya temsil etmekten ibarettir.
Şimdi bazı ezoterik bilgileri sizlerle paylaşmak durumundayım. Bu oniki Maj
hakkında biraz konuşmak istiyorum. İsa Peygamberin Beytlehem'de dünyaya
geldiği zaman, üç maj tarafından ziyaret edildiği bildirilmektedir. Bu
hikaye klasik, kanonik dediğimiz İnciller'de mevcuttur. İşte İsa Peygamber'i
ziyaret eden üç maj, aslında bizdeki bilgilere göre Agarta' dan ve bu oniki
Maj Yesiller Grubu'ndan gelen üç üstat idi ve orada İsa henüz doğmuşken,
İsa' ya orijinal görevini bir kez daha hatırlatmışlardı. İsa peygamber
doğumu ve gelişi itibariyle çok özel bir varlıktır. Onun en büyük kavli veya
ahdi, doğmadan önceki şuur halini doğduktan sonrada taşıyacağı yolunda idi
ve onun dünyayı yendim ifadesi bu yönde anlaşılmalıdır. Yani İsa peygamber
dünyanın maddesel yapısının veya kozmik yapısının doğumla birlikte yol
açtığı unutma vetiresini, örtme vetiresini, kapatma vetiresini kendi gücüyle
yenmiş bir varlıktır. İsa peygamberin Kuran da ana karnındayken ve doğduğu
anda insanlarla konuştuğu yazılıdır. Yani o enkarnasyon üstadı ulu varlığın,
fizik sisteme, fizik bedene ne derecede hakim olduğunun bir ifadesidir bu.
Ayrıca bu üç maj, İsa peygambere bu hatırlatma görevini yapmıştır ve hatta
O' nu kutsamış bir takım hediyelerde getirdiği ki onların hepsi semboliktir
ifade edilmektedir. Şimdi bu on iki maj ile ilgili olarak bir bilgimiz daha
var onu da paylaşalım sizlerle.
En büyük Majlar'dan birisi de Muhammed peygamberdir. Çok seneler evvel, yani
bir peygamber tarzında, orijinal bir misyonla doğmadan evvel, orijinal bir
misyonu ifa etmeden evvel, Agarta' da bu oniki Majdan, bu oniki üstattan
birisi olarak yaşamıştır. Ve Sirius Kültürü'nü, Mu' dan sonra ikinci kez
beşeriyete lütfedilmesi için çok büyük çaba harcamıştır. Şefaat meselesini
bu yönden de ele alabiliriz. Kendisi gerçekten büyük bir efendidir. Yani bu
kozmik bağlantının, bu müthiş devasa kültürün, bu Sirius Kültürü'nün
yeryüzüne getirilmesi için yapmış olduğu büyük çalışmayı şefaat konusu
olarak ele alabiliriz. Ve orada kendisi bu büyük şefaat için çok büyük bir
ruhsal yayına başlamıştır. Aşağı yukarı 120 yıl boyunca yeryüzüne ikinci kez
verilecek olan Sirius Kültürü'nü Agarta da bizzat kendisi planlamıştır.
Neyi, ne kadar, ne ölçüde ve ne zaman ifade edeceğini bizzat kendisi
planlamıştır. Bu arada dünyanın akaşasını da tetkik etmiştir yani insanların
bu Siriusyen kültürle uyumları, Mu dan itibaren 200.000 yıl önceden
insanların bu kültürle uyumları, tepkileri, nerede problem çıkar, nerede
çıkmaz gibi bütün araştırmaları yaptıktan sonra bu konudaki hesabını
kitabını yaptıktan sonra dezenkarne olmuştur. Daha sonrada orijinal bir
misyonla peygamber tarzında doğup yeniden bu işi ifa etmiştir. Bu kültürün
sembolü kara taştır. Yani kara taş kültü olarak devam etmektedir. Karataş
bugün Kabe' de, hala Kabe'de bulunan Hacer-ül Esved dedikleri, herkesinde
öptüğü o siyah taştır. Hacca giden herkes aşağı yukarı bunu öpmeye
çalışıyor. Şimdi, Muhammed peygamber Kabe' deki bütün putları yıktığında
veya kırdığında, o dönemde bir put gibi kendisine saygı gösterilen ve özen
gösterilen bu taşa dokunmayarak, onu muhafaza etmiştir. Bunun mutlaka bir
nedeni vardır, bilerek yapılan bir şeydir bu ve bu taş Sirius Kültürü'nü
sembolize eder. Kaynak olarak ta Satürn' den geldiği ve bu taşın eskiden çok
büyük bir manyetik güce sahip olduğu ifade edilmektedir yani sistem buna çok
büyük bir manyetik güç yüklemiştir. Bugün kristallerle uğraşanların,
kristallerle şifa yapanların ve kristal teknolojisini az çok bilenlerin bu
taşlara nasıl bir güç yüklenebileceğini bildiklerinden yola çıkarak bir
misal olarak bunu verdim. Bu taşın böyle bir özelliği de vardır. Hatta bir
bilgiye göre Sufiyun onun dünyaya geldiğinde aslında bembeyaz olduğunu,
fakat dünyanın ve insanların halinden dolayı utancından kapkara kesildiği
yönünde de bir ifade kullanmaktadır ama bu sembolik de olabilir. Böyle bir
bilgiyi de nakledeyim, bende kalmasın.
Şimdi ezoterik bilgilere göre bu Sirius Kültürü, Satürn ve Venüs aracılığı
ile gelmiştir. Ve hatta şöyle bir bilgi de var. Muhammed peygamberin
Satürn'deki bilgelerle de bu konuyu tartıştığı, münazara ettiği de ifade
edilmektedir.
Bu arada İslam da yeşil rengin kutsal olduğu bilinmektedir. Bu yeşil nereden
gelmektedir diye bir soru yönelttiğimizde, hatta İran minyatürlerinde de
Muhammed peygamberin yüzü yeşil peçeyle örtülü olarak resmedilmektedir. İşte
bu yeşilin de asıl dayandığı ilk hatıranın Agarta da ki Maj Yeşiller Grubu
olduğu ifade edilmektedir.
Geleneksel olarak Agarta' nın altı girişi bulunmaktadır. Himalaya kapısı,
Gobi kapısı, Saint Michel' deki kapı, Batı Fransa da Bretagne' daki
Brocéliande Ormanı'nda yer alan eski kent, Néant Partius' daki kapı, Gize'
deki Sfenksin pençeleri arasındaki kapı (ki buradan girilip inisiyatik
merkeze ulaşılıyor idi, o zaman) ve Tibet kapısı. Tabi şimdi bu kapılar öyle
gidildiğinde çalınıp açılacak tipte değil. Bir takım majik yasalarla
gizlenmiş durumda. Size bir misal vereyim. Önünden belki otuz sene gelip
geçtiğiniz duvar ve duvar olarak geçtiğiniz bir mekan siz enerjetik
seviyenizi yükselttiğinizde size bir kapı olarak gözükmektedir ve o kapıdan
dalıp gidiyorsunuz, böyle anlayın. İşte böylece Agarta Konseyi, yeryüzündeki
beşeri evrimi fizik düzeyden denetleyip, gözetlemek, etkilemek ve taleplere
göre yönlendirmek gibi işlevlere sahiptir. Agarta inisiyeleri nadiren kendi
bedenleri ile ve genellikle de enkarnasyon yoluyla yer üstü beşeriyetinin
aralarına girerek geliştirici ve yükseltici vazifelerini yapmaktadırlar. Bir
çok peygamberler, filozoflar, bilim adamları, liderler, sanatçılar, bilinen
ve bilinmeyen ve kimlikleri çoğu zaman saklı üstatlar ve vazifeliler Agarta
' da bu mürşitler odağında inisiye olmuşlar, özel eğitim ve himaye görüp
beşeriyete rehberlik etmişler ve etmeye de devam etmektedirler. Böylece
inanılmaz bilimler ve kudretler merkezi inisiyelerince fizik ve psişik
yetenekleri olağan üstü gelişmiş, maji biliminin hayır yolunda
kullanılımının bütün inceliklerine sahip olan Agarta, özellikle son elli bin
yıldan beri bütün dünya beşer varlıklarının evrimsel gidişatına çok çeşitli
yardımlar yapan bu yüce inisiyatik merkez, yeryüzüne tam olarak hadim
olabilen ve tasarruf edebilen ve beşeriyetin gelişim programında pek azı
bilinen ve çoğu kez de bilinmeyen sürekli gelişim ve yardımları ile
Tanrı'nın arslanlarının gizli yatağıdır.
Agarta veya Agarti, bilgisini, felsefesini, ahlakını ve dini materyalini ve
bilimini doğrudan doğruya Mu'dan ve kısmen Atlantis'ten almıştır. Yani Güneş
Kültürünün bir devamıdır diyebiliriz. Güneş, az önce değindiğim gibi Mu' da
Tek ve Mutlak Tanrı'nın monoteistik sembolü idi. Agarta' nın asıl misyonu
Mu' nun vahye dayalı Siriusyen Bilgileri'ni muhafaza etmek ve bunları
nesillerden nesillere aktarmak, öğretmek böylece geliştirme misyonunu
sürdürmekti. Böylece Agarta yaklaşık elli bin yıldan beri Mu kültürünü,
dinini, ahlakını ve bilimini hemen hemen değişik görünümler ve kisveler
altında fakat hep aynı kökene ve hep aynı orijine, aynı ana kültüre bağlı
kalarak aynı hakikatleri nakletmiştir.
Bu arada Hindistan da ki kutsal nehir Ganj 'a da değinelim. Ganj nehri niçin
kutsaldır? Niçin insanlar Ganj 'a girip yıkanırlar, bundan ne umarlar? Bunun
üstünde biraz durmak istiyorum. Şimdi manyetik şifa ile meşgul olanlarınızın
bildiği gibi suyun tesir taşıma, tesir tutma ve tesir nakletme özelliği
vardır hatta manyetik şifacıların suya tesir yükleyip daha sonra o suyu bir
hastaya içirdiklerinde manyetik tesirle yüklenmiş sudan şifa buldukları bir
çok deneylerde kanıtlanmış bir gerçektir. İşte Agarta bilgeleri dünya
insanının üzerindeki çalışmalarında her türlü imkanı, her türlü ne
buldularsa kullanma adına Ganj nehrine de böyle bir tesir yüklemişlerdir.
Yani Ganj nehri o zamandan itibaren bu kültürü, bu tesiri, bu bilgiyi
bünyesinde taşımakta olan bir manyetik nehirdir. Bunun içine girmek halk
arasında kutsal vasfını bundan dolayı kazanmıştır, bunun içine girmek, bunda
yıkanmak adeta o bilgiye kavuşmak, ona temas etmek, ona dokunmanın bir
özlemi olarak gerçekten de bu yönde hizmet görmüştür. Ve bugün artık mikrop
yuvası halindedir ama hala bu gelenek devam etmektedir.
Şimdi,ezoterik bilgiler dünya beşeriyetinin eğitim ve öğretim ana
programının Sirius Kozmik Kültür Merkezine bağlı olduğunu bildirmektedir
demiştik ve bilgilerinde hiyerarşiye bağlı olarak ve kademeli olarak önce
Satürn' e oradan da Venüs' e intikal ettirildiğini de ifade etmiştik. Şimdi
buraya şu bilgiyi de ilave etmek istiyorum. Aslında iki Agarta var, bir
Agarta yok. İlk Agarta, bundan seksen bin yıl önce Venüslü kültür
temsilcileri tarafından, bunlara okült bilgilerde Alev Senyörleri de
deniyor, bunlar tarafından Gobi' de, Gobi' de ki Beyaz Ada'da kurulmuştur.
Ve o çağlardaki ismi Agarta değil, Ayodyha (Güneş Kenti) veya Paradeşa bu
Paradeşa zamanla Paradi, Paradis yani cennet kavramına gelmiştir. Gobi de
kurulmuş bir inisiyasyon merkezi idi. Tarihi günümüzden yaklaşık seksen bin
yıl gerilere gitmektedir. Ve asıl amacı o çağlarda yaklaşık seksen bin yıl
önce görevi yüklenebilecek olan Mu insanlarına, Mu bilgelerine, Mu
rahiplerine veya Mu hiyerarşisine bu Sirius Kültürünü intikal ettirmekti.
Esas misyon buydu ve bu misyon bin yıllar boyunca devam ettirilmiştir. O
dönemde bu merkezi teşkil eden soy, Venüsyen soy, Venüsyen bir ırktı ve
köklü ve nesillerden nesillere intikal eden orijinal saf bir soydu. Ve bu
nesil kendi bünyesine dünyadan hiçbir varlığı almayarak orijinal genetik
vasfını korumuş, belli yıllarca korumuş ve misyonunu devam ettirmiştir.
Ancak ilerleyen yıllarda özellikle bizim devremizin başında beşeriyetin
genetik yapısının yükselmesi açısından dünya insanlarıyla da eşleşmeler
yapılmıştır. Bu bilgi Tevrat'ta vardır. Tevrat'ın Yaratılış bölümünde (Genesis)
"Tanrı oğulları, dünya kızlarından kendilerine eşler aldılar" ifadesi sarih
bir şekilde mevcuttur. Ve onlardan çocukların doğduğu da ifade edilmektedir.
Bu bağlamda eldeki bilgilere göre Sümerlerin ve Mısırların ilk krallarının
Venüs' lü olduğu ve orijinal Venüs genetiği taşıdığı bildirilmektedir. Bu
geleneğin Mısır' da ki yansıması da hepinizin bildiği gibi Mısır' da ki kral
sülalesinin daima kendi içinden evlendiği, bünyesine halktan birini almadığı
şeklindedir. Bizim şu anki bilgilerimize göre akraba evlilikleri
biliyorsunuz özellikle bağışıklık sistemi üzerinde çökme yarattığından sakat
doğumlara, zeka özürlerine yol açmaktayken bu nesilde böyle bir probleme yol
açmamakta idi. Yoksa bütün Mısır Kral Sülalesi geri zekalı olurdu hiç öyle
sakat sukat bir firavun gözükmüyor hepsi taş gibi firavun ama tabi zaman
içerisinde bunların hepsi dejenerasyona uğradılar ve orası da bu devrenin
bir özelliği olarak dejenerasyonla bir sona doğru, bir sönümlenmeye doğru
gitti. Şimdi, bunlara Güneş Sülalesi de deniyor ve bunlar Venüslü varlıklar
daha sonradan dünya insanlarından da doğdular ve genellikle Aryenlere
enkarne olarak mücadelelerini bu yolla devam ettirdiler. İşte çok sonraları
bu merkez Mu ve Atlantis' in kademeli batışlarıyla birlikte Himalayalar' ın
derinliklerine doğru çekildi ve bugün bizim söz konusu ettiğimiz okült,
gizli Agarta merkezini meydana getirdi. Böylece Agarta 'nın kuruluşunu ve
faaliyetlerini, bu Güneş Sülalesini de bu Güneş Kültürünün bir devamı olarak
kabul edebiliriz. Yakın çağlara doğru geldiğimizde Agarta' nın bizlere en
büyük faydasının özellikle son tufandan sonraki insan neslinin tekamül
etmesi için onlara dünyanın muhtelif bölgelerinde meydana getirdikleri
mizansenler, hadiseler olarak bakabiliriz. Ayrıca tekamülün ivme kazanması
bakımından bir çok sosyal, askeri, kültürel, dini ve tarihte geçen ve
geçmeyen tüm hadiselerin arkasında görünmeyen bir güç olarak Agarta
bilgeleri mevcuttur. Ve tabiki Şambala güçleri. Bu arada büyük önder
Atatürk' ün de Şambala tesirlerini çok olumlu kullanan bir vazifeli olduğunu
da bildirmek isterim. Agarta' nın faaliyetleri yani bu son devredeki, bizim
devremizdeki faaliyetlerinin aşağı yukarı Tevrat' ta anlatılan olaylar,
bunlar Musevi takvimlerine göre sekiz bin yıl gerilere gidiyor, Mısır'a da
bağlı bu, yani tahmini on altı bin yıllık geçmişte çok aktif faaliyetleri
gözükmektedir ve özellikle daha önceki faaliyetleri bir kenara
bıraktığımızda on altı bin seneden beri yani bu neslin atalarından itibaren,
bizim atalarımızdan itibaren bu nesli ayıklamak, terbiye etmek, genlerini
düzeltmek ve özellikle Atlantis'ten intikal eden kötü karmanın ve astral de
öbeklenmiş olan negatif düşünce formlarının yok edilmesi için çok büyük
faaliyet harcamıştır Agarta, çok büyük mesai harcamıştır. Çünkü bu
formpanselerin psişik tesir ve saldırılarına bütün dünya hala maruzdur. Ve
bir bilgiye gören Atlantis 'i batıran on nedenden yedisi bugün Amerika da
tezahür etmiş durumdadır. Ve böylece sonuç olarak aslında Agarta ve Şambala
her yerdedir diyebiliriz. Eğer insan yeterli oranda samimi, dürüst, namuslu,
idrakli ve bilgili olursa ve bilgece yaşarsa mutlaka bu merkezlerden
kendisine gelecek olan tesirlerle kontakt kurabilir, her türlü destek ve
yardımı alabilir. Ve işte böylece en gizli mabet olan bu mekan gezegenimizin
okült hükümetinin merkezidir. Üstatların ve dünyanın gizli arşivlerinin
güvence altına alındığı bu yer altı ülkesinin destanı muhteşem bir gerçeklik
olarak karşımızda durmaktadır.
Cahit Cümbüşel'in 22 şubat 2001'deki konferansından alıntıdır.
Mürşitler Odağı Agarta
AGARTA sözcüğü, pek belirli olmayan ve hatta bazen çelişkiler de arz
edebilen kavramları içeriyor olmasına rağmen, nice okültiste yine de
hayaller kurdurabilmiştir. Söz konusu ülke, Tibet ile Moğolistan' ın sınır
bölgelerine isabet eden alanda kurulmuş bir yeraltı ülkesi midir, yoksa
bilmecemsi bir gizli dernek merkezi midir? Her iki görüşün de yandaşları
vardır, ama konuya iyice nüfuz edildiğinde bu görüşlerin her ikisinde de bir
hakikat payının yattığı görülmektedir. Konuya sızmış olan ve onu geçersiz
kılmayı hedefleyen bir iki bozguncu unsurun sentezini yaptığı takdirde
insan, Agarta' nın (bazılarına göre de Agarti' nin), sadece kendisinin sahip
bulunduğu binlerce yıllık sırları uygulamak suretiyle insanlığı büyük bir
spiritüel ilhama (illumination) kavuşturmayı amaçlayan bilge ve
filozoflardan oluşmuş dünya meclisi mesabesinde bir şey olabileceğini pekala
düşünebilmekte ve genel merkez olarak da ona Tiyen-Şan dağlarında, yani
"semavî dağlarda" yer alan bir kutsal alanı yakıştırmaktadır.
Agarta ismini, geçen asırda Batıda ilk olarak Saint-Yves d' Alveydre
kullanmıştır. Bu zat, sinarşi'nin habercisi diye nitelenen, değersiz
metalleri sülfürasyon (kükürtleme) yoluyla altın ve gümüş haline dönüştürme
formüllerini düzenlemiş bir simyacı konumunda bulunan, İbranice ve
Sanskritçe'yi mükemmel denilecek seviyede bilen ki bu yanı, ona Kabala' nın
ve Brahmanizm' in kaynaklarına kadar çıkma imkanını sunmuştur ve de
Martinist tarikatının gözde mürşitlerinden biri olan ilginç bir okültisttir.
Grötanya asıllı ve 1842 doğumlu olan AIveydre markisi, Avrupa yüksek
aristokrasisi ile akraba olan ve de Saint-Petersbourg kraliyet sarayı ile
ilişkilerinden ötürü kendisini kutlamış ve ona Orta Asya manastırlarına
mensup inisiyeler ile görüşme imkanını sunmuş olan Weller kontesi ile
evlenmiştir. Bu görüşmeler sırasında öğrenmiş olduğu bilgileri "Hind'in
Misyonu" adlı kitabında biraraya getirmiştir, fakat kendisine ait olmayan
sırları gözler önüne sermiş olmanın üzüntü ve pışmanlığıyla eserin tamamını
imha etmiştir; ama sonuçta bu eserin bir nüshası yine de PapüSlün eline
geçebilmiş ve bu zat tarafından 1910 yılında ikinci kez basılabilmiştir.
Saint-Yves d' Alveydre' in ardından, Fransız konsolosu olan Jacoliot
"Hint'teki Tevratn adlı eserinde, teozofinin kurucusu olan H. P. Blavatsky
de "Gizli Doktrin ve Gün lşığına Çıkarılmış İsis" adlı eserinde Agarta'yı
tekrar gündeme getirmişlerdir. Bir süre sonra konuyu bu kez Rene Guenon ele
almış ve "Dünyanın Kralı" adlı eseriyle okurlara Agarta hakkında kucak
dolusu bilgi sunmuştur.
Belirttiğine göre, binlerce yıl önce cereyan etmiş olan bir tufan o
sıralarda bugünkü Gobi yöresinde yer almakta olan çok gelişmiş bir uygarlığı
yerle bir etmiştir. Bu yörede yaşamakta olan ve "Öteye Ait Zekâların
Oğulları" diye anılan (Bu deyim dünya dışı bir kökeni mi dile getiriyor
dersiniz?) spiritüel mürşitler, tufan sırasında, Himalayaların altında yer
almakta olan muazzam bir mağara şebekesine sığınmışlardır. Çok geçmeden iki
gruba ayrılmışlar ve sonuçta "sağ elin yolu diye anılan grup Agarta' ya,
yani dünya hayatından uzak kalarak murakabe ve mükaşefede bulunma ülkesine,
"sol elin yolu" diye anılan diğer grup ise Şamballah' a yani kaba güç
ülkesine yerleşmiştir.
Agarta konusuna ilişkin en eksiksiz ve en şaşırtıcı bilgileri gün ışığına
çıkaran kişi Ferdinand Ossendowski olmuştur. Bolşevik ihtilaline karşı
koymaya çalışmış olan Amiral Koltchak hükümetinde bakanlık yapmış olan bu
Polonyalı, Kızılordunun bastırması üzerine Moğolistan' a ve Çin' e
kaçmıştır. Serüvenlerle dolu yolculuğu sırasında birçok lama manastırında
konaklamış ve oralarda ilk elden sağlamış olduğu bilgileri daha sonra yani
1924'de yayınlamış olduğu "Hayvanlar, İnsanlar ve Tanrılar" adlı eserinde
biraraya getirmiştir.
Kaldığı manastırlarda Ferdinand Ossendowski' ye, altı bin yıldan da fazla
bir zaman önce kutsal bir insanın bütün bir oymakla birlikte muazzam bir
mağarada kayıplara karıştığı ve orada, yitip gitmiş bir bilim yardımıyla,
Agarti adlı bir yeraltı krallığının temelini attığı anlatılmıştır. Bu
krallığın tahtında, tabiatın bütün güçlerini tanıyıp bilen, insanların
gönüllerini ve yüce kader kitabını okuyabilecek kudrete sahip bulunan Dünya
Kralı oturmaktadır. Gözle görülemez yapıda olan bu kralı emirlerini icraya
her an hazır durumda bulunan sekiz yüz milyon insana hükmetmektedir.
Günlerden bir gün lama Turgut, Ferdinand Ossendowski' ye şunları
söylemiştir: "Başkent Agarti' nin çevresinde, büyük rahipler ile bilim
adamlarının oturduğu kentler yer almaktadır. Bu başkent, mabet ve
manastırlarla dolu bir dağın zirvesinde bulunan Dalay Lama' nın sarayını,
yani Potala' yı andırmaktadır. Dünya Kralı, iki milyon adet bedenli tanrı
ile çevrelenmiş durumdadır. Bunlar, aziz pandit' lerdir. Sarayın çevresinde,
Yerkürenini Cehennemin ve Cennetin her türlü görünür ve görünmez güçlerine
sahip bulunan ve de insanların yaşamı ve ölümü konusunda elinden her şey
gelen Goro' ların sarayları bulunmaktadır. Çılgın dünya insanlığı bunlarla
mücadeleye kalkışacak olsa, bilin ki yeryüzü bir baştan öbür başa dümdüz
edilir ve çöl hâline dönüşür."
Bu haline bakılacak olursa, agarta efsanesi ile, "Sihirbazların Sabahı" adlı
eserlerinde Louis Pauwels ve Jacques Bergier tarafından gerçeklikleri su
yüzüne çıkarılmış olan Dokuz Meçhuller geleneği arasında pekâlâ bir ilinti
var denilebilecektir. Bu geleneğin (tradition) kökeni, M.Ö. 273' de hüküm
sürmüş ve Hint'e Budizmi benimsetmiş olan Imparator Asoka devrine kadar
çıkmaktadır. Kıtayı yakıp yıkmış olan bir dizi savaşın ardından, Asoka,
insanları, bilimi kötü amaçlarla kullanmayı yasaklamış ve mevcut bütün bilim
kitaplarını dokuz bilgeye teslim ve emanet etmiştir.
Pauwels ve Bergier, kitapta şöyle demektedirler: "On asırdan daha fazla bir
zaman boyunca üst üste yığılmış deney, çalışma ve belgelerden dolaysız bir
anlamda yararlanabilmekte olan dokuz insanın sahip bulunduğu sırların
kudretini bir tahayyül edin! Bu insanların amacı nedir acaba? Tahrip
vasıtalarını, kutsal şeylere saygı duymaz nitelikli insanlardan korumak.
İnsanlığın hayrına olan araştırmalara devam etmek. Bu insanlar, çok uzak
geçmişten kaynaklanıp yığılmış olan teknik sırları muhafaza etmek üzere,
yerlerini, bırakmak gerektiğinde ancak kendi seçtikleri üyelere
bırakmaktadırlar." Ayrıca, Agarta yeraltı ülkesine ait sırlar ile Lobsang
Rampa tarafından alınıp gözler önüne serilmiş ifşaatlar (vahiyler) arasında
da bir ilişki mevcuttur. Üçüncü Göz adlı eserinde, bu lama, inisiyasyonun
son aşamasına ulaştıktan sonra kendisinin üç büyük lamalık metafizikçisi
tarafından, içinde Tibet'e ait gerçek sırrın saklı bulunduğu derin bir Lassa
mahzenine götürüldüğünden soz etmektedir.
İkinci Dünya Savaşının ertesinde, derecesi yüksek bir inisiye olan ve Kut
Humi Lal Singh-Kwang adını taşıyan bir zatın bu konudaki ifşaatlarının
inisiyasyon ve Bilim adlı okültist dergide yayınlandığı güne kadar Agarta'
dan pek söz edilmemiştir. Bu zat, yeraltı ülkesi hakkında gerçi o güne kadar
söylenmişlerin dışına çıkmamıştır, ama gizli dernek terimi üzerinde yine de
ısrarla durmuştur. İfadesinde bireysel anlamda bir inisiyasyona özellikle
yer vermiştir, ki bu da, uzun bir çile evresinden sonra, yani bireysel bir
inisiyasyon çalışmasından sonra inisiye olunur tezini benimsemiş olan Rene
Guenonlun görüşünü teyit etmektedir.
Kut Humi şunları söylemektedir: "Agarta' ya girmek katılmak ve özellikle de
oraya atanmak veya orası için seçilmek diye bir şey söz konusu olamaz.
Ancak, spiritüel anlamda olmak üzere, bileğinin hakkıyla Agartalı
olunabilmektedir; kişi, ancak ulûhiyetle tekrar bütünleşip özdeşleşebilecek
seviyeye ulaştığı takdirde Agartalı olabilmektedir, ki bu seviyeye ulaşmanın
yolu da tatbikat ve tahakkuk sürecinden geçmektir, çünkü beşer varlığını en
tam ve en aşkın biçimde değişime uğratan ve güçlendiren tek şey ancak
spiritüel bilimdir. Agartalının hali, Himalayalardaki veya Tiyen Ti Huan'
daki yogilere veyahut da ilk İbranilerdeki "semavî insana" özgü halin en
derini mesabesinde bir haldir. Gerçek Agartalılar kendilerini diğer
Agartalılarda görmekte ve bulmakta ve de dünya sakinlerinin şuurlarında
genişleme ve açılma meydana getirmek ve kendilerinin spiritüel anlamda
ulaşmış bulundukları duygu ve düşünce birliğine onları da ulaştırmak
amacıyla kendi aralarında işbirliği yapmaya her an hazır durumda
bulunmaktadırlar.
Agarta'da zaman zaman kurultay (durultay) da toplanmaktadır; ama bu
kurultay, daima meskûn veya uygarlaşmış merkezlerden, tedirgin edici
densizliklerden, kaba akışkanlardan ve insan kalabalıklarından uzak yerlerde
gerçekleştirilmektedir. Orada kararlar hep oybirliğiyle alınmakta ve bu
kozmik egregor' un majik kudreti ve yüksek seviyeli bilgeliği tarafından
derhal yürürlüğe konmaktadır; bu kurultayın psişik, astral ve spiritüel gücü
ile sahip bulunduğu muazzam maddi imkanlar, özellikle bir sorun söz konusu
olduğunda, son derece müthiş bir hale gelmektedir."
Kut Humi, söylenebilecek her şeyi gerçi açıklıkla dile getirmiştir, ama
Agarta' ya ; özgü sırların birçoğundan yine de söz etmemiştir. Ancak küçük
bir bölümü tercüme edilebilmiş olan bu sırlar, Tibet' teki lamalık
saraylarının kutsal arşivlerinde mi muhafaza edilmektedir acaba? Bu
mümkündür, ancak ne var ki, Tibet' in Çin' e ilhak ediliş tarihinden beri bu
kutsal kitaplara ulaşmak bir türlü mümkün olmamaktadır.
Agarta ile Dokuz Meçhuller arasında ne gibi bir ilişki vardır? Agartalılar,
bazılarının ifade ettiği gibi, yitip gitmiş bir uygarlığa, yani Atlantis
uygarlığına ait sırların gerçek mirasçılarımıdırlar acaba? İdeolojisi Nazi
şeflerini derinden etkilemiş olan Thule grubu üyeleri ile ilgileri hangi
noktaya varmıştır acaba? Bu konuda bilinmekte olanlar, bilinmeyenlerin
yanında şüphesiz nokta gibi kalmaktadır.
Kaynak : Agarta 1, Yazar: Ö. S. Ayçiçek
Önsöz
Eski çağlarda insanlar yeryüzünün düz olduğuna inanırlardı. Bu düşüncenin
yanlışlığı anlaşıldıktan sonra insanlar bu defa Dünya’ nın, evrenin
merkezinde bulunduğuna inanır oldular. Bilimsel gelişmenin ışığında
anlaşıldı ki, Dünya; evrenin merkezinde değil, evrenin bir köşesinde bir
nokta gibi kalan, bununla beraber bünyesinde milyarlarca yıldızı barındıran
Samanyolu galaksisinin içinde bir yıldıza bağlı bir gezegendir. Bunlara
rağmen bugün insanlık evrendeki tek akıllı yaratık olduğu düşünce ve
iddiasındadır. Bu düşünce ve iddia yukarıda bahsettiğimiz diğer
düşüncelerden pek farklı değildir. Çok yakın bir gelecekte insanlık
evrendeki en akıllı tek yaratık olmadığını anlayacaktır. Bırakın evreni,
şaşırtıcı gelse bile bugünkü yeryüzü insanlığı Dünya’ daki tek akıllı
yaratık olmadığını da anlayacaktır.
Bugün pek çok insan tarafından kabul edilmiş bulunan evrendeki tek ,akıllı
yaratık olma düşünce ve iddiasına karşı verilebilecek iki kısa cevap vardır.
Birincisi; herhangi bir konuda bilgi sahibi olunmadan o konu hakkında doğru
düşünülemeyeceğidir. İkincisi ise Einstein’ ın bir cümlesidir; "Bir
önyargıyı değiştirmek atomu parçalamaktan daha zordur." Kur’ an’ da cin ve
iblis türü şuur sahibi yaratıklardan bahsedilir. Bu nedenle farklı
boyutlarda yaşarnakla birlikte Kur’ an zaten insanın yaratılmışlık içindeki
tek akıllı varlık olmadığını ortaya koymaktadır. Burada bahsedilecek bir
diğer husus şudur: Peygamberimiz Hz. Muhammed on sekiz bin alem halkının
şefaatini Rab’ be karşı üstlenmiş durumdadır. Dolayısıyla birbirinden farklı
on sekiz bin alemde yaşayan halkları da hesaba katmak gerekir.
İşte daima bir bilmezlik sınırı ile kuşatılmış bulunan insanlık bu sınırı
pekçok yol ve yöntem ile zorladıkça yaratılış içindeki farklı gerçekler ile
karşılaşmaktadır. Bir noktadan sonra Insanlık kendisi dışındaki şuur ve akıl
sahibi varlıklar, yaratıklar ve evrenlere yayılmış insanlık ailesinin diğer
üyeleri ile karşı karşıya gelecektir. Bu karşılaştıkları göz ile görünebilir
varlıklar olabileceği gibi göz ile görünmeyen farklı boyut ve vibrasyonel
seviyedeki varlıklar da olabilecektir. Her türlü eksikliğini gidermek,
tekamül ederek dünya okulundan mezun olmak için dünyada öğrenimde bulunan
ama potansiyel olarak " en güzel surette yaratılan" insan varlığı kendini
keşfettikçe, kendindeki güçleri devreye sokarak, bırakınız sadece bu evrende
yaşayan fizik bedenli varlıkları, farklı boyutlardaki farklı vibrasyonel
seviyelerdeki bizim düşündüğümüz manada bedenlere ve formlara sahip olmayan
varlıkları da tanıyacaktır. Çünkü bu evrende yaşayan varlıklar ile ilişkiye
girmek mümkün olabileceği gibi üst boyutlardaki evrenlerde bulunan
uygarlıklarla, nihayet manevi alemlerle ve manevi alem görevlileri ile
ilişkiye girmek mümkündür.
Dünyada bu tanışma ve ilişkiyi tarih boyunca gerçekleştiren insanlar
olmuştur. Bugün de çeşitli yol ve yöntemler ile diğer medeniyetlerle ilişki
kurrnuş bulunan insanlar yeryüzünde bulunmaktadırlar. Bütün bu bireysel
ilişkiler insanlığı kendisi dışındaki medeniyetleri topyekün tanımaya doğru
götürmektedir.
Bu kitaptaki ilişki şeklini okuyucunun anlayabileceği şekilde açıklayabilmek
için belki kabul edilebilir en uygun söz "hal ehli " olmak ile ifade
edilebilir. "Dil ehli" ile "hal ehli" arasındaki derin farkı burada ifade
etmek uygun değildir. Ama kısaca hal ehli olmayı ve ilişki biçiminin nasıl
gerçekleştiğini İslam düşünürü İbn-ul Arabi’ nin şu sözleri ile bir parça
açıklayabiliriz: Prof. Dr. İbrahim Agah Çubukçu "Türk-İslam Düşünürleri"
adlı eserinde şöyle demektedir: "İbn-ul Arabi, peygamberlere vahyedilen
şeriatın bilgisinin aynı kaynaktan, aynı biçimde bazı sufilere de geleceğini
söylemiştir. Böylece İbn-ul Arabi mutasavvıfları bir çeşit peygamber gibi
anlatmak istemişir. Ancak bunlann yeni bir şeriat getirmeyeceklerini, buna
karşılık peygamberlere ait manevi hallere ulaşacaklarını, islam şeriatı
hakkındaki bilgilerini Hz. Muhammed’ in aldığı kaynaktan alacaklarım ileri
sürmek istemiştir. Futuhat’ ta velinin bir melek aracılığı veya içine
doğuşla, kendisine iletilen bilgileri alacağını belirtmiştir. Ona göre veli,
Kur’ an ve kutsi hadisle sınırlanmamış hususlarda ictihatla şeriatın bazı
yönlerini neshedebilir. Velinin tasavvufi keşf yoluna dayanmayan hadisleri
hükümsüz sayabileceğini de kaydetmiştir. O, Kur’ an’ ın son kutsal kitap
olduğunu doğrulamıştır. Veliler, Kur’ an kadar hak olan keşfi bilgilere
sahip olabilirler. Ancak Kur’ an ve kudsi hadislerle tespit edilmiş olan
esasları değiştiremezler." (Türk İslam Düşünürleri, sayfa 59-60 Prof. Dr.
İbrahim Agah Çubukçu, Türk Tarih Kurumu Basımevi, 1989.)
İşte "hal ehliyeti" ile "keşfi bilgi"ye ulaşılarak bu çalışmanın birinci
kitabı ortaya konulmuştur. Haşa, kendimi "kul" olmanın ötesinde herhangi bir
sıfata uygun bulmuyorum. Ve kitabın bugünkü yeryüzü insanlığı tarafından
anlaşılıp anlaşılmama endişesinden bir hayli uzakta olduğumu ayrıca
belirtmek istiyorum.
Bu çalışmanın ilk 14 celsesi, celse sonrası notlarından oluşmuştur. Sonraki
celseler doğrudan kayıttır.
Kaynak : Agarta 1, Yazar: Ö. S. Ayçiçek
Celse: 1 (2.11.1991)
Agartalılar Rab’ bin emri ile yeraltına inmiş ve yeryüzünü bize bırakmışlar.
Bizim gelişmemizi izlemişler, bize yardım etmişler ve hala ediyorlar. Bu
nedenle bizim atalarımız sayılabilirler. Rehberim bu bilgileri verdikten
sonra O’ nunla konuşmaya başladık. Kendisi bu görüşmeden daha önceden
haberdar edilmiş. "Agarta" denilen uygarlığa ait biri. Adı ise Semiyun.
Agartalılar yeraltına inmişler ve orada yaşıyorlar. Ama yeraltında yaşama
bizim düşündüğümüz şekilde ilkel değil. Nasıl olsun? Onlar medeniyet olarak
bizden çok ileride. Yeraltının, yerüstünün ve uzayın nimetlerinden
yararlanıyorlar . Yiyeceklerini yeraltında yetiştiriyorlar. Ama aynı Güneş’
ten bizden çok daha fazla yararlanıyorlar. O’nun yaşadığı yerde de şimdi
aynı gece ama yerini söylemiyor. Et yemiyorlar. Aynı hayvan türleri onlarda
da var. Güneş onlar için de, bizim için de aynı yerden doğup batıyor.Vibrasyonel
seviyeleri bizimle aynı, yani göz ile görünebiliyorlar. ama kendilerini
insanlardan gizliyorlar. Bu zor ve sıkıcı bir durum değil. Başka gezegenler
ile ilişki içindeler. Yönetimleri bir "Üstatlar Meclisi" ne bırakılmış.
Onlar ise gerçekten çok değerli varlıklar ve hatasız çalışıyorlar.
Alabildiğine özgürler . Evlilik kurumuna ihtiyaç göstermiyorlar, para
kullanmıyorlar, bizim gibi sözleşmelere ihtiyaçları yok. Eğer biri ile
yaşamak istiyorlarsa uzun süre veya kısa bir süre bir arada oluyorlar. Şayet
bu ilişkide çocuk doğurmalan gerekiyorsa bunu yapıyorlar ve çocuklannı
yetiştiriyorlar. Bedenleri bizimki ile hemen hemen aynı ama hastalıklı
değil, hastalanmıyorlar ve çok uzun süre bedenlerini genç tutabiliyorlar.
Onlar bu dünyadan ayrıldıklarında ruhani alemin çok yukarı kısımlarına
doğuyorlar. Zaten oralar ile sürekli ilişki içindeler ve ölüm diye bir
sorunları yok. Sürekli görüşme imkanlarına sahipler.
Bizim tarihimizi en ince noktasına kadar biliyorlar ve çok güçlü bir bilgi
merkezleri var. Büyük değişim gerçekleştiğinde bizimle irtibata geçecekler
ve yeni düzenin kurulmasında bize yardımcı olacaklar ama kendi
medeniyetlerine ait herhangi bir araç gereci bize vermeyecekler. Onu biz
kendimiz hak ederek kazanacağız. Biz yaratacağız, üreteceğiz.
Şu anda nasıl aynı dünyada birlikte yaşıyorsak o zaman da birlikte
yaşayacağız. Tek fark bizim onlan artık bilmemiz olacak. Bu görüşmeleri
zaman zaman tekrarlayacağız.
Ben Rehberim Galip’e, "öyle bir zat ile görüşeyim ki, çok ileride kendisi
ile yüzyüze görüşme yapma imkanımız olsun, bize yardıma gelecek grup içinden
olsun" demiştim.
Aşağı yukan böyle bir zatla görüştüm. bunun o zaman faydası olacağı hükmünde
birleştik. Zaman ise oynak, kesinlik söz konusu değil. Ellerinde dünya
insanlığının durumu ile ilgili her türlü bilgi var. Bu hadisenin insanlık
için en hayırlı şekilde gerçekleşmesini arzu ediyorlar. bu nedenle tarih iki
bin yılından sonra kuvvetle muhtemel ama 2, 3, 4, 5 bu değişebilir. Çünkü
insanlığın durumu sürekli değişiyor.
Bizler cehennemin tam içinde yaşıyormuşuz. Ama artık bu cehennem kendi
uygarlıklarını da etkilemeye başlamış ki, buna müsaade edilmeyecek.
Daha sonra görüşmek umuduyla kendisine teşekkür ettik ve Celsemizi kapattık.
Kaynak : Agarta 1, Yazar: Ö. S. Ayçiçek
Celse: 2 (3.11.1991)
Celseye Rehberim Galip ile başladık. Benim niyetim önceki celse hakkında
konuşmaktı. Ve doğal olarak yeni tanıştığım Semiyun hakkında sorular sormaya
başladım. Galip, "bu sorulara kendisinin cevap verebileceğini fakat ilgili
kişiye sormamın daha uygun olacağını" söyledi. Bu benim için sürprizdi. Ben
görüşmenin Semiyun ile daha sonra olacağını tahmin ediyordum. "Eğer sizler
uygun görürseniz görüşelim" dedim.
Bu görüşme Semiyun için de sürpriz oldu. Görüşmeden o da haberdar değildi.
Ama bu O’nun için zor bir şey değildi ve "her hal altında benimle
görüşebileceğini, bunun için elbette tenha bir ortamın olması gerektiğini
ama bunun bir sorun olmadığım, çok kısa sürede evine gidebileceğini"
söyledi.
Görüşmemiz yine soru cevap şeklinde oldu. Ben soruları değil, cevapları
toplu olarak naklediyorum. Kendisi 1.90 boyunda, ortalama boy bu kadar.
Kadınlar doğal olarak daha kısa. Genellikle kumral ve renkli gözlüler ama
içlerinde esmerleri de var, Şişman veya zayıf değiller. Mükemmel bir
beslenme sistemine sahipler, bu yüzden şişmanlık veya zayıflık gibi
hastalıklar onlarda yok. Hiçbir hastalığa sahip değiller. Çünkü
hastalıkların asıl sebeplerinin manevi olduğunu biliyorlar ve ona göre
manevi tedbirler almışlar. Bu nedenle vücutlarının hasta olması mümkün
değil. Bize göre yegane farklılıkları saç, tüy gibi maddelerin olmaması. Ama
hepsi çok güzel. İçlerinde çirkin yok. (Burada şu sözlerini de ilave
etmeliyim : Çirkinliği sizin anlamanız için kullandım yoksa size verilen
vücutların dahi çirkinliğinden söz edilemez. Onlar Rab’ bin yarattığı çok
değerli hediyelerdir. Gerçekten o vücutların ne olduğunu bilseydiniz, ondaki
güzelliği anlardınız). Kendilerinin ilk çağlarında vücutlarmda kıl varmış
ama zaman içinde kalkmış. Hiçbir zaman aralarında savaş olmamış. Çünkü her
zaman için Rab’ lerini bilmişler.
Ortalama ömür 400 yılın üzerinde. kendisinin yaşı da 200’ ün üzerinde.
Israrla yaşını soruyorum, "223" diyor. Ben şaşırıyorum, " size nasıl hitap
edeyim" diyorum. Şakayla cevap veriyor, "ikimiz de orta yaşta sayılırız, bu
nedenle arkadaşız" diyor. Ama arkasından ekliyor, " sizlere göre ben bilge
biriyim" diyor. Şu anda aynı geceyi paylaşıyoruz. Tek fark var ki, o
cennette yaşıyor, ben cehennemde. "Tanrım nasip eder de buraya ziyarete
gelirseniz gerçekten burasının cennet olduğunu anlarsınız" diyor. "Biz
cennet yarattık, siz cehennem..." Kendisinin de evi var. Odaları var. Uykuya
onların da ihtiyaçları var. Kendisi teknik konularda çalışıyor. Uzayla
ilgili teknik işler yapan bölümde. Dünyadaki manada "mühendis" denilebilir.
O’ na okul durumunu, düzenlerini soruyorum: "Bizde, sizdeki gibi çökmüş,
dejenere olmuş bir eğitim kurumu yok" diyor. "Sizdeki okullar hayat hakkında
hiçbir şey öğretmiyor. Çünkü büyükler hayat hakkında hiçbir şey bilmiyor.
Dolayısıyla küçükler de hayatı öğrenemiyorlar. Hayatı bilmeden, hayatı
yaşamanın sonucu ise dünyayı cehenneme çevirmeniz oldu. Başka bir şey de
beklenemezdi." Onlarda olup bizde olmayan ana, temel düzenin, sistemin ne
olduğunu soruyorum.
Cevap aslında başka bir şey olamazdı:
"Sizin temel noksanlığınız, Rab’ binize inanmamanızdır. Aramızaki temel
fark, sistem budur. Biz Rab’ be iman ettik. Siz ise O’ nu reddediyorsunuz,
O’ na inanmıyorsunuz. Sonuç ortada; Biz Rab’ be inanıp, iman edip, O’ nun
nimetlerinden yararlandık ve bir cennet yarattık. Siz ise her yerde hakim
olan O’ na ve O’ nun nimetlerine sırt çevirdiniz. Sonunda cehennem
yarattınız. Aramızdaki temel fark budur."
Ailesinin dünkü görüşmeden haberi olmuş. "Kaç çocuğunuz var?" diyorum.
Söylemiyor. Çocuklarm eğitimini soruyorum, daha ziyade ruhsal öğreti
açısından. "Bu bizim için çok önemli" diyor. "Burada yaşayan her insan
mutlaka ruhsal bilgiyi alır. Hayatı, Rab’ bini öğrenir. Burada sizinkine
benzeyen çalışmalar çok ciddi boyuttadır. Sizler ise bu çalışmalara
inanımıyorsunuz. Bizde, sizin Derneğinizdeki gibi büyük mücadeleler olmaz,
celselerimizde bunlar yoktur. Sizin durumunuz çok ayrıdır. Bu, sizin için
yararlanmanız gereken bir durumdur. Genellikle bizdeki ruhsal çalışmalar şu
andaki gibi seyreder. Ama bildiğiniz o büyük mücadeleler farklıdır, durum
değişiktir."
Boş zaman olarak nitelendirmemekle birlikte, biz de bu tür zamanlarımızda
spor yaparız, oyun oynarız. Yaptığımız spor tamamen vücudun sağlığına
uygundur. Yenme hırsı yoktur. Bu, bir savaş değildir. Sizin satrancınıza
benzeyen oyunlarımız vardır. Daha ziyade zekaya dayanmaktadır. Ama
satrancınızın çok daha gelişmişidir. İskambil türü oyunlarımız ise yoktur.
Dünyada tekamülünü bitiren bir ruh varlığı buraya doğamaz. Onun Agarta’ ya
doğabilmesi için arada birkaç okulu daha bitirmesi gereklidir.
Burada yaşayan birinin aynı zamanda vazifeli olarak dünyaya doğması hatta
fiziki bedenini bir süre burada bırakması veya aynı zamanda kullanması
teorik olarak mümkündür. Ama gerçek hakkında şu aşamada bilgi veremem.
Nüfusumuz bir milyardan biraz fazladır. (Kesin rakam vermiyor). Bizler sizin
gibi değiliz. Yersizlik yapmayız ve ilahi sistemi bozmayız. Dengelere dikkat
ederiz.
Sizinle ilgilendik, sizi koruduk ve size her bakımdan yardımcı olduk. Olmaya
da devam ediyoruz. Eğer "Atalarınız" diye bir kavram düşünülürse buna en
yakın bizleriz.
Biz de sizler gibi toplumumuzdan ve uzayın derinliklerinden haberdar olmayı
arzularız, basın yayınımız vardır. Televizyonumuz vardır. Ama biz onu çok
yönlü olarak kullanırız. Sizin televizyonunuz bize göre taş devrindeki bir
eşya gibi kalır. Sizin bütün yayınlarınızı izleyebiliriz. "
"Senden habardarım" dedi. Benim hakkımda çok şey biliyormuş. Evimi gördün
mü? Dedim. "Hayır" dedi, "Tanrım nasip ederse bir gün görürüm." "Bu nasıl
olur, ben sizin hakkınızda bir şey bilmiyorum" dedim. "Ama ben biliyorum. Bu
da benim sırrım olarak kalsın" dedi.
Aşağı yukarı bu kadar görüştük, sonra ayrıldık. Ben ardından Galip ile
görüştüm. "Rab’ bin her türlü nimetinin üzerimde olduğunu" söyledi ve
"Neden?" diye sordu. Kendime göre birkaç cevap verdim. Ama sonuç ne olursa
olsun iyi gidiyoruz. Ben bu çalışmadan memnunum.
Şu bilgiyi de unutmadan eklemeliyim; O’ na "bizdeki gibi bilginin yukarı
alemden mi alındığını" soruyorum. "Hiç şüpheniz olmasın" diyor. Bu ilahi bir
yasa. ama kendileri bize göre çok daha hızlı gelişiyorlar. Bizim son
yüzyılda bilgi alışımızda artış var ama onlarda, bizdeki gibi karışıklık,
adaptasyonsuzluk olmuyor. Gereken bilgiyi alıp hemen hazmediyorlar ve
topluma yayıyorlar. Her şey gün ve gün değişmemekle beraber muhafazakarlığı
da yine tekamül açısından değerlendiriyorlar.
Kaynak : Agarta 1, Yazar: Ö. S. Ayçiçek
Celse: 3 (8.11.1991)
Semiyun ile görüştüm. O' na "benim bu konuda on-on beş yıl süresince çalışma
yapmak istediğimi, bunu kabul edip edemeyeceğini" sordum. Kabul etti, söz
verdi. "Biz Agartalılar bir söz verdiğimizde, onu mutlaka tutarız" dedi. Ben
ise cevap olarak "biz dünyalılar bir söz verdiğimizde, genellikle onu
tutmayız" dedim ve ilave ettim "ama ben Tanrı bana bu imkanı ve gücü verdiği
müddetçe bu çalışmaya devam edeceğim. Bu benim sözüm" dedim. O da aynı şeyi
söyledi; "Tanrı bana da bu gücü ve imkanı verdiği müddetçe ben her zaman
hazırım." dedi. Ve sonra kendisinden ülkesi hakkında değerli bilgiler almaya
devam ettik.
Eğitim kurumları var ama bizden çok farklı. Bizdeki okullar adeta öğretmemek
için her imkana sahipler. Onlarda kitaba benzer şeyler var ama daha önemlisi
her türlü bilgiye sahip ve elaltında bulunan her zaman kullanılabilen
araçları var. Bu araçlar yardımı ile istenilen her bilgi, istenilen seviye
ve miktarda öğrenilebiliyor. Öğrenme çok kolay ve basit yöntemlerle
sağlanıyor. Bizdeki kadar zor ve yorucu değil. Belli bir maksatla bilgi
öğrenilmek istendiği için bir gereksizlik hali yok. Öncelikle bilgiyi
öğrenmek ihtiyacı içinde olanlara yaşam bilgisi, ruh bilgisi veriliyor. Bu
konu çok önemli. Herkesin kendini, Rab' bini, hayatını ve yaşamının
maksadını bilmesi gerekiyor. Öncelikle bu ruh bilgisi öğretiliyor. Sonra
çalışma yapılması gereken konu veya konularda uzmanlaşılıyor. Ulaşım bir
problem değil. Bu sorunu çözmüşler. Öncelikle kendi bedenlerini bir yerden
bir yere anında taşıyabiliyorlar. Bunun için ruh güçlerini kullanmaları
gerekiyor. Bu genel bir durum. Bunu yapamayanlar var ama azınlıkta. Bunlar
daha ziyade çocuklar. Teorik olarak bu yöntemi çok sık kullanmak bedende
arızaya sebep olabiliyor. Böylece o beden kaybedilebiliyor. Bunu bildikleri
için bu yöntemi sık kullanmıyorlar. Ama gelişmiş aletleri vasıtası ile bu
amaca hizmet eden enerjiden yararlanıyorlar ve zahmetsizce kendilerini ve
eşyalarını bu enerjilerin yardımı ile şuurlarını yitirmeden
nakledebiliyorlar. Bu yöntem ile bazı yakın gezegenlere gidebiliyorlar.
Fakat bu enerjiyi kullanma imkanlarının bir sınırı var. Bu nedenle ve başka
nedenlerle uzaygemileri çok önemli onlar için. Yerin altında yaşamalarının
bizde oluşan imaj ile bir ilgisi yok. Onlar da Güneş' ten, yıldızlardan,
yağmurda ıslanmaktan yararlanmak istiyorlar ve bu nedenle gün ışığından,
yıldızlardan bizde olduğundan çok daha fazla yararlanıyorlar. Yeraltı ile
yerüstü arasındaki tabaka bu konuda bir engel değil, bir sorun değil. O
tabakayı bir kenara koymuşlar. Ama öyle bir düzen oluşmuş ki, üzerindeki
tabaka varlığına halel gelmeden Güneş ışığını, yağmuru aynen geçiriyor. Bu
arada üzerindeki Güneş' i de izleyebiliyorlar.
Evvel emirde bir kitaba, bir peygambere, din bilgisine sahip olmamışlar.
Buna gerek duyulmamış. Çünkü Rab' lerini daima bilmişler. Zaten Rab' leri
öyle bir medeniyet kurmuş en başta. Kendi içlerinde nisbeten hataya düşenler
varsa da asla bu, bir insanı öldürme, hayvan öldürme veya düzenleri bozma
şeklinde cereyan etmiyor. Bizdeki gibi adalet düzenleri ve hapishane sistemi
yok. Evet onlar insan ve bizim gibi tuvalet disiplinine sahipler yani
dışkılıyorlar. Ama kendilerini kontrol altında tuttukları için bu konuda
bizlerdeki gibi sıkıntıya veya problemlere sahip değiller . Son olarak
kendisine "bu Celse odasına kendisini ışınlayıp gelebileceğini" söylüyorum.
Bu, teorik olarak mümkün ama pratik olarak adeta imkansız. Prensip
meselesinden de öte Rab' bin verilmiş bir emri var. Galip' i örnek veriyor.
"O da gerekirse kendisini yeryüzünde gösterebilir ve O' nun imkanları
bizimkinden kat be kat daha fazla ama O böyle bir şeyi yapmıyor. Neden?"
diye soruyor. O zaman işi daha iyi kavrıyorum. Kısaca şu anda böyle olması
gerekiyor. Vakti zamanı gelince biz gideriz. O zaman "Niye geldin" diyecek
hali yok ya. Bu gecelik bu kadar. Ailesine selam iletiyorum.
--------------------------------------------------------------------------------
Kaynak : Agarta 1, Yazar: Ö. S. Ayçiçek
Celse: 4 (12.11.1991)
Bu akşam tamamiyle Üstadımızın Muzaffer Kınalı' nın yüksek varlığı ile
konuştum. Dünyanın ve Ülkemin sorunlarını sordum önce Bir bütün olarak cevap
aldım: "Dünyanın bir cehenneme dönüştüğünü, bu cehennemi topyekün değiştirme
arzusu ve çalışması içinde olduklarını, arzularının dünyasal bir arzu
olmadığını ve sonuç doğurduğunu" söyledi. Hayırlı olaylar içinde Agartalılar
bize yardım edecekler, kendi bilgilerini ve tekniklerini bize vermeyecekler
fakat bize yol yordam gösterecekler. O çağda doğru ve yanlış birbirinden
ayrılmış olacak ve yeryüzünde artık yanlışın yapılmasına izin verilmeyecek.
Çünkü dünyayı cehenneme çeviren biziz, Sebep sonuç yasası işliyor. Bu hal
ancak bir süre devam edecek. İnsanlar artık yanlışa sapmayacaklar. Çünkü
doğrular öyle bir ortaya çıkacak ki, insanlar bundan ibret alacaklar.
Semiyun' u soruyorum : "Sizi bu çalışmanın içine iten yine biziz" diyor.
Üstadımız. Umarım bundan almamız gereken nasibi alırız. Semiyun' un da pek
değerli bir varlık olduğunu hatırlatıyor.
Celse: 5 (22.11.1991)
Bu gece genel olarak Semiyun kardeşim ile görüştüm. Aşağıda arz ediyorum:
Onlarda da evlilik kurumu var. Ama onlar bu kurumu karşılıklı güvensizlik
ortamına dayandırmamışlar. Bu nedenle garanti için herhangi bir kağıda imza
atmıyorlar. Kaderleri icabı neyi gerektiriyorsa onu yapıyorlar. Bir araya
geliyorlar ve evlilik hayatı yaşıyorlar. Bu yaşantıdan ancak hayır ortaya
çıkıyor. Birkaç yüzyıllık hayatları boyunca bir kere de evlenen var, yüz
kere de. Ama bu, bizim nefsani ve cinsel yaklaşımımızın çok dışındaki bir
değerlendirme. Onlarda asla kıskanma, nefsani yaklaşım, çekememe gibi
duygular olmadığı için ayrılmalarda toplum düzenini bozucu bir durum yok. Ve
ayrılmalar bir kavga veya kötü durum neticesinde olmuyor. Ancak daha yüksek
bir hayır için ayrılma oluyor. Onlarda asla aynı anda iki kişi ile evlilik
olmuyor. Bu çok ilkel ve nefsani bir düşünce. Bu evlilik tarzı asla dejenere
değil ve toplumlarını bozmuyor. Aksi halde zaten bu günlere gelemezlerdi.
Onlar da uykuya ihtiyaç duyuyorlar. Ama örneğin, Semiyun günde en fazla
1.5-2 saat uyuyor. Dolaysıyla bizlerden daha hızlı tekamül ediyorlar. Onlar
vücudun yaşaması için gerekli olan ve uykuda bizim aldığımız şarj edici
enerjileri uyanıkken de alabiliyorlar ve dolaysıyla daima dinç
olabiliyorlar. Yorgunluğu bilmiyorlar. Uykuda varlıkları daha yüksek
varlıkları ile bütünlük kuruyor. Bunu kolayca gerçekleştirebiliyorlar.
Günlerinin geri kalan kısmını çalışarak ve sosyalizasyon ile geçiriyorlar
ama onların çalışma anlayışı ve şekli bizimkinden çok değişik. Onlar
çalışırken güzellik, ahenk yaratıyorlar. Mutluluğu yaşıyorlar ve çalışma
asla yorucu değil bir zevk, hayatın ta kendisi. "Çalışmak ibadettir" sözünün
anlamını yerine getiriyorlar ve daima ibadet halindeler. Birbirleri ile
biraraya geliyorlar.
Robotlar kullanıyorlar. Günlük rutin işlerin yanısıra çalışmada ve teknik
konularda yaygın bir şekilde bunlardan yararlanabiliyorlar. Robotlarının bir
miktar düşünme kapasitesi bile var. Ama duygulardan ve ruhtan yoksunlar.
Gerektiğinde bir robotla bile konuşuyorlar. Robotlar değişik şekillerde ve
bu şekillerde estetik anlayışı var. Sanatlarını bizimkiler ile
karşılaştırmaya imkan yok. Gerçekten sanatları var ve bu sanatlar
bizimkilerinden çok değişik. Örneğin; Semiyun kitap okuyor ama bizimkinden
çok farklı bir şekilde. Bizim kitaplarımız onlar için ağırlık. Onlar bilgiyi
kolayca alabiliyorlar. Bizim kullandığımız şekilde kitap kullanmıyorlar.
Çalışırken veya herhangi bir durumda birisiyle, sözgelimi eşiyle istediği
anda yüzyüze görüşebilir. Bunun için saate benzetebildiğimiz, yanlarında
taşıdıkları aletleri var ve onu kullanmak suretiyle istedikleri yere anında
gidebiliyorlar. Bu aletler daha büyük ana aletler ile ilişkili ve böylece
lokal aletleri var. Bu aletler teoride bozulabiliyorlar. Ama sistem öyle bir
kurulmuş ki, bozulmalarına imkan yok. Bu imkan ile yeryüzündeki herhangi bir
yere anında gidebiliyorlar. Kendi Ekol' ümüzün bir görevlisi olarak orada
doğmuş olabilir. Oranın doğal sakinlerinden biri de olabilir. Bunun önemi
yok. Her iki halde de şu anda oranın insanı.
"Üstatlar Heyeti" onların medeniyetlerini yönetiyor. Ama onlar Üstadımız
seviyesinde değiller, arada çok çok büyük fark var ve onların Üstadımız
seviyesinde olmalarına gerek yok. Üstadımızın görevi ve durumu çok değişik.
Ellerinde dünya insanlarının moral, negatif, pozitif durumlarını toplam
olarak değerlendiren aletler ve imkanlar var. Daha bilmediğimiz pek çok
değer ölçüleri ile insanlığı sürekli inceliyorlar. Hakkımızdaki her türlü
bilgiye sahipler ve bu konuda oluşturulmuş çalışma ekipleri var. Bu konu
onlar için çok önemli. Dolaysıyla Üstadımız ve ekibinin yaptığı çalışmaların
kendi seviylerine uygun olan kısımlarını değerlendiriyorlar ve ellerinde bu
hayırlı neticeler var. "Üstadımızdan Allah razı olsun" diyorlar.
Bizim dünyamızın cin toplumu ile ilişki içindeler. Ortak çalışmaları var.
Onların yüksek seviyeleri ile ilişki içindeler ve bizim seviyemize uygun
alemlerinin görevlileri ile de ilişkideler. Cin toplumu da çok gelişmiş,
kendi maddelerinin imkanlarından çok iyi yararlanıyorlar ve çok güçlü,
kudretli bir topluluk oluşturuyorlar. Semiyun ile görüşmemizi burada
tamamladık.
Kaynak : Agarta 2, Yazar: Ö. S. Ayçiçek
Önsöz
Birinci kitabın ardından ikincisini yayınlıyor olmanın kıvancını yaşıyoruz.
Bu ikinci kitapta bilgilerin gelişerek zenginleştiğine tanık olduk. Ve her
konuyu ayrı bir celsede ele almak suretiyle konu bütünlüğü sağladık. Kitabın
bizce önemli bir yönü de Kuran -Agartalıları- Peygamberimiz ilişkisinin
birkaç celsede ele almış olmasıdır.
Kuran Agartalılardan bahsetmiştir. 27/82. ayet şöyledir : " O söz başlarına
geldiği zaman, onlara yerden bir Dabbe çıkarırız; o onlara insanların
ayetlerimize içtenlikle inanmadıklarını söylerler." bu ayetle ilgili olarak
değerli hocamız Yaşar Nuri Öztürk "Kurandaki İslam" isimli kitabının 171. ve
172. sayfalarında şöyle diyor. "S- 82.-85. ayetlerde bahsedilen Dabbetül-arz
nedir?
C- bunun ne olduğunu bugünkü bilgilerimizle keşfetmemiz kolay değildir. bu
konuda hadis diye ileri sürülen sözlerin tümü hiçbir dayanağı olmayan
rivayetlerdir.
Dabbetül- Arz' ın, Kur' an açısından bir iman konusu olarak bizi bağlayan
yanı şöyle verilmiştir. "O söz üstlerine indiği zaman onlara yerden bir
Dabbe (canlı) çıkarırız; o onlara insanların ayetlerimize iyice
inanmadıklarını söyler. O gün her ümmetin içinden ayetlerimizi
yalanlayanlardan bir zümre derleriz de onlar toplu halde ortaya
sürülürler.Geldiklerine Allah onlara :' Ayetlerimizi, onlara ilminiz yeterli
olmadığı için inkar mı ettini, yoksa ne yaptınız?' der. İşledikleri zulümler
yüzünden o söz tepelerime inmiştir. Artık tek kelime söyleyemezler."
Dabbetül- Arz' ı bir sembol kabul ederek bununla trene, tanka vs. işaret
edildiğini söyleyenler olmuştur. Kur' an' daki 19 rakamına dayalı
matematiksel kod mucizesini keşfeden Reşad Halife' ye göre Dabbetül- Arz,
bilgisayara işaret etmektedir. Elbetteki bunlar tenkide açık tespitlerdir.
Gerçek olan şudur : Bu ayetler bize Dabbetül- Arz' ın çıkacağını ve bu
mahlukla kıyamet arasında bir ilişkinin kesin olduğunu gösteriyor. Biz, işte
buna inanmak zorundayız. Konumuz Agarta Uygarlığı olmakla birlikte ilişkin
olduğu için burada küçük parantez açalım : Bir çağ değişikliği ile bu
Dabbetül-Arz arasında çok yakın bir ilişki vardır. 82. ayetin ardından 83.
ve 84. ayetlerde şöyle denilmektedir. "O gün her ümmet içinde ayetlerimizi
yalanlayanlardan bir cemaat toplarız. Onlar bir araya getirilip tutuklanarak
(ilahi huzura) sevk edilirler. Geldikleri zaman Allah onlara der:
Ayetlerimizi onlara ilminiz yeterli olmadığı için inkar mı ettiniz yoksa ne
yaptınız."
Burada dikkat çeken bir husus şudur. İnkar edenler, kısaca; Allah' ın ilmine
göre yeryüzü sahnesini terk etmesi gereken kötüler ilahi aleme alınırken
iyiler ne olacaktır? İşte onlar; her ümmet içindeki iyiler yeryüzünde
kalacak ve kimilerinin Altınçağ, kimilerin Mutluluk Çağı dediği yeni bir çağ
bu olayların arkasından başlıyacaktır. İşte bu arada Dabbetül-Arz da yeryüzü
insanlığına kendisi göstererek tanıtacaktır.
Peki Kuran' da geçen bu Dabbetül-Arz kimdir?
Yerden çıkacak olan bu varlık fiziki olmak durumundadır. Çünkü sudan
yaratılmış olması bunu gerektirir. Ve bu varlık şuurludur. İnsana fiziki bir
varlık örnek teşkil edecekse bu kim olabilir? En mükemmel surette yaratılan
ve fiziki bir varlık olan insana ancak yine fiziki bir varlığn örnek olması
kıyas kavramı gereği şarttır. İyi ama insana yaratılmışlıkta laf söyleme ve
örnek olmak işini hangi fiziki varlık üstlenebilir? Bu yine insandan başkası
olamaz. Aksi insanların en mükemmel surette yaratıldığını söylen Kuran
hükmüne aykırı olurdu. Örnek ama daha latif bir insan ve insan topluluğu.
İşte bu topluluk Agarta isanlığıdır. Yeryüzü insanlığına 27/82. Ayette örnek
olacak Dabbetül-Arz Agarta insanlığıdır. Bu konuda bize göre en iyi tefsiri
Elmalılı yapmıştır. Elmalılı büyük tefsirinde şöyle diyor: "Allah her
dabbeyi sudan yaratmıştır. Bir kısmı sürünürken, bir kısmı da dört ayak
üzerine yürür. (Nur: 45) ayetinden anlaşıldığı üzere her hayvan için
kullanılır. Hayvanın eşanlamlısı gibidir. "Yeryüzünde hiçbir dabbe (canlı)
yokki rızkı Allah' a ait olmasın." (Enam: 38) dan anlaşılan da budur.
Dolayısıyla hayvan gibi olan insan için de bu tabir kullanılabilir. Bu
ayette "dabbe"nin belirsiz isim olması bunun bildiğimiz dabbelerden bambaşka
bir dabbe olduğunu hatıra getirmektedir: "Onlarla konuşan dabbe"
tanımlamasından anlaşılan ise, bunun konuşan hayvan, yani insan olmasıdır.
Yapılan yorumlar da bu düzlemdedir. Kesin olan şey, bir dabbe olmasıdır.
Şüphesiz Kur' an' da 'dabbe' denildiği için dabbedir, "Konuşan dabbe"
buyrulması ise bunun bir insan olmasını belirtmek için açık bir ipucudur.
Ebu Hureyre' den (r.a.) aktarılan bir hadiste Resulallah (s.a.) şöyle
buyurmuştur: "Dabbet' ül-arz, Musa' nın asası ve Süleyman' ın mührü
beraberinde olarak çıkacak. Mühür ile müminin yüzünü parlatacak, asa ile
kafirin burnunu kıracak. İnsanlar sofraya toplanacak, mümin ve kafir
tanınacak. " Bu hadise göre de dabbe, maddi manevi olağanüstü bir güç ve
saltanatla ortaya çıkıp büyük bir islam devleti kuracak bir köktencidir.
Kuşkusuz, Musa' nın asasına ve Süleyman' ın mührü ne sahip olan zat, büyük
bir şahsiyet olacaktır. Hem de şerlilerden değil, hayırlılardan olacak.
Çünkü müminin yüzünü güldürecek, kafirin burnunu kıracaktır, Ayette
"insanların bizim ayetlerimize tam inanmadıklarını konuşur.' (Neml: 82)
buyurulması da bunu gerektirmektedir. Şu halde buna dabbe denilmesinin
nedeni, onun kafirlere karşı haşin olacağını ve Allah Teala açısından
sıradan bir dabbe çıkarmak gibi kolay olduğunu anlatmaktır."
Tefsirden de anlışalcağı gibi Kuran' a göre yer altında yaşayan bir insan
varlığı, insanlık mevcuttur. Eğer sözü geçen hadis doğruysa bu insanlık
sembolik olarak Musa' nın asasına ve Süleyman' ın mührüne sahiptir. Yani çok
kudretli bir uygarlığa sahiptir. Ve bu yüksek uygarlık Allah' a tam inanan,
maddi manevi zenginliğe erişmiş bir uygarlık olmak durumundadır. İşte bu
uygarlığın veya Dabbetül-Arz' ın ismi Agarta' dır. Ve orada Agarta insanlığı
yaşamaktadır. Kitapların içeriğinden de anlaşılacağı gibi Agarta Uygarlığı
bir anlamda Musa' nın asasına, Süleyman' nın mührüne sahip kudrettedir.
Agarta Uygarlığı bugün neden kendisini yeryüzü insanlığına tanıtmaya
başlamıştır? Kuran' a göre bunun yeni bir dönem ile tam ilişkisi vardır.
Belki de dünya insanlığı her bakımdan "İnsan" a ulaşmış Agartalıları görerek
kendi yaşayışına bir çeki düzen verecektir. Bu nedenle Agartalıların
insanlığa tanıtılması gerekmektedir.
Bu tanıma nasıl olacaktır?
Elbette bu işte hafiften başlayarak gittikçe yükselen bir dozaj ayarlaması
olacaktır. İlk başlarda bu şekilde kitaplar halinde tanım planlanmıştır.
Burada belli bir seviye elde edildikten sonra her yönüyle açık tanıtımlara
geçilecektir. İşte elinizdeki bu ikinci kitap bu yüksek amaçların içinde yer
almış unsurlardan bir tanesidir. Burada değinilecek ikinci husus bu ilişki
şeklinin okuyucular için açık ve anlamlı hale getirilmesidir.birinci kitabın
önsözünde bu ilişki şeklini yani kitabın nasıl bir ilişki ile yazıldığını
İbn-ül Arabi' den örnek vererek açıklamıştık. Aslında insan varlığının doğal
yapısı içindeki yüksek yetenekleri kullanmasına şaşmamak gerekir. Çünkü
insan "en mükemmel" olandır. Bu halde çevresindeki her türlü yaratılmış ile
ilişkiye geçebilir. Mevlana' nın dediği gibi bir kerpiçle (çamura saman
karıştırılarak yapılan tuğla) konuşabilir. Şimdi yine tasavvufa dayalı
olarak başka örnekler vereceğiz. Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri
Marifetname'nin 115. Sayfasında şöyle diyor : "Eğer konuşan nefs rahmani
ahlaklarla vasıflanıp, Hakkani özel bilgilerle kuvvet bulursa, yavaş yavaş
yeme ve uykuyu azaltıp, bedeni kuvvetlerin tasallutundan kurtulup, gazap ve
şehvetine galip olursa; o zaman kendi alemini arzu kılıp, başlangıç ve
sonuna karşılık gelir. Uyku ve uyanıklık halinde ona yönelip, ondan gizli
bilgiler alıp, geçmiş ve gelecek işler olan dünyevi mugayyegatı bilir. Zira
bu nefs, o aklın aynası olup, bilgilerin nakışlarını alıp, keşif ehli olur.
Öyle olur ki, konuşan nefs, başlangıcından bir işi alıp, hayal etme kuvveti
onu kendine uygun surete benzetip, o suret aynen ondan müşterek hisse gelir.
Ondan tahayyül madenine çeşitli suretler akseder. Şu halde konuşan nefs,
onda; güzellik, latafet ve azametle acaib suretler ve garip şekiller
müşahade edip, onlarla konuşur. Yahud kimseyi görmeyip, ancak düzenli
kelimeler ve güzel seslerle ölçülü nağmeler işitir. Eğer adı geçen işler,
uyku esnasında ortaya çıkarsa, sadık rüyadır. Eğer uyku ile uyanıklık
arasında olursa, vakıadır. Eğer nefs, uyku esnasında başlangıcına mukabil
olmayıp, bu durumları vasıtalarla görürse, karışık rüyadır ki, tahayyüller
ve evhamdır. Benzersiz melekut nurlar ve alevlenmiş yardımlar için manasız
iner. Kudsi şualar, istidadlı nefsler ve mücerretleri üzerine yayılır ve
ulaşır. Kapının açılması, Allah ismiyle kapı çalanlara hasıldır. Şimdi, bu
ruhani cihan lezzetlerini inkar edip, fasid hayaller zanneden basiretsiz,
cimanın lezzetini inkar eden cinsiyetsize benzemiştir."
Gerçekten de yaklaşık iki yüz çeşit ilişki (algılama, medyumluk) şeklini bir
kısmını Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri bize veriyor. Bunlar; görmek,
düzenli kelimeler işitmek, güzel sesler, ölçülü nağmeler işitmek şeklidedir.
Fakat bunlar insanın üstüne "kudsi şualar", "melekut nurlar", "alevlenmiş
yardımlar" kısaca "bilginin enerji şeklinde insana gelmesi ve insanda dünya
unsurlarına dönüşmesi" şeklinde iner. Sonra onlar yukardaki hal ile
algılanır veya "istidadlı nefsler" yani yüksek vazifeli rehberler insanın
üzerine yayılırlar. Ve bu bilgi alışverişi bu şekilde oluşur. Dahası İbrahim
Hakkı Hazretleri bunları "cihan lezzetleri" olarak tanımlıyor ve "bunları
basit hayaller zannedenleri" biraz da kibar olmayan bir dille
basiretsizlikle niteliyor.
Gerçekten öyledir.
İşte bu şekilde insanın kendi aleminin ötesindeki alem halklarıyla fiziki
veya ruhani olarak kurduğu ilişki neticesi oluşan bilgi alma şeklini bilim
adamımız Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk " 400 soruda İslam" isimli kitabının
32. ve 33. Sayfalarında "kurumsal olmayan vahiy", "ilhamsal bilgi" veya
"vasıtasız bilgi" olarak nitelendiriyor. İbn-ül Arabi ise bunun " keşfi
bilgi" olarak tanımlamaktadır. İşte bu şekilde "hal ehliyeti" kullanarak bu
çalışmanın ikinci kitabını yayınlamış bulunuyoruz. Önsözden de anlışılacağı
gibi Yüce Kuran' a ve tasavvufa dayanarak söylemeye çalıştığımız şudur: Bu
bilgi vardır ve gerçektir. Bu bilgiyi alma yolu vardır ve bunlar gerçektir.
Bu kitap alemlere rahmet olan insanlığa ait gerçeğin bilgisini
anlatmaktadır.
Selam ve sevgiler.
Ömer Sami Ayçiçek
Kaynak : Agarta 2, Yazar: Ö. S. Ayçiçek
Celse: 46 (27.8.1993)
Semiyum: İyi akşamlar dilerim. Suallerinize geçebilirsiniz.
Soru: İyi akşamlar. Şimdi nispeten size yakın bir bölgede, Aksaray'
dayız. Herhalde bu bölgenin altında şehriniz vardır diye düşünüyorum, ne
dersiniz?
Semiyum: Yanlış düşünmüyorsunuz. Bu bölgede çok önemli şehirlerimiz
mevcuttur. Ama konu yine de düşündüğünüz tarzda değildir. Yani tam anlamıyla
"bu bölgenin altında bir şehir vardır" diye düşünmek doğru değildir. Çünkü
genel olarak bütün bu bölge Agarta bölgesidir ve bu bölge içinde birkaç
şehrimiz mevcuttur.
Soru: Kapıların olduğu bölgelerde Agarta alanı çoğalıyor mu,
genişliyor mu, diğer bölgelere nazaran efendim?
Semiyum: Evet genişlemektedir. Ama bunun ciddi bir espirisi yoktur.
Soru: Bir celsemizde dünyada dolaşan Agartalılardan bahsedilmişti ve
bunların insanlara kendilerini belli etmeden dolaşmaları söz konusuydu. Bu
nasıl oluyor efendim? Yani, şu bildiğimiz sokakta herhangi bir Agartalı
zaman zaman yürüyor diyebilir miyiz?
Semiyum: Diyebilirsiniz. Zaman zaman Agartalılar bu şekilde dünyanın
bütün bölgelerinde ve şehirlerinde bir maksat üzerine bulunmaktadır. Sizin
onları tanımanız adeta imkansızdır. Bugüne kadar bir olay meydana
gelmemiştir. Biz nispeten sizin zaman zaman başvurduğunuz kamufle edici
tedbirleri almaktayız. Doğal olarak bizim gelişmiş medeniyetimizin imkanları
ölçüsünde yapılan kamuflaj, bu kişileri adeta sizden biri durumuna
sokmaktadır. Dolaysıyla sizler asla bu ayrımı yapabilecek durumda
olmamaktasınız. ama bazı bögelerde kendi doğal halleri ile Agartalı
arkadaşlarımız, kardeşlerimiz dolaşmaktadır. Bu, fiziksel çekiciliğin
dışında bir ayrıcalık yaratmamıştır. Onları gören insanlar gerçekten güzel
insanlar ile karşılaştıklarını düşünmüşler, bunların Agarta' dan gelen,
başka medeniyete ait insanlar olabileceklerini akıllarına bile
getirmemişlerdir. Çünkü dış görünüşümüz sizinkinden herhangi bir farkılık
arz etmemektedir. Saç hususu ise tamamen farklıdır. Ama dünyanızda da
nispeten bizim gibi başında saçı olmayan insanlar çok fazladır.
Soru: Ama şimdi tamamen saçsız bir Agartalı bayanın insanlar arasında
dolaştığını söyleyemezsiniz. O dikkati çeker diye düşünüyorum.
Semiyum: Haklısınız. Bu sözlerim daha ziyade erkekler içindi. Ama bu
tür örnekler çok olmuştur ve dünya insanlığının yaklaşımı yukarıda
söylediğim şekilde olmuştur. Bayanlar için adeta saç veya buna benzer bir
şey kullanmak zaruridir ki, arkadaşlarımız bu tür kamufle edici unsurları
sürekli kullanmaktadırlar. Ama bunun ayırt edilmesine gerçekten imkan
yoktur. Çünkü kamuflaj adeta mükemmeldir.
Soru: Peki kamuflajın dışında başka yollar var mı efendim?
Semiyum: Evet vardır. Bu sizin anlayışınıza uygun en basit ifade
şeklidir. Bizler, sizlerin arasında görünmez bir hale rahatlıkla
dolaşmaktayız. Sizleri görmekte, her şeyinizi en yakından incelemekte ama
size kendimizi göstermemekteyiz. Bir Agartalının bir anda bulunduğu ortam
içinde görünmez hale gelmesi zor bir şey değildir. Bunu hem kendi ruhsal
gücüyle yapabileceği gibi, hem de elindeki alete düşüncesi ile anında komut
vermek suretiyle vibrasyonel seviyesini bir derece yükselttiğinde, yani
vücudunun moleküllerinin birbirinden bir parça ayırdığında sizler için
Agartalı o insan görünmez hale gelecektir. Ama onun algılamasında ve
gözlemlemesinde hiçbir değişiklik olmayacaktır. Bu çok sık kullanılan bir
yoldur. Ama bunu sizin farketmeniz imkansızdır.
Soru: Zannedersem bunun dışında dünyanın herhangi bir yerini
evinizden, odanızdan, kısaca Agarta' dan rahatlıkla, çok yönlü olarak
gözlemleyebilme imkanına sahipsiniz efendim?
Semiyum: Bu, konunun bir başka boyutunu ihtiva eder.Sözleriniz
doğrudur. Gelişmişlik düzeyimiz buna imkan vermektedir. Bu nedenlerle
bizler, sizler hakkında, sizin henüz bilemediğiniz pek çok şeyi bilmeke ve
sizi yine aklınıza getiremedğiniz çok çeşitli yönlerden sürekli olarak
incelemekteyiz. Bu konu, bahsettiğim gibi bizler için son derece önemlidir
ve sırf bu maksada yönelik olarak geniş çalışma gruplarımız oluşmuştur. Bu
çalışma grupları siz yeryüzüne gelmediğiniz andan itibaren sizleri sürekli
olarak incelemekte, izlemekte ve zaman zaman da sizleri yine farkında
olmadığınız bir şekilde hayra doğru yönlendirmektedirler.
Soru: Tabii Adem' den sonrayı kastediyorsunuz, öyle değil mi efendim?
Semiyum: Sizler için Adem' den sonrayı kastediyoruz. Ama bundan
milyon yıl önce de yeryüzünde yaşayanlar vardı. Onları her türlü incelemeye
tabi tuttuk. Bugün de sizlerin dışında yine yeryüzünde yaşayanlar pek çok
uygarlığı izlemeye ve incelemeye devam etmekteyiz. Bu maksatlarla
hazırlanmış planlarımız, çalışma gruplarımız mevcuttur.
Soru: Şuurlu İnanç' ta bir bilgi vardı; "Bir dünyadan bir çok dünyalar
halinde istifade" konusuydu bu. Yani sizlerin, bizlerin dışında bu dünyada
nispeten denizlerin altında olsun, dağların içinde, dışında olsun, gerek bu
fiziki bedenlere yakın bedenlerle, gerekse bunun vibrasyonel olarak bir
miktar üst veya alt seviyelerdeki yapılaşmalar içinde de yaşayanlar var.
Efendim buna bir sınır koymak mümkün mü?
Semiyum: Evet mümkündür. Sözlerinize katılıyorum. Ama fizik bedenli
yaşayanları konumuz içinde ele almak daha uygun olur. Bunun dışına
çıktığınızda bir anlamda dünyanın da dışına çıkmış oluruz. Sizin dışınızda
yine yeraltında, yeryüzünde dağların içinde, denizlerin altında pek çok
yaşayan uygarlıklar vardır. Bunların bir kısmının gelişmişlik seviyesi ve
şuur seviyesi sizden fazla, büyük bir kısmının ise sizden geridir. Dünyadan
sorumlu olan ilahi alem görevlileri tarafından siz insanlardan saklı
tutulmaktadırlar. Zamanı geldiğinde bütün bu farklı yaşam biçimlerini tanıma
imkanınız olacaktır. Bu konuda biz elimizdeki bilgilerin bir kısmını sizinle
seve seve paylaşmaya hazırız.
Soru: Peki efendim daha önce konuşmuştuk: Yaklaşık iki milyon yıldır
bu dünyadasınız, Agartalılar olarak bu dünyada yaşıyorsunuz. Gelişmişlik
seviyenize bağlı olarak Rab' bin emri ile yeraltına indiniz ve yeryüzünü
bize bıraktınız. Fakat dünyaya gelmeden önce Agartalılar neredeydi?
Sözgelimi Samanyolu' ndaki bir başka gezegende miydiler efendim?
Semiyum: Aslına bakarsanız bir tek gezegenden bahsetmek doğru olmaz.
Sayı söylemeyeyim ama gerek Samanyolu içinde, gerekse Samanyolu' nun
dışındaki kendi bedenimize uygun pek çok Agartalılar bugün de vardırlar. Ama
tekrar vurguluyorum "Agartalılar" ismi sadece bu dünyada yaşayan bizlere
verilen isimdir. Atalarımızın yaşadığı diğer gezegenlerdeki isimler
birbirinden farklıdır. Ama bizce en önemli husus hepimizin insan olmamızda
yatmaktadır.Bizler insanız ve insanlık çok geniş bir aile olarak kainatta
pek çok fiziki gezegende yaşamaktadır. Bizim "A" veya "B" gezegeninden
geldiğimizi söylememizin şu anda ciddi bir önemi yoktur. Belki daha sonra
hangi gezegenden buraya geldiğimizi söylemek imkanımız olacaktır.
Soru: Ama o zaman şöyle söyleyeyim. Bütün kainatlardaki gezegenlerde
yaşayan insan dediğimiz varlığın fiziki kalıbına bir takım farklılıklar var
mı efendim?
Semiyum: Elbette vardır ama bunlar onun "insan" olma vasfını
zedelemeyecek ufak tefek farklılıklardır. Çok daha faklı bedenler vardır ve
zaten onlar insan bedeni olmayıp konumuzun kapsamı dışındadırlar.
Soru: Peki efendim insanlık ilk kez kainatta bir fiziki gezegende mi
üredi?
Semiyum: Bu soruya evet veya hayır diye bir cevap vermek mümkün
değildir. Çünkü konu sizin dünyasal düşüncenizin bir hayli ötesindedir.
Soru: Peki ne demek gerekir efendim?
Semiyum: Konu o kadar geniş kapsamlıdır ki, şu aşamada bundan
bahsetmek bu konuya ışık tutmak açısından faydalı olmayacaktır. Daha ziyade
bu, ruhsal çalışmaların konusuna girmektedir. Bizim konumuzun tamamen
kapsamı dışındadır.
Soru: Efendim kısa bir celse oldu, daha bir iki sorum olmakla
birlikte konu bütünlüğü bozmamak için burada bırakmayı uygun buluyorum.
Semiyum: Bizce de uygundur. En kısa sürede görüşmek ümidiyle iyi
geceler dilerim.
Kaynak : Agarta 2, Yazar: Ö. S. Ayçiçek
Celse: 68 (16.10.1994)
Semiyum: İyi geceler dilerim. Suallerinize geçebilirsiniz.
Soru: İnsanlık Altınçağ' a geçerken Agartalıların buna karşı ilgileri
ve görevleri nelerdir, o konuda konuşmak istiyorum.
Semiyum: Buyrunuz.
Soru: Efendim, aslında Altınçağ' a geçiş, Yüce Kitabımız Kuran' da
yer alıyor ve bu bizim daha önce işlediğimiz, birlikte üzerinde çalıştığımız
ayetin, 27/82. ayetin (ki, toplam 19' dur) devamındaki ayetlerde var. Bu
bizi ziyadesiyle memnun etti. Hatırlarsanız 82. ayette; "O söz başlarına
geldiği zaman onlara yerden bir dabbe (sudan yaratılmış canlı) çıkarırız. O,
onlara insanların ayetlerimize içtenlikle inanmadıklarını söyler" diyordu.
Şimdi, Agartalılar yeryüzüne çıkıyorlar ve Kuran' da bu ayette bahsedilen,
sembolik olarak bahsedilen ilişki içine giriyorlar. Fakat 83. ayette: "O gün
her ümmet içinden ayetlerimizi yalanlayanlardan bir cemaat toplarız. Onlar,
bütün inkarcılar hep biraraya getirilip tutuklanarak ilahi huzura sevk
edilirler." Yani Altınçağ' da, iki binli yıllar arifesinde, "ne kadar
inanmayan, yeryüzü sahnesinin terketmesi gereken her ümmetten insan ve
cemaat varsa, toplanıp ilahi huzura alırız" diyorlar. Bu dünyayı
bıraktırıyorlar. 84. ve 85. ayette de," geldikleri zaman Allah der,
ayetlerimi anlamadığınız halde yalanladınız mı? Yoksa ne yaptınız?
Zulmetmeleri yüzünden o söz başlarına gelmiştir. Artık konuşmazlar."
Kanalların Altınçağ dediği, Mutluluk Çağı dediği olaya iki bin yılı
civarında ve iki bin yılından sonra safha safha geçecek toplu göçüşlere,
yeryüzünün artık inanmayanlardan arındırılacağı bir çağa geçişe Kuran bu
şekilde yer vermiş. Bu öncellikle böyle yorumluyorum. Sonra sizinle
bağlantısına geçeceğim, ne dersiniz efendim?
Semiyum: Yorumlarınız tamamen doğrudur. Biz daha önceki bir
celsemizde "Kuran'da herşeyin var olduğunu" söylemiştik. Bu ayetin,
okuduğunuz bu ayetlerin birinci dereceden anlamında gerçekten yeni bir çağa
geçişten bahsedilmektedir. Ve bu geçişin nasıl olacağı o şekilde
belirtilmektedir. Bu ayetleri bu şekilde yorumladığınıza son derece sevinmiş
bulunmaktayız. Çünkü birinci dereceden anlamı bunu işaret etmektedir.
Soru: Tabi bu ayetlerin başında Agartalılardan bahseden ayetimiz var;
"O söz başlarına geldiği zaman onlara yerden bir dabbe çıkartacağız ve onlar
insanlara gerekeni söyleyecekler" diyor. Ve 83. ayette "O gün ümmet içinde
ayetlerimizi yalanlayanlardan bir cemaat toplarız." diyor. Şimdi, bu iki
ayet birbirine bağlantılı. Bu toplama işinde Agartalıların rölü, yeri nedir?
Yani kısaca Altınçağ' a geçiş olayında Kuran'da var olan bu olayda
Agartalılar olarak sizin vazifeli olduğunuz ortaya çıkıyor. Bu konuyu biraz
açar mısınız?
Semiyum: Düşündüğünüzün çok ötesinde biz zaten bu olayın içinde yer
almış bulunuyoruz. Uzunca bir zamandan beri Agartalılar olarak her türlü
imkanlarımız ile bu geçişin en hayırlı biçimde gerçekleşmesi için hizmet
sunmaktayız. Öncelikle bunun bilinmesi gereklidir. Bizlerin son aşamada
yeryüzündeki bütün insanların bilgisi dahilinde ortaya çıkacak olmamız
vazifemizin görünür hale gelmesi anlamını taşımaktadır. Zaten yaptığımız bu
çalışma, dikkat ederseniz bu son devreye denk gelmektedir. Neden biz
insanlığa kendimizi bu devirde açıklamak ihtiyacını duyduk? Bunların tamamı
birbiriyle bağlantılıdır. İnsanlığın Agartalıları bu şekilde tanıyacak
olması en hayırlı yol olarak tespit edilmiştir. İnsanlık bu şekilde
kendilerine yaptığımız yardımların idraki içinde tam olarak girecektir.
Bizler kendimizi daha önceki celselerimizde belirttiğimiz gibi dünya
insanına gösterdikten sonra, onların Yüce Kuran' da az önce ayetlerde
okuduğunuz gibi kötü niyetli olanlarının, yeryüzünden ayrılması
gerekenlerinin toplanıp yukarı aleme intikal işine karışmayacağız. Açıkçası
bir yeryüzündeki bu geçişe fiziki manada yardımcı olmayacağız. Yani insan
öldürmeyeceğiz. Bu bizim görevimiz değildir. Bize düşen görev değildir. Ama
onların ilahi aleme intikalinde her türlü yardımcı görevleri yapıyoruz.
Aslında o olay şu anda bile cereyan etmektedir. Ama ciddi ölçüde, herkesin
ciddi ölçüde farkına varacağı toplu geçişler henüz başlamamıştır.
Soru: Şimdi, o zaman göçenlere, geçenlere her yönüyle yardımcı
olacakken, kalanlara ne şekilde yardımcı olacaksınız efendim? Ondan
bahsedebilir miyiz, burada kalanlarla ilişkiniz nasıl olacak?
Semiyum: Aslında o ilişki şu anda bile başlamış durumdadır. Bir
kişiyle de, birkaç kişiyle de olsa başlamış durumdadır. Ve bu ilişki, artık
siz insanların yeryüzü sahnesinden çekilinceye kadar devam edecek uzun bir
ilişkinin başlangıcıdır. O yönüyle konuya bakarsanız biz yeryüzünde bu çağ
değişikliğinden sonra kalacak insanlarla çok yönlü olarak ilişkiye geçeceğiz.
Adeta onlara "abilik" yapacağız.
Soru: Ama geçiş sırasında kalan insanlarla ilişkiler nasıl olacak
efendim?
Semiyum: Bu konu o kadar önemli değildir. Geçiş sırasında zaten
herkes kendi derdine düşmüş olacaktır. İnsanlık bu aşamada zaten maddi
manevi problemlerini devam ettiriyor durumda olacağı için bizimle son derece
şuurlu ve yapıcı ilişki içinde olmaları beklenmemelidir. İstisnalar hariç
olarak konuşuyorum.
Soru: Efendim, Yüce Kuran' da, "O gün her ümmet içinden ayetlerimizi
yalanlayanlardan bir cemaat toplarız" deniyor. Biz kendi kaynaklarımızdan
biliyoruz ki, sekiz milyarın üzerinde nüfus var. Bu şekilde göçtükten sonra
kalanlar olacaktır. Onlardan Kuran dolaylı olarak bahsediyor. "Kötüleri
tutuklayıp götüreceğimize göre iyiler kalacaktır." diyor.Önce şunu soralım,
efendim bu toplama nasıl olacak? Bu konuda biraz bilgi verebilir misiniz?
Semiyum: Aslında bu bizim Agartalılar olarak görevimiz değildir. Bunu
az önce söylemiştik. Bu sorunun cevabı yine ruhsal çalışmaların içindedir.
İsterseniz konuya bu yönüyle bakalım. Bu soru bizim kitabımızın konusu
değildir.
Soru: Şimdi o zaman şöyle bir kavram çıkıyor ortaya. Daha önce yüz
yirmi milyon insan kalacağından söz etmiştik. Siz bu sayıyı onaylamıştınız.
Bu, şu anda ne dereceye kadar net olabilir efendim? Çünkü insanlığın durumu
değişiyor. Bu bilgiyi de biliyoruz. Ne söyleyebilirsiniz?
Semiyum: "Yüz yirmi milyon insan" sözü genel bir ifadedir. Bütün çaba
insan sayısının arttırılmasına yöneltilmiştir. Hem bizim, hem ilahi alemin
bu yönde çok ciddi çalışmaları olmuştur. Olmaya devam etmektedir. "Yüz yirmi
milyon insan" sözünü genel olarak ana hatlarıyla kabul edebiliriz. Ama
inşallah o sayıyı daha yukarıya çıkartma imkanı olur. Yüz yirmi değil de yüz
elli olur. Ama görünen o ki, daha yüksek rakkamlara çıkmak için insanlığın
çok ciddi atılımlar içinde olması gerekecektir.
Soru: Tabi, bu geleceğe yönelik bir bilgi, bir hareket olduğu için
daha fazlasını söyleyemiyorsunuz. Aslında kesin sayıyı siz bütün bu
aglılamalarınız neticesinde zannedersem biliyorsunuz efendim.
Semiyum: Öyledir ama çok yerde okuduğunuz gibi, bu konularda baştan
son söylenemez. Zaten yukarıda söylediğimiz gibi bu bizim çalışmamızın,
kitabımızın konusu değildir.
Soru: Efendim, tabi sıkıntı olacak. Bu toplama işinde kuruyla yaş
birbirinden nasıl ayrılacak. Bir felaket gelecek, bir bomba atılacak, (misal
olarak veriyorum) savaşlar olacak. Bir aileden bir fert ölecek, ötekinden
bir fert kurtulacak. Veya denizler kabaracak, dev dalgalar bir ülkeyi istila
edecek. Onun içindir ki, insanlar nasıl kurtulacak? Bunlar hep cevap
bekleyen, benim zihnimde cevap bekleyen sorular. Yani şöyle tahayyül
ediyorum, ben son anda ne bileyim kurtarılması gereken, sözgelimi
Agartalıların gemilerine çekilip alınabilir, ışınlamayla bir başka yere
alınabilir diye tahayyülatımda bir imaj var. Bu imaja karşı yaklaşımınız
nedir?
Semiyum: Hayır, düşündüğünüz gibi değildir. Düşündüğünüz manada
mucizeye benzeyen hadiseler söz konusu olmayacaktır. Ama yeryüzünde kalması
gereken, kısaca genel olarak "iyi" dediğimiz insanların bu şekilde mucizeyle
korunmasına ihtiyaç olmayacaktır. Bunu ilahi alem görevlileri, herşeyden
önce Azrail dediğiniz güç rahatlıkla ayarlayabilecektir. Bu konuda hiçbir
endişeniz olmasın. Azrail yeryüzündeki insanın canını almak istememişse onu
hiçbir güç öldüremez. Kişi kendini öldüremez. Sözgelimi kişi o tür düşünce
içinde olamaz. Çünkü Azrail o düşüncesini bile engeller. O iş ilahi alemin,
Tanrı' nın vazifeli kıldığı Azrail' in diğer meleklerin koordineli
çalışmasının ürünüdür. Bu tür mucizelere, gemilerimize çekmelere gerek
kalmayacaktır. Yani Yüce Allah iyi ile kötüyü birbirinden çok rahatlıkla
ayırt edebilecektir.
Soru: Bir tarih, toplu göçüşlerde son nokta, son bir tarih mi yoksa
muallaklık mı var?
Semiyum: Muallaklık bazı seviyeler açısından vardır. Çok yukarı
seviyeler açısından öyle bir hadise söz konusu değildir. Nihayet biz
Agartalılar, kendi imkanlarımız ile pek çok tarih öngörebiliriz. Ama müsaade
ederseniz size bir tarih vermeyelim. Pek çok kaynakta geçtiği gibi iki bin
yılından sonra safha safha Altınçağ' a geçilecektir. Ve safha safha bu
geçişler olacaktır.
Soru: Yine akla şu geliyor efendim. Yani bu geçişte ve geçiş
öncesinde sizin Agartalılar olarak insanlığa yaptığınız yardımlar, hizmetler
gizli olarak yürütülüyor.
Semiyum: Genel olarak öyledir. Ama yeryüzündeki pek çok insan toplu
geçişler öncesi sizin yayınladığınız bu kitaplar vasıtası ile Agartalıları
tanımış olacaktır. Aslında tanımaya başlamışlardır bile. Doğal olarak az
önce sözünü ettiğiniz Yüce Kuran' da bahsedilen ayetler hükmünü icra
ettikten sonra safha safha insanlığın Agartalılarla olan ilişkileri
artacaktır.
Soru: O zaman Kuran' da az önce sözünü ettiğimiz ayetlerde bahsedilen
Agartalıların etkisi şu anda yapılan yardımları ağırlıklı olarak içeriyor
efendim.
Semiyum: Öyle söylenebilirse de olayın bizi ilgilendiren yönü; bu
vesile ile Agartalıların kendilerini insanlığa gösterip örneklemesi
suretiyle insanlığın idrakındaki, fikirlerindeki, görüşlerindeki büyük
değişikliklerin ortaya çıkacak olmasıdır. Ayetlerde bu mana da mevcuttur. Şu
anda insanlık kendisini dünyanın tek sahibi sanmaktadır. Bizi gördüğü zaman
bırakın dünyanın sahibi olmayı, dünyanın çok kısa süreli bir konuğu olduğunu
idrak edecektir. Bizim onlara söyleyeceğimiz Yüce Kuran' daki sembolik halde
geçen sözler aslında bunlardır. İnsanlık bizi görüp tanıdıkça söylenecek söz
ile kasdedilen idrak uyanışı devamlı olacaktır. Biz insanlara "siz Kuran' ın
ayetlerine inanmıyordunuz" gibi söz ile bir şey söylemeyeceğiz. Onlar bizi
gördükçe kendileri alması gereken ibreti, dersi böylece alacaklardır. Kısaca
biz kendimizi onlara örnek olarak sunacağız. Böylece ayetin hükmü yerine
getirilecektir.
Soru: Peki efendim, Altınçağ'a geçiş ile birlikte Agartalıların
ortaya çıkışı ve insanlığa kendini göstermesi arasındaki bağlantıyı Kuran'
da peşpeşe yazılı olduğu için önemli gördük. Ama neden böyle? Onu tekrar
sorabilir miyiz?
Semiyum: Nedeni zaten sorduğunuz sorunun içindedir. Bu köhne, cahil
devir işini bitirip yerini bilgiye bırakmaktadır. Bu bilginin içinde Agarta'
yı da düşünebilirsiniz. Doğaldır ki, Kuran, Yüce Kitabımız, Yüce Kitabınız
bu iki bilginin bir arada olmasını öngörmüştür. Bizlerin, sizlerin bu vesile
ile yaptığımız bu iş, Kuran' ın çok ezelden hazırlanmış bu ayetlerinin
hükmüne uymaktan başka bir şey değildir. Şuradaki kutsallığı, ilahiyatı,
herşeyin ne kadar ince hesaplar üzerine inşa edildiğini sanırım idrak
ediyorsunuzdur. Bu yönüyle celsemiz son derece isabetli ve hayırlı olmuştur.
Ne sizlerin bizi tanımanız, ne insanlığın yeni bir çağa geçişi hesapsız
olmamaktadır ve bu hesap Yüce Kuran' da ta ezelden belirtilmiştir. Bizler
insanlık olarak ister dünya insanlığı, isterse Agartalı insanlar olalım,
alemlere rahmet olarak en güzel surette yaratılmış olsak bile yine de Allah'
ın yüce ilmi karşısında bir zerreden öteye hiçbir anlam ve değer
taşımıyoruz. Tabi buradan bizim değersiz, anlamsız olduğumuz neticesine asla
varmamanız gerekir. İnsanlık değerli ve anlamlıdır ama bütün değerli ve
anlamlı olan yaratılmış herşeyin Allah' a ve onun ilmine karşı kıyası bir
zerreden öteye gitmez. Bunu ayrıca belirtmekte yarar vardır.
Soru: İsabetli sözlerinize katılmamak elde değil efendim. Benim bu
akşam başka sözüm yoktur. Size iyi geceler dilerim.
Semiyum: Biz de size iyi geceler dileriz.
Kaynak : Akba Kitabevi, Ankara-1943
Yeraltı Devleti
Bir gün, Çağan Luk yakınlarındaki ovadan geçerken, Moğol kılavuzu
mırıldandı:
-Durunuz!
Devesinin üstünden kendini bırakıp yavaşça aşağı kaydı, deve de
kendiliğinden yere çöktü Moğol, dua vaziyetinde ellerini yüzüne koyduktan
sonra kutlu cümleyi tekrarlamaya başladı :
Om mani padme hung!
Akşamın hulyacı güneşinin son ışınları ile aydınlanan bulutsuz göğe kadar
ufukta uzanıp giden taze yeşilliğe bakarak kendi kendime : "Ne oldu ?"
dedim.
Moğollar bir müddet dua ettiler, aralarında fısıldaşdılar ve develerin
kolanlarını sıktıktan sonra tekrar yola düzüldüler. Kılavuz sordu :
- Gördüğünüz mü, korkudan develer kulaklarını nasıl oynatıyorlar, ovadaki at
sürüsü nasıl hareketsiz ve tetikte duruyor, koyunlar ve sığırlar nasıl
toprağa yatıyorlardı? Dikkat ettiniz mi ki kuşlar uçmaz, tarla fareleri
koşmaz ve köpekler havlamaz oluyorlardı? Hava hafif hafif titriyor ve
insanların, hayvanların, kuşların yüreğine işleyen bir şarkının nağmelerini
uzaklardan getiriyordu. Yeryüzü ile gökyüzü nefes almıyorlardı. Rüzgâr
esmiyor, güneş ilerleyişini durduruyordu. Böyle bir anda, gizlice koyunlara
yaklaşan kurt sinsi yürüyüşünden vazgeçer; ürkek antilop sürüsü çılgınca
koşusunu ağırlaştırır; koyunun boğazını uçurmağa hazır bıçak çobanın elinden
düşer; yırtıcı insan kuşkusuz salga kekliği ardında sürünerek ilerlemez
olur. Bütün canlı yaratıklar kendilerini karkuya kaptırır, dua için ister
istemez diz çöküp başlarına geleceği beklerler. Demin olan bu idi. Demin
olan da Cihan Hâkimi, yeraltı sarayında, dünya milletlerinin alın yazısını
öğrenmek için dua ettiği her sefer vukua gelen hâdisedir.
Kültürsüz, basit bir çoban olan ihtiyar Moğol işte bunları söyledi.
Moğolistan çıplak ve korkunç dağları, üzerlerinde ata kemikleri serpilmiş
uçsuz bucaksız ovalar ile sırrı doğurmuştur. Tabiatın kasırgalı
ihtiraslarından ürken veya ölüm sessizliği içinde uyuyup kalan buralar halkı
bu sırrın derinliğini sezmekte, sarı ve kırmızı Lamalar onu muhafaza edip
şiirleştirmekte, Lhassa ile Urga' daki ruhanî reisler ise ilmi ile
mülkiyetini gizlemektedirler.
Orta Asyaya seyahatimde, ilk defa olarak, başka bir isim vermem kabil
olmayan -sırların sırrını- öğrendim. İlk önce ona fazla itibar etmiyordum,
lâkin mevziî ve ekseriya münakaşası kabil bazı delilleri tahlil ve mukayese
ettikten sonra ehemmiyetinin farkına vardım.
Amil ırmağı kıyılarında yaşayan ihtiyarlar bana bir efsane naklettiler. "Bir
Moğol kabilesi Cengiz Han' ın isteklerinden kurtulmaya çalışırken bir
yeraltı ülkesinde gizlendi (Daha sonraları Nogan Kul gölü civarları
soyotlarından biri bana Agarti devletine kapı hizmeti gören ve içinden duman
bulutları yükselen bir delik gösterdi.). Vaktiyle bir avcı bu kapıdan devlet
sınırları içine girdi, dönüşünde de görmüş olduklarını anlatmaya başladı.
Sırların sırrından bahsetmesine engel olmak için Lamalar onun dilini
kestiler. Avcı, ihtiyarlığında mağraya döndü ve hatırası onu göçebe kalbine
haz ve neşe vermiş olan yeraltı devleti içinde kayboldu."
Narabanşi Kür hututkusu Celip-Camsrap' ın ağzından daha fazla malûmat aldım.
O bana yeraltı devletinden çıkıp dünyaya gelen kudretli cihan hâkiminin
zuhurunu, mucizelerini ve kehanetlerini anlattı. Ancak o zaman anlamaya
başladım ki bu efsanede, bu hipnozda, bu müşterek hülyada, her ne suretle
tefsir edilirse edilsin, yalnız bir sır değil, Asyanın siyasî hayatının
gidişine tesir edebilecek hakkikî ve hâkim bir kuvvet gizli idi. O andan
itibaren araştırmalarıma devem ettim. Prens Şultum Beyli' nin gözdesi Lama
Gelong ile prensin kendisi yeraltı devletini bana tarif ettiler. Lama Gelong
dedi ki:
- Dünyada her şey, milletler, kanunlar ve âdetler, devamlı bir istihale ve
tahavvül halindedir. Ne kadar büyük imparatorluk ve ne kadar parlak kültür
yok olmuştur. Yalnız değişmeyip kalan bir şey varsa o da fenalk, habis
ruhların bu vasıtasıdır. Altı bin yıldan fazla bir zaman evvel, ihtirama
şayan bir zat, bütün bir kabile ile birlikte toprağın içinde kayboldu ve
yeryüzüne bir daha çıkamadı. Bununla beraber, o zamandan sonra birçok kimse,
Çekya Muni, Under, Gegen, Paspa, Babür ve başkaları yeraltı devletlerini
ziyaret etti. Bu yerin nerede bulunduğunu bilen de yok. Kimi Afganistan,
kimi Hindistan der. Bu bölgelerin bütün insanları kötülüğe karşı
korunmuşlardır. Ve sınırları içinde cinayet yoktur. Bilgi sessizce gelişmiş,
hiç bir şey orada yıkılma tehlikesine düşmemiştir. Yeraltı ahalisi bilimin
en yüksek katına ermiştir. Şimdi o milyonlarca tebbaası olan büyük bir
devlettir ki üzerinde cihan hâkimi saltanat sürer. Cihan hâkimi ise tabiatın
bütün kuvvetlerini bilir, bütün insan kalplerini ve kaderin büyük kitabını
okur. Göze görünmediği halde emrini icraya hazır yüz milyon kişiye hükmeder.
Prens Şultun Beyli ilâve etti:
- Bu devlet Agarti' dir. bütün dünya yeraltı geçitleri boyunca uzanıp gider.
Bilgin bir Çin Lamasının Amerikada ne kadar yeraltı mağarası varsa hepsinin
toprak içinde gözden nihan olmuş eski bir milletce iskân olduğundan Bogdo
Han' a bahsettiğini işittim. Bu milletlerle bu yeraltı mesafelerini cihan
hâkiminin hâkimiyetini tanıtan şefler idare ederler. Bunda olağanüstü bir
şey yoktur. Bilirsiniz ki batı ve doğudaki en büyük Okyanuslarda vaktinde
iki kıta bulunurdu. Bunlar sular altında kayboldularsa da sakinleri yeraltı
devletine geçmişlerdir. Derin mağaralar, nebatların büyütülmesini sağlayıp
halka hastalıksız uzun bir hayat veren ışıkla aydınlanmaktadır. Burada
sayısız millet ve kavim yaşar. Nepalli ihtiyar bir brahman Cengizin eski
krallığı Siyam' a Tanrıların iradesiyle seyahat ederken bir balıkçıya
rastladı. Bu balıkçı kayığına binip kendisi ile birlikte denize açılmasını
ona emretti. Üçüncü günü bunlar, iki lisanı ayrı ayrı görüşmeye muktedir iki
dilli bir insan cinsinin oturduğu bir adaya vardılar. Buradaki adamlar
onlara acayip hayvanlar, on altı ayağı ve tek gözü olan kaplumbağalar, eti
çok lezzetli kocaman yılanlar, sahipleri için denizde balık tutan dişli
kuşlar gösterdiler. Yeraltı devletinden geldiklerini söyleyip bu devletin
bazı taraflarını tasvir ettiler.
Benimle Pekin-Urga seyahatini yapmış olan Lama Turgut daha başka izahlarda
bulundu:
- Agarti' nin payitahtı etrafında büyük rahiplerle âlimlerin oturduğu
şehirler vardır. Payitaht, mabetler ve manastırlarla örtülü dağın tepesinde
Dalai-Lama' nın sarayı Potala'nın bulunduğu Lhassa' yı hatırlatır. Cihan
hâkiminin taht etrafında iki milyon tecessüd etmiş tanrı durur. Bunlar aziz
panditalardır. Sarayın kendisi de yeryüzünün, cehennemin ve gökyüzünün
görünür ve görünmez kuvvetlerine sahip olup insanların ölüm ve dirimleri
bakımından her şey iktidarlarında bulunan Goro' ların saraylar ile ihata
edilmiştir. Şayet bizim çılgın beşeriyet onlara karşı savaşa kalaşacak
olursa bunlar yıldızımızın yüzünü hallâç pamuğu gibi atıp onu çöle
çevirebilirler. Onlar denizleri kurutabilir, kıtaları Okyanus haline
getirebilir ve çölün kumları arasına dağları serpiştirebilirler. Onlar emir
verince ağaçlar, otlar ve çalılar sürmeğe başlar, yaşlı ve zayıf kimseler
gençleşip kuvvetlenir ve ölüler dirilirler. Onlar bilmediğimiz acayip
arabalara binip yıldızımızın dar geçitlerinden hızla geçerler. Hindistanın
bazı brahmanları ile Tibetin bazı Dalai-Lamaları, hiç bir insan ayağının
henüz basmamış olduğu yüce dağlara tırmanmaya muvaffak oldukları zaman
buralarda kayalara oyulmuş yazılar, ayak ve araba tekerleklerince bırakılmış
izler buldular. Aziz Çekya- Muni bir dağ başında öyle taş tabletler buldu ki
ancak olgun yaşa gelince manalarını anlayabildi. Ve sonra, Agarti krallığına
girerek ordan hafızasında saklamış olduğu kutlu bilim kıprıntılarını
getirdi. İşte orada, harikalı bilimler köşklerde, müminlerin göze görünmez
şefleri otururlar: Cihan hâkimi Brahitma, ki benim sizinle görüştüğüm gibi
Tanrı ile görüşür, Mahitma, ki geleceğe ait hâdiseleri bilir; Mahinga, ki bu
hâdiselerin seveplerini sevk ve idare eder.
Kutsî panditalar dünyayı ve onun kuvvetlerini tetkik ederler. Bazan,
aralarında en bilginleri toplanıp insan bakışının hiç nüfuz etmemiş olduğu
yerlere murahhaslar gönderirler. Bunu, yüz elli yıl önce yaşamış olan Taşi-Lama
tasvir etmiştir. En yüksek panditalar, bir ellerini daha genç rahiplerin
gözlerine ve ötekilerini enselerine temas ettirip bunları derin uykuya
daldırır, vücutlarını bir nebat suyu ile yıkar, kendilerini acıya karşı
duygusuzlaştırır, bedenlerini sihirli bezlere sarar ve sonra, kudretli
tanrıya dua etmeye başlarlar. Taş kesilip yatan, gözleri açık ve kulakları
hisli delikanlılar her şeyi görür, işitir ve hatırlarlar. Sonra, onların
yanına gelip gözlerini uzun uzun üstlerine diker, vücutları yavaşca yerden
yükselir, ve daha sonra, kaybolurlar.
Goro oturduğu yerde kalıp onları nereye göndermişse bakışlarını o taraftan
ayırmaz. Göze görünmez iplikler onları bunun iradesine bağlı tutarlar.
Bazıları yıldızlar arasında seyahat ederek bunlardaki hâdiseleri, tanımayan
milletleri, hayat ve kanunları mütalea ederler. Görüşmeleri dinler,
kitapları okur, talihleri ve talihsizlikleri, sevapları ve günahları, zühdü
ve fıskı öğrenirler... Bazıları da aleve katılır ve dinlenmeksizin mücadele
eden yıldızların derinliklerinde madenleri eritip çekiçleyen, gayzerler ile
sıcak su menbalarını kaynatan, ergime [Fusion] haline getirdiği kayaları dağ
başlarındaki deliklerden yeryüzüne atan hiddetli ve merhametsiz ateş
yaratıcısını görürler. Bir kısmı ise son derece küçük, doğar doğmaz ölen ve
şeffaf olan yaratıklar arasına karışıp varlıklarının sır ve hedefine erer,
ve bir takımı denizin derinliklerine dalan ve rüzgârları, fırtınaları idare
ederek toprağa iyi sıcağı getirip yayan şuaları diyarının uslu ve akıllı
mahlûklarını tetkik ederler. Erdeni Cu manastırında vaktile Agarti' den
gelmiş olan pandita Hutuktu yaşardı. Ölürken, Goro' nun iradesi veçhile
doğudan kırmızı bir yıldızda yaşamış, buzlarla örtülü Okyanus üstünde uçmuş
ve yerin dibinde yanan kasırgalı ateşler arasından gelip geçmiş olduğunu
söyledi.
Prens yurtalar ile Lamaist manastırlarında dinlediğim hikâyeler işte
bunlardır. Bunlar bana anlatılırken takılan tavır zerrece iştibah göstermeme
elverişli değildi.
Sır bu..
Kaynak : Akba Kitapevi, Ankara-1943
Cihan Hâkimi Tanrının Karşısında
Bodgo Hutuktu' nun çalışma odasından çıkarken benden önce oradan ayrılmış
olan kütüphaneciye rastlayarak yaşayan Buda' nın kütüphanesini ziyaret
etmeme rıza gösterip göstermeyeceğini sordum. Böyle derken de basit bir
hileye başvurdum.
- Bilir misiniz ki, aziz Lamam, dedim. Bir gün cihan hâkiminin Tanrı ile
görüştüğü saatte orada bulunuyordum; o anın heyecan verici haşmetini
hissettim.
İhtiyar Lama beni hayrete düşüren bir sükûnetle cevap verdi: Budizm ve Sarı
dinimizin bunu gizlemesi doğru değildir. İnsanlardan en sayınının ve en
iyisinin, bahtiyar ülkenin, kutsî ilim mabedinin bilinip tanınmaları biz
günahkârların kalplerimiz ve fesada uğramış hayatlarımız için öyle bir
tesellidir ki bunu insanlıktan saklamak bir günah olurdu. İlave etti:
- İşte, dinleyiniz : Cihan hâkimi, bütün yıl Agarti panditalar ile
gorolarının vazifelerini sevk ve idare eder. Yalnız, bazı vakitler,
selefinin kara taştan bir sanduka içinde yattığı mağaradaki mabede gider. Bu
mağara daima karanlıksa da cihan hâkimi içeri girer girmez duvarlarda
ateşten çizgiler peyda olup sandukanın kapağından da alevler çıkmaya başlar.
Goroların en eskisi, baş ve yüzü örtülü, elleri de göğsüne kavuşturulmuş
olarak, onun önünde durur. Goro yüzünden örtüyü hiç kaldırmaz. Zira başı
hareketli gözler ve söyleyen bir dil ile çıplak bir kafa tasından ibarettir.
Dünyadan göçüp gitmiş olan ruhlar ile münasebete girişir.
Cihan hâkimi uzun zaman söyler, ve sonra, ellerini ileriye doğru uzaratak
sandukaya yaklaşır. Alevler daha parlar, duvarlardaki ateş çizgileri sönüp
yanar ve birbirine girerek yanan alfabesinin esrarlı işaretlerini meydana
getirirler. Sandukadan ancak göze görünür saydam ışık şeritleri çıkmaya
başlar. Bunlar onun selefinin düşünceleridir. Bir müddet sonra, cihan hâkimi
bu ışığın hâlesi içindedir ve ateşten harfler duvarlara Tanrının arzu ve
emirlerini durmadan yazar yazar, yazarlar. O esnada cihan hâkimi insanlığın
kaderine bütün hâkim olanların düşünceler ile temas halindedir:
krallıkların, çarların, hanların, savaşçıların, şeflerin, büyük rahiplerin,
bilginlerin, kudretli kimselerin düşünceleri ile. O, bunların niyet ve
fikirlerini öğrenir. Bu niyet ve fikirler Tanrının hoşuna gidiyorsa cihan
hâkimi bunları görünmez yardımı ile gerçekleştirecek. Tanrının hoşuna
gitmiyorsa muvaffakiyetsizliğe uğramalarını temin edecektir. Bu kudretli
Agerti' ye esrarlı "Om" bilimi verecektir, Om ki bütün dualarımıza bu sözle
başlarız, eski bir azizin adıdır. Om, üç yüz bin yıl önce yaşamış olan ilk
Goro' dur. O, Tanrıyı tanıyan, beşeriyete inanmayı, umutlanmayı ve kötülükle
savaşmayı öğreten ilk insan olmuştur. Tanrı ona göze görünür dünyayı idare
eden kuvvetlere hâkim olmak iktidarını o zaman verdi.
Cihan hâkimi, selefi ile görüştükten sonra, büyük Tanrı kurultayını toplar,
büyük adamların fiil ve fikirlerini muhakeme eder onlara yardım eder veya
karşı gelir. Mahitma ile Mahinga dünyayı idare eden nedenler arasında bu
fiil ve fikirleri bulurlar. Daha sonra, cihan hâkimi büyük mabede girip
yalnız başına dua eder ve alevler arasında da ağır ağır Tanrının yüzü
meydana çıkar. Cihan hâkimi Tanrıya kurultayın kararlarını saygı ile
bildirir ve en kudretliden, karşılık olarak, ilâhî emirlerini alır. Mabedden
çıktığı zaman cihan hâkiminin yüzünde Tanrı ışığı parıl parıl parlar.
Kaynak : Agarta-Yeraltı Devleti, Bilim Araştırma Merkezi
Önsöz
Agarta Yeraltı Dünya Devleti, çağımızda, insanlığın içine sokulduğu uyanış,
idrâkleniş sürecinde, dolaylı ve dolaysız yollarla yapıldığı geniş işlevi ve
etkisi ile yeryüzünün toplumsal her türlü eylem ve girişimlerinde söz sahibi
olarak, yeryüzünün derin yeraltı yapay yerleşim sitelerinde görkemli
çalışmalarını sürdürmektedirler. Araştırmalar, gözlemler ve gelenekler böyle
söylüyor. Onbinlerce Yıl önce, dış dünyaların üstün senyörleri tarafından
kurulduğu belirtilen bu bilgelik ülkesinin, son derece gelişmiş milyonlarca
vatandaşı ile, yeryüzünün derin yapay mağara sistemleri içersine yerleşerek,
buralardan dünya insanları aralarına zaman zaman dahil edilen yüksek ve
kimliği çoğu zaman saklı üstadlar, liderler, bilim adamları vb. vasıtasıyle
beşeri evrim ve gelişimin belirli bir program üzere gerçekleşmesini
sağladıklarını, çeşitli kaynaklar ifade etmektedirler. Bu yapıtla, Yeraltı
Uygarlığı' na ilişkin, bazı Doğu ve Batı kaynaklarından alınan görüş, yorum
ve bilgiler bir araya getirilmişler ve iddiasız olarak sunulmuşlardır. Ne
var ki, Hakikâtler' in esas kendileri olmayan bu bilgiler, şimdilik hiç
değilse, belirli bir önbilgi ve kavram oluşturmak bakımından önemlidir.
Kaynak : Agarta-Yeraltı Devleti, Bilim Araştırma Merkezi
1. Bölüm - Tufan Öncesi Koloniler
Alman yazar, K.K. Doberer "The Goldmakers" adlı kitabında şu düşünceyi
belirtir : "Atlantis' in bilge kişilerinin görüşlerine göre büyük tehlikeden
kaçmanın bir yolu da göç etmektir. Akdeniz üzerinden doğuya doğru
ilerleyerek Asya topraklarına varıp DÜNYA' NIN DAMI' nda koloniler kurmaktı.
(Himalayalar' da)" Bu, şaşırtıcı bir tahmin olmasına rağmen, belki de
gerçeklerden pek uzak değildir. "İyi Kanun" un yüksek rahipleri ve prensleri
kültür ve teknolojilerinin tüm meyvaları ile birlikte, yeryüzünün güvence
içindeki uzak bir köşesine havadan nakledilmiş olabilirlerdi. İlimlerini,
küçük, tümüyle tecrit edilmiş topluluklarda, akademilerimizce bile tahayyül
edilemiyecek yüksekliklere değin gelişmiş olabilirlerdi. Görünürde fantastik
olan bu kurama ağırlık kazandıracak kanıtlar mevcuttur.
Mahabharata Destanı' nda, göklerde uçakların uçtuğu ve kentler üzerine
tahrip edici bombaların atıldığı eski bir devirden bahsolunur. Zalim
savaşlar yapılmış ve kötülük serbestçe hükmetmiştir. Jeolojik tufandan az
önce olanların muhtemel görüntüsünü eski yazıtlardan ve çoğu ırkların
efsanelerinden faydalanarak yeniden kurabiliriz.
Kültürlerin sonunun geldiği ve insanlığın ilerleyişini tehlikeye girdiğini
farkeden bir grup açık görüşlü filozof ve bilgin, dünyanın erişilmesi
imkânsız bölgelerine çekilmeye karar verdiler. Dağlarda gizli yeraltı
sığınakları inşa edildi. Himalayalar' daki saklı vadiler, uyanış meşalesini
geleceğe ulaştıracak birkaç seçkin kişiye tahsis edilmişti.
Kaynak : Agarta-Yeraltı Devleti, Bilim Araştırma Merkezi
a- Birleşmiş Milletler'ce Bilinmeyen Devlet :
Okyanus, Atlantis' i kapladığı zaman bundan kurtulan koloniler, yıkılmış
olan İmparatorluğun hatalarını tekrarlamaktan kaçınarak bir ütopya inşa
etmek üzere ayakta bırakılmışlardı. Barbarlık ve cehaletten uzakta kalan bu
topluluklar, tecrit olmakla korunarak geliştiler. Daha başından, dış dünya
ile bütün teması kesmeye karar verilmişti. Hiçbir engelle rastlanmayan
bilimleri gelişerek, Atlantis' in başarılarını geride bıraktı.
Bu anlatımlar bir fantazi mi? Yine de, günümüzün bazı bilim adamları,
şimdiden, gelebilecek bir atom afetine karşı yeraltı sığınakları ve hâtta
yeraltı kentleri önermişlerdir. Kentlerin boşaltılması ve yeraltı
kasabalarının inşa edilmesi, insanlığın devamlılığını garantiye almak için
gösterilen çaba dahilinde sorumluluklarını anlayan bilim adamlarınca teklif
edilen projelerdir. Eğer böyle bir plân bugünün bilim adamlarınca da
düşünülüyorsa, insanlığın ahlâki çöküşü ve "Brahma' nın onbinlerce güneş
gibi parlayan silahı" nın tehlikesi ile karşılaşıldığında Atlantis' in
kültürel liderlerince buna benzer bir projenin önerilip gerçekleştirilmesi
mümkün değil midir?
Unutulmuş bir devirde bir teknolojiye sahip olmuş güçlü bir devlet
görüntüsü, aklıbaşında bilimsel düşüncenin çerçevesi içinde pekâlâ yer
alabilir. Nükleer fiziğin öncülerinden Prof. Frederick Soddy, 1909' da,
eskilerin bilimsel geleneklerinin, "dünyanın kaydolunmamış tarihindeki
geçmiş birçok devirlerin birinden, bugün bizim yürümekte olduğumuz yolu
önceden tamamlamış olan bir insanlık çağından kopup gelen bir yankı"
olabileceğini söylemiştir. Bir medeniyetin ürünlerini, yıkıcı savaşların ve
jeolojik afetlerin tehlikelerine karşı belirsiz bir süre boyunca
koruyabilmek için, yeraltı sığınaklarından daha etkin birşey olamaz.
İnsanın, bu gezegen üzerindeki yaşam hikayesinden birçok sayfa, Zaman'ın eli
tarafından yırtılarak çıkarılmıştır. Ancak, efsaneler, ileri bir medeniyeti
yok eden devasa bir afetten bahseder. Kurtulanların çoğu vahşilere
dönüşmüştü. Sonradan, "İlâhi haberciler"ce rehabilite edilenler, ilkel
durumlardan yükselerek bizim kendi kökenimin de dayandığı geçmiş tarihin
uluslarını oluşturdular. "Güneş' in Çocukları" nın gizli topluluklarının
nüfusu azdı, ama bilgileri çoktu Yüksek bilimleri sayesinde, bilhassa Asya'
da, muazzam bir tüneller şebekesi kazdılar.
Tecrit edilme, bu kolonilerin ebedi kanunu olagelmiştir. Filozoflar, bilim
adamları, şairler, ressamlar, yazarlar, din ve müzik ile uğraşanlar
çabalarını sürdürmek üzere sakin bir ortama gerek duyarlar. Askerlerin ayak
sesini, ya da pazaryerinden gelen bağırtılar işitmek istemezler. Çağlar
boyunca, bilgeliklerini buna benzer olanlarla paylaşageldiklerinden, hiç
kimse bu filozofları egoistlikle suçlayamaz. Bu kopukluk, koruyucu
niteliktedir. Bugün kaba kuvvet, ilk çağların zamanlarındaki kadar geçerli
değil midir? Kaba kuvvet, teknolojik zırhı içinde belki daha da dehşetlidir.
İnsanlığı Büyük Kardeşler' i (Elder Brothers), karlı tepeler arasındaki
gizli vadilerde kaybolmuş ya da dağlardaki tünellerde saklanmış bir halde
yaşarlar. Bu kolonilerin gerçekliği üzerine belirtiler, Hindistan , Amerika,
Tibet, Rusya, Moğolistan gibi birbirilerinden bu kadar uzakta olan ülkeler
ile dünyanın çeşitli bölgelerinden gelmektedir. Zamanın genişliği içinde, bu
raporlar geçen beşbin yıl süresince ortaya çıkmıştır. Çeşitli ülkelerde
yaşayan insanların hayalleri ile süslenmelerine rağmen gerçeğin
tohumlalarını taşıdılar.
Elli yıl kadar önce, Fransız Akademisi' nden Dr. Fredinand Ossendowski,
kendisine Prens Chultun Beyli ve onun Lama' sı tarafından Moğolistan' da
anlatılan tuhaf bir hikayeden bahsetmiştir. Bu görüşe göre, önceleri
Atlantik ve Pasifik Okyanusu' nda iki kıta bulunuyordu. Bu kıtalar denizin
dibine çöktüğünde buralarda yaşayanlardan bazıları muazzam yeraltı
sığınaklarına kaçtılar. Bu mağaralar, tarih öncesi insanlığın kaybolmuş
halkına hayat veren ve bitkilerin büyümesini sağlayan acayip bir ışıkla
kaplıdır. Bu ırk, bilimin en yüksek düzeyine ulaşmıştır.
Polonyalı bilgin, Agharta'nın yeraltı halkının büyük teknik aşamalara
ulaştıklarını belirtir. Asya' daki devasa tünel şebekesinin içinde, yüksek
hızda yol alan olağandışı araçlara sahiptirler. Diğer gezegenlerdeki yaşam
üzerine çalışmalar yapılmıştır. Ancak, en büyük başarılarını zihin konusunda
elde etmişlerdir.
Meşhur kâşif ve ressam Nicholas Roerich' e, Çin Türkistan' ı ve Sinkiang'
daki gezileri sırasında uzun yeraltı koridorları gösterilmiştir. Yerel
sakinler ona, kasabalarda alış veriş yapmak için tünellerden dışarı çıkan
tuhaf insanlardan bahsettiler. Onlara, aldıklarının karşılığını kimsenin
teşhis edemediği eski paralarla ödemişlerdi. Roerich, 1935' de Çin' deki
Kalgan yakınlarında Tsagan Kure' de konaklarken, "The Guardians"
(Gözeticiler) adlı bir makale yazdı. Bu yazıda, eğer çölün ortasında
boşluktan çıkıyormuşçasına gizemli adamlar beliriyorsa, bunlar bir yeraltı
geçidinden çıkmış olamaz mı, diye soruyor. Nicholas Roerich, bu gizemli
ziyaretçiler hakkına Moğollara danıştığında ona birçok ilginç hususlar
açıklamışlardır. Yabancılar arada bir at sırtında geliyorlar ve ortalığı
fazla meraklandırmamak için tüccar, sığırtmaç ve asker gibi giyiniyorlardı.
Moğollar' a hediyeler vermişlerdi.
Uluslararası bir şöhrete sahip olan ve hem araştırmacı, hem de ressam olarak
başarılı sayılan bir kişinin tanıklığı hafifçe geçiştirilemez. Andrew Tomas,
bu kâşifle 1935 yılı seferinden sonra Şangay' da karşılaşma bahtiyarlığına
ermiştir. Burada belirtmeliyiz ki, 1926' da Prof. Roerich ve heyetindeki
üyeler, Karakum Dağları' nın üzerlerinde parlak bir disk izlemişlerdir.
Güneşli bir sabahleyin ve üç kuvvetli dürbünle objeyi net bir şekilde
gözlediler. Sonra, bu oval araç aniden yönünü değiştirir. Kırk yıl önce Orta
Asya' da ne uçak, ne de balon vardı. Bu, tarih öncesi bir koloniden gelen
bir uçan araç mıydı?
Roerich Heyeti, Karakurum Geçiti' nden geçerken yerli rehberlerden biri
kendisine, dağların içlerindeki gizli girişlerden ortaya çıkan uzun boylu,
beyaz tenli adam ve kadınlardan bahsetmişti. Bunlar, meşalelerinin ışığı
altında karanlıkta görülmüşlerdi. Rehberlerden birinin söylediğine göre, bu
gizemli dağ insanları gezginlere de yardım etmişlerdir. Tibet kâşifi Madam
A. Davit-Neel, yazılarında Tibetli bir şairden söz eder. Denildiğine göre bu
şair, Çin' in Çinhai eyaletinin boş çölleri ile dağlarının bir yerinde
bulunan "tanrıların yurdu" na ulaşan yolu bilmekteydi. Bir keresinde, Madam
David-Neel' e, bu yerden mavi renkte bir yaz çiçeği getirmişti. Halbuki
David-Neel' in bulunduğu bölgede ısı -20 dereceydi ve Dichu Nehri180 cm' ye
kadar donmuştu.
Kaynak : Agarta-Yeraltı Devleti, Bilim Araştırma Merkezi
b- Kuzey Şamballa :
1920' lerde bir Şangay gazetesinde, Dr. Lao-Tsin' in bir ütopya peşinden
Orta Asya' ya yaptığı seyehat üzerine yazdığı bir makale yayımlandı. Doktor,
James Hilton' un "Lost Horizon" (Kaybolan Ufuk) adlı romanının
yayımlanmasından önceki bir tarihe rastlayan bu renkli hikayesinde; Nepal'
li bir Yogi ile Tibet' in yaylalarına yaptığı tehlikeli geziyi anlatır. İki
gezgin, boş bi dağlık bölgede, keskin kuzey rüzgarlarından korunmuş ve
çevresine nazaran daha ılıman bir iklime sahip, saklı bir vadi bulurlar. Dr.
Lao-Tsin, "Şamballa Kulesi" nden ve merakını uyandıran laboartuvarlardan
bahsediyordı. İki gezgin, vadide yaşayanların büyük bilimsel aşamalar
yaptıklarını görmüşler, uzun mesafeler dahilinde yapılan olağandışı telepati
deneylerini de seyretmişlerdir. Eğer, her şeyi açıklamamak üzere burada
yaşayanlara verilmiş herhangi bir sözü olmasaydı, Çinli doktor, vadide
geçirdiği günler hakkında daha çok şeyler anlatabilirdi. Doğu' nun Kuzey
Şamballa tradisyonuna göre, Orta Asya' da şimdi sadece tuz gölleri ile
kumların bulunduğu yerde bir zamanlar muazzam bir deniz mevcuttu. Bu
denizin, şimdi geriye dağlardan başka hiçbir şeyin kalmadığı bir adası
vardı. O uzak devirlerde büyük bir olay meydana geldi:
"Ateş' in Çocukları' nın, Venüs' ten gelen Alev Senyörleri' nin arabası,
püsküren alevden dilleri ile göğü dolduran korlaşmış ateş kütlelerince
çevrili olarak, ölçülmeyecek yüksekliklerden hızlı düşüşün görkemli
kükreyişi ile göksel mekanların içinden yeryüzüne doğru parladı; Gobi
Denizi' nin sinesinde gülümseyerek uzanan Beyaz Ada' nın (White Island)
üzerinde asılı kalarak durdu."
Sibirya, Tunguska' da 1908' de yere çakılan kozmik uzay gemisi olayının
zamanımıza yarattığı tartışmanın çerçevesi içinde bu Sanskrit metinin ciddi
olarak incelemeliyiz.
Şamballa, Tibet ve Moğolistan folkloru ile şarkılarında, en yüksek dereceden
bir realite biçmine dönüşene kadar yüceltilmiştir. Nicholas Roerich, Orta
Asya' daki bir sefer gezisi sırasında, Şamballa' nın üç ileri sınır
noktasından biri olarak kabul edilen beyaz bir sınır boyu mevkiine rastladı.
Lamalık'ta Şamballa inancını ne kadar kuvvetli olduğunu göstermek için,
Roerich' le konuşan Tibet' li bir rahibin sözlerini aktaralım: "Şamballa
halkı zaman zaman dünyaya çıkar. Şamballa' nın, dünya ortamında yaşayan
ortakları ile buluşurlar. İnsanlğın iyiliği için dışarıya kıymetli
hediyeler, harikulâde emanetler gönderirler." Csoma dö Köros (1784-1842),
Tibet' teki budizm geleneklerini inceledikten sonra Şamballa ülkesini Siri
Derya Nehri' nin ötesinde, 45 ile 52 derece kuzey paralelleri arasında
yerleştirmiştir. Belçike, Antwep' de yayımlanan bir onyedinci yüzyıl
haritasının Şamballa ülkesini göstermesi dikkate değer bir husustur. Peder
Stephen Cacella gibi Orta Asya' daki ilk Cizvit gezginleri, "Zembala" adında
bilinmeyen bir bölgenin varlığını kayıtlarına geçirmişlerdir.
Albay N.M. Prjevalsky ve Dr. A.H. Frank gibi kâşifler, çalışmalarında
Şamballa'dan bahsederler. Eski bir Tibet kitabı olan "Then Path to Shambhala"
nın ("Şamballa'ya Giden Yol"), Prof. Grünwedel'ce yapılan tercümesi ilginç
bir dökümandır. Ancak, coğrafi işaretler sanki bir amaçla belirsiz hale
getirilmişlerdir. Yerlerin ve manastırların eski ve yeni isimler ile onlar,
tamamen aşina olmayan birinin işine yaramazlar. Koloniler hakkında gerçekten
bilgisi olanlar, Gözeticiler' in insanlık üzerine çalışmalarını engellememek
için nerede olduklarını hiçbir zaman açıklamayacaklardır. Ayrıca, Doğu
edebiyatı ve folklorunda bu yerlere yapılan atıflar, değişik bölgelerdeki
topluluklardan bahsettikleri için bazen çelişkiye düşmüş gibi görünürler.
Andrew Tomas, bu konuyu birçok yıllar inceledikten sonra bu bölümü
Himalayalar' da yazmıştır. Kendisine göre, "Şamballa" adı, Gobi' deki Beyaz
ada'yı, Asya ve diğer yerlerdeki saklı vadiler ile tünelleri ve daha birçok
şeyi kapsar. Taoizm' in kurucusu Lao Tse (İ.Ö. 6. Yy), "batı tanrıçası" olan
His Wang Mu'nun yurdunu aramış ve bulmuştu. Taoist gelenek, tanrıçanın
binlerce yıl önce bir ölümlü olduğunu doğrulamaktadır. Tanrıça, "ilahi"
olduktan sonra, Kun Lun Dağları' nda inzivaya çekilir. Çinli rahipler,
rehbersiz gezginlere geçit vermeyen muhteşem güzellikteki bir vadinin
mevcudiyeti üzerine ısrar etmektedirler. Kun Lun Dağları' ndaki bu vadi, bir
cinler topluluğuna hükmeden His Wang Mu'nun yurdudur. Bunlar, dünyanın en
büyük bilim adamları olabilirler.
Bu görüş açısından bakıldığında, Roerich Heyeti tarafından (Kun Lun Dağları'
nın bir uzantısı olan) Karakurum Dağları üzerinde acayip bir uçan aracın
görünmesi olduça anlamlıdır. Bu acayip disk, "tanrılar" a ait bir uçak
olabilir, ya da uzay hangarından gelmiş olabilir.
Şimdiye kadar söylenenlerden anlaşılacağı gibi, gizli topluluklarda
yaşayanlarla temas kurmanın zorluğu açıkça bellidir. Yine de bu
karşılaşmalar, kayda geçirenlerden çok daha sık olagelmiştir. Kayıtların
bulunmaması, bu eski kolonilerin ziyaretçilerinin, haklı nedenlerle,
kaçınılmaz bir gizli yemini etmeye bırakılmaları ile açıklanabilir. "Mahatma"
lar, Kadim Bilim' in bekçileri ve Çağlar' ın Hazinesi' nin gözetiçileri
olduklarından; değişiklil meraklıları, hazine avcıları, ya da süpheciler
tarafından rahatsız edilmek istemezler.
Mahatmalar' ın, insanlığa yardım faaliyetlerinin kapsamını aydınlatıcı bir
biçimde özetleyen mektupların birinden aktarma yapmak yerinde olacaktır:
"Sayısız kuşaklarca üstadlar, yalçın kayalıklardan oluşan bir mabed, devasa
bir Sonsuz Düşünce Kulesi inşa etmişlerdir. Burada 'Titan' yaşamıştır ve
daha gerekirse tek başına yaşayacak, buradan ancak her devrenin sonunda,
kendisiyle birlikte çalışmak ve sırası geldiğinde boş inançlı insanları
aydınlatmak için insanlığın seçkin kişilerini davet etmek üzere çıkacaktır."
Temmuz 1881' de Mahatma Koot Humi böyle yazmıştır. Evrim yolundaki
büyüklerimizin, "İyi Kanun" un takipçileri kişilerin Atlantis' ten göçlerini
emretmiş olmaları çok muhtemeldir. Atlantis' in görkemli günlerinde ulaştığı
tüm maddesel ve spiritüel aşamalar halâ daha gizli kolonilerde muhafaza
ediliyor olabilirler. Bu ufacık Cumhuriyet, Birleşmiş Milletler
Organizasyonu' nda temsil edilmemesine rağmen, Dünya gezegenindeki tek
kalıcı devlet ve kayalar kadar eski bir bilimin bekçisi olabilir. Şüpheciler
şunu unutmamalıdırlar ki Mahatmalar' ın Mesajları, belirli bazı hükümetlerin
devlet arşivlerinde halâ korunmatadırlar.
Rus folklorunda, içinde hakkaniyetin hükmettiği Kitezh yeraltı kentine dair
bir efsane vardır. Çar hükümetince mahkûm edilen İhtiyar İnançlılar (Old
Believers) bu Vadedilmiş Ülke' yi aramışlardı. Gençler, "Nerede bulunacak?"
diye sorduklarında ihtiyarlar, "Batu yolunu izleyin", diye karşılık
verdiler. Tatar fatihi Batu Han, batıya doğru ilerleyişine Moğolistandan
başlamıştı. Bu yön, ütopyanın Orta Asya' da bulunacağını belirtiyordu.
Efsanenin diğer bir çeşitlemesinde de Rusya' daki Sveltloyar Gölü
belirliyordu. Ancak, gölün dibi taranıp da birşey bulunamayınca bu iddanın
aslı olmadığı anlaşıldı. Kitezh geleneğini Kuzey Şamballa geleneği ile
birlikte ele almak gerekir. Aynı şeyi Belovodye Destanı için de
söyleyebiliriz.
Rus Coğrafya Derneği' nin 1903 yılı Dergisi' nde Korolenko' nun yazdığı,
"Ural Kazakları'nın Belovodye Krallığı'na Yaptıkları Yolculuk" adında bir
makale vardır. Aynı şekilde, 1916' da Batı Sibirya Coğrafya Derneği de
Belosliudov' un "Belovodye Tarihi'ne" başlıklı bir yazısını yayımladı.
Bilimsel kuruluşlarca sunulan bu makalelerin her ikisi de oldukça ilginçtir.
Rusya' daki "Starover" ya da İhtiyar İnaçlılar arasında süregelen tuhaf bir
tradisyonda bahsederler. Buna göre, "Belovodye" ya da "Belogorye" -Beyaz
Sular' ın ve Beyaz Dağlar' ın ülkesi- diye bir yerde dünyasal bir cennet
mevcuttur. Şunu da unutmayalım ki Kuzey Şamballa, Beyaz Ada (White Island)
üzerine kurulmuştu.
Bu hayalet krallığın coğrafi konumu, ilk anda edinilen izlenimdeki kadar
belirsiz olmayabilir. Orta Asya' da, bazılarının korumakta olduğu, beyaz bir
tabaka ile kaplı birçok tuz gölü vardır. Chang Tang ile Kun Lun Dağları' nın
tepeleri de karla kaplıdır
Nicholas Roerich' in Altay Dağları' nda edindiği bilgiye göre, büyük
göllerin ve yüksek dağların ötesinde bir "gizli vadi" mevcuttu. Birçok
kişinin Belovodye' ye ulaşmak için çabalamasına rağmen, başaramadıklarından
söz ediliyordu. Ancak, aradıklarını bulan bazı kişiler, kısa bir süre için
orda kalmışlardı. Ondokuzuncu yüzyılda, iki adam bu ütopyaya ulaştılar ve
geçici olarak orada yaşadılar. Döndüklerinde, kaybolmuş koloni hakkında
harikalardan bahsettiler, ama "diğer harikalardan söz etmelerine izin
verilmemişti."
Bu hikâyenin, daha önce anlattığımız Dr. Lao-Tsin' inki ile birçok ortak
noktası olduğu görülüyor. Roerich' in bu toplulukların birinden manastırına
dönmekte olan bir lama hakkındaki hikâyesinden, bu gizli yerleşim
merkezlerindekilerin bilime yönelik kişiler oldukları sonucunu
çıkarabiliriz. Bu keşiş, dar bir yeraltı geçidinde kusursuz yetiştirilmiş
bir koyunu taşımakta olan iki adama rastlar. Hayvan' ın, gizli vadide
uygulanan bilimsel üretme için kullanıldığını anlaşılmaktadır.
Misyonerlerin, ondokuzuncu yüzyıldan kalan ve Çin imparatorlarının kritik
zamanlarında akıl danışmak üzere "Dağların Cinleri" ne (Genii of the
Mountains") temsilciler gönderdiklerini teyit eden nadide raporları Vatikan
Arşivleri' nde korunmaktadır. Bu dökümanlar, Çinli diplomatların nereye
gittiklerini belirtmeseler dahi, sadece Chang Tang, Kn Lun ya da Himalayalar''a
gitmiş olabilirlerdi.
Katolik misyonerlerin bu kayıtları (ve Monseigneur Delaplace' nin yazdığı "Annales
de la Propagation de la Foi"), Çinli bilgelerin Çin' in geçit vermeyen
bölgelerinde yaşayan insanüstü varlıklara inandıklarını gösterir.
Kayıtlardaki tariflere göre "Çin Koruyucuları" ("Protectors of China")
görünüşte insana benzer ama fizyolojik olarak bizlerden farklıdırlar.
Kaynak : Agarta-Yeraltı Devleti, Bilim Araştırma Merkezi
c- Kutsal Dağlar ve Kayıp Kentler :
Dünya üzerindeki birçok dağın "tanrılar" ın yurdu oldukları düşünülür. Bu,
bilhassa Hindistan için geçerlidir. Hindular, Nanda Devi, Kailas,
Kançencanga ve diğer birçok yüksek tepenin ilahî anlam taşıdıklarına
inanırlar. Onlara göre dağlar tanrıların yaşam mekânlarıdır. Dahası, sadece
tepeleri değil, dağların içlerini de kutsal sayarlar. Şiva' nın tahtının
Kailas (Kang rimpoche) Dağı' nda olduğunu söylenir. Ayrıca, Kançencanga
üzerine Şiva' nın gökten indiği de kabul edilir. Tanrıça Lakshmi' nin ise,
Şiva' nın aksine, bu tepeden cennete yükseldiğine inanılır. Bu efsanelerin
analizi sonucunda kişi, insanların arasından tanrıların yaşadığı zamana ait
geçmiş bir devirde, iki yönlü bir hava ya da uzay trafiği sürdüğü izlemine
kapılıyor.
Medeniyetin ilk ışıklarının ağarmasıyla birlikte, insanlığın vahşetten
kurtulmasından bu yana iyilik sever, güçlü tanrılara karşı bir inanç
belirdi. Dünyanın belirli bölgeleri ve göklerdeki yaşam yerleri bu uzaylı
varlıklara atfedildi. Eski Yunanistan' da, Parnas ve Olimpos Dağları' nın
tanrıların tahtları olduğu düşünülürdü. Mahabharata' ya göre, Asuralar
göklerde yaşarken Paulomalar ve Kalakanjalar, uzayda yüzmekte olan altın
kent Hiranyapura' da yerleşmişlerdi. Aynı zamanda, Asuralar' ın yeraltı
sarayları da vardı. Uçan yaratıklar Nagalar ve Garudalar' ın da buna benzer
yeraltı yaşam merkezleri mevcuttu. Acaba bu efsaneler, alegorik anlamda uzay
platformları, kozmik uçuşlar ve dünyadaki uzay hangarlarından mı
bahsediyorlar.
Puranalar, Uzay Boyutları' nın Ataları (The Ancients of Space Dimensions)
olan "Sanakadikalar" dan söz eder. Geçmiş zamanlarda uzay gezilerinin
yapılmış olması ihtimalini kabul etmezsek bu varlıklar bir gizem olarak
kalacaklardır. Astronomi olmadan yıldızlararası ulaşım imkânsız olduğuna
göre, Atala' nın (yoksa "Atlan" mı?) idarecilerinden Maya' nın, astronomiyi
güneş-tanrı' dan almış olduğunu belirten Surya Siddhanta, sanki bu bilgin
kişinin, kozmik bir köke bağlı olduğunu ima eder.
Tanrılar; Yunanlı, Mısırlı ya da Hindli de olsalar, istisnasız olarak insana
işe yarar bilgiler veren ve kritik anlarda onu uyaran velinimet olarak
görünürler. Hint metinleri, dünyanın merkezi olan Meru Dağı' ndan söz
ederler. Bu dağ bir yandan Tibet' teki Kailes Dağı ile tanımlanırken, diğer
yandan dünyadan 411,000 mil yüksekliğe ulaştığı da söylenir. Yoksa, Kailas
Dağı, Atlantis' in son afetle yok olmasından önceki tarihlerde dahi mevcut
olan ve uzaya açılan bir geçit midir?
Kaynak : Agarta-Yeraltı Devleti, Bilim Araştırma Merkezi
d- Shasta Dağı ve Esrarengiz Kızılderiler :
Belirli dağlarda yaşamakta olan üstün varlıklara ait hikâyeler çok
yaygındır. Kuzey-batı Pasafiğin Amerikan Kızılderili mitolojilerinde
Kaliforniya' daki Sahsta Dağı önemli bir yer tutar. Efsanelerden biri,
Tufan' dan söz etmektedir. Eski kahramanlardan Çakal' ın (Coyote) kendini
kurtarmak için nasıl Shasta Dağı' nın tepesine kaçtığı anlatılır. Arkasından
yükselen su, zirveye ulaşmaz. Çakal, kuru kalan tek yer olan tepelerde bir
ateş yakar. Tufan yatışınca da afetten sağ çıkan birkaç kişiye ateşi getirir
ve onların kürtürel kahramanı olur
Bu efsanelerde ayrıca, Uzay-Ruhları' nın Şefi 'nin (Chief of the Sky-Spirits)
ailesi ile birlikte Shasta Dağı üzerine indirdiği, eski zamanlardan
bahsedilir. Dünyalı insanların, Uzaylılar' ın yaşam yerlerine yaptıkları
ziyaretlerden de söz edilmektedir.
Shasta Dağı efsaneleri Büyük Tufan, astronotlar ya da havacıların dünyaya
inişi ve dağın içinde yeraltı sığınaklarının tesisi gibi geçmişteki gerçek
olaylara dayanıyor olabilir. Dahası, bu koloni halâ yaşıyor olabilir. Bu
varsayımı destekleyen kanıtlar mevcuttur.
Geçen yüzyılın ortasında, Kaliforniya' daki Altına Hücum günlerinden sonra,
maden araştırmacıları, Shasta Dağı' nın üzerinde görülen gizemli
parıltılardan söz ettiler. Bunlar bazen açık havada oluştuklarından,
yıldırımla bir ilişkileri olamazdı. O zamanlar henüz ülkede elekrtik
bulunmadığından, bu parıltıların elektrikle açıklanması da düşünülemezdi.
Daha yakın zamanlarda ise, Shasta Dağı üzerinde, arabaların ateşleme
tertibatlarında, görünürde bir neden olmadan ortaya çıkan arızaların söz
konusu olduğunu görüyoruz.
1931' de Shasta Dağı' nda bir orman yangını çıktığı sırada, gizemli bir sis
belirmiş ve yangının yayılmasına engel olmuştu. Yangının yarattığı zararın
sınır çizgisi yıllar boyunca izlenebildi. Merkezi bölge çevresinde tam bir
eğri çiziyordu. 1932' de Los Angeles Times tarafından tuhaf bir makale
yayımlandı. Yazarı Edward Lanser' in iddasına göre, Shasta Dağı çevresinde
yaşayanlarla yaptığı görüşmelerin sonucunda, dağın üzerinde ya da içinde
acayip bir topluluğun mevcut olduğunun yıllardır bilindiği gerçeği ortaya
çıkmıştı. Hayalet kasabada yaşayanlar, kısa kesilmiş saçları ve alınlarını
çevreleyen bantları ile beyaz tenli, uzun boyunlu, asil görünüşte
kimselerdi. Uzun, beyaz elbiseler giymişlerdi. Tüccarların dediğine göre, bu
adamlar nadiren dükkânlarına gelirler, aldıklarının karşılığını her zaman
malların değerini bol bol geçen altın külçeleri ile öderlerdi. Shastalılar,
ormanda gördüklerinde ya kaçarak ya da birden ortadan kaybolarak temas
kurmaktan kaçınmışlardır. Dağın eteklerinde Shastalılar' a ait acayip
sığırlar belirmiştir. Amerika' da bilinen hayvanların hiçbirine
benzemiyorlardı. Shasta Dağı bölgesinin üzerinde, rokete benzer hava
gemilerinin gözlenmiş olması muammayı daha da arttırmaktadır. Bunlar
kanatsız ve gürültüsüzdüler. Bazen, Pasifik Okyanusu' na dalarak gemi ya da
denizaltı gibi denizde yollarına devam ettikleri de oluyordu.
Eski Kızılderili efsanelerinin bahsettiği gibi dağın göbeğinde, Uzaylılar' a
ait bir sığınak var mıdır? Bunlar, gerçekten, tüm gezegeni kaplayan bir
tufandan, uçan araçlarıyla mı kaçmışlardır?
Buna benzer gizli toplulukların Meksika' da da bulunması muhtemeldir. Harold
T. Wilkins "Mysteries of Ancient South America" ("Kadim Güney Amerika' nın
Gizemleri") adlı kitabında, Kızılderililer' le mal değiş tokuşu yapan,
bilinmeyen bir Meksika halkından bahseder. Bunların, kaybolmuş bir orman
kentinden geldikleri sanılmaktadır.
Roerich' in kayıtlarında, dağlardan gelip Sinkiang' da alış veriş yapan ve
karşılığını eski altın paralarla ödeyen gizemli adam ve kadınların bahsi
geçer. Kaliforniya, Meksika ve Türkistan, birbirinden oldukça uzak yerler,
ama yine de acayip kişiler hakkındaki hikâyelerin birçok ortak noktaları var
gibi.
L. Taylor Hansen, "He Walked the Americas" ("Amerika Kıtalarının Yürüyerek
Geçti") adlı kitabında, yıllar önce özel uçaklarıyla Yıkatan Cangılı
üzerinde uçmakta olan Amerikalı bir çiftten söz eder. Yakıtları tükenince
mecburen inişe geçerler, havadan gözlenmeye karşı kamufle edilmiş gizli bir
Maya kentine rastlarlar.
Mayalar, kökeni hiç şüphesiz Atlantis' e dayanan saygıdeğer kültürlerini
korumak üzere, dış dünyadan tamamiyle tecrit edilmiş bir halde, geçmişin
ihtişamı içinde yaşamaktadır. Amerikalı çift, kentlerinin yerini
açıklamayacaklarına dair Mayalara söz verirler; uzun bir süre Yutakan' da
kaldıktan sonra, Meksika' nın gizli halkının ahlâkî ve entelektüel düzeyi
üzerine oldukça övücü izlenimlerle birlikte Amerika Birleşik Devletleri' ne
dönerler.
Tanınmış Amerikalı arkeolog J. L. Stephens "Incidents of Travel in Central
America, Chiapas and Yucatan" ("orta Amerika, Çiapalar ve Yukatan
Gezilerinden Olaylar") adlı kitabında, bir İspanyol rahibin 1838-9' da
Cordillera Dağları' nda gördüklerinin hikâyesini aktarır :
"Büyük bir kent geniş bir mekana yayılıyor, içindeki beyaz kuleler güneşte
parıldıyordu. Geleneklere göre, beyaz tenli insanlar arasında bu kente
ulaşan hiç olmadığı gibi, yerliler Maya diliyle konuşmakta, tüm
topraklarının yabancıların eline geçtiğini bilmekte ve arazilerine girmeye
kalkan beyaz adamları öldürmektedirler. Paraları, atlar, sığırları,
katırları ya da evcil hayvanları yoktur."
İspanyol işgalciler, içlerinde muazzam hazine ve malzeme depolarının
bulunduğu cangılda saklı olan ileri sınır üslerine ait Aztek tradisyonunu
kayıtlara geçirmişlerdi. İşgalciler Meksika' ya ayak bastıkları zaman, bu
yedek üsler hakkındaki bilgi, hemen hemen tamamiyle unutulmuş bulunuyordu.
Verrill' in yazdığına göre, "Bu 'kaybolmuş kentler' den herhangi bir
tanesini keşfeden birinin bulunmaması, bunların mevcut olmadığı ya da
zamanımızda var olmayacakları anlamına gelmez." Peru ve Bolivya' nın Quecua
Kızılderilileri, And Dağları' nın içindeki yaygın bir yeraltı tünel
şebekesinden bahsederler. İnka öncesi üstad inşaatçıların, mühendislik
alanındaki olağandışı başarılarını düşünürsek, bu hikâyeler gerçek olabilir.
Albay P.H. Fawcett, Atlantis gerçeğini ispat edebileceğine inandığı
kaybolmuş bir kent ararken hayatını feda etmişti. Güney Amerika' daki bu
çeşit bir kentin yıkıntılarını gördüğünü söylüyordu.
Bu geleneksel inançlardan bazıları, bizi Atlantisliler' in ve Hattâ belki de
daha önceki ırkların neslinden gelenlerin kolonilerine ulaştırabileceğinden;
kaybolmuş kentler, kutsal dağlar, saklı vadiler ve tünellere ait efsaneler
hiçbir önyargı olmadan incelenmelidir.
Kaynak : Agarta-Yeraltı Devleti, Bilim Araştırma Merkezi
2. Bölüm - Atlantis' in Tünel Sistemleri
Dünyanın çeşitli yerlerinde Atlantisliler' ce dikilen devasa yapılar insanı
hayrete düşürmektedir. Örneğin, Tiahuanako' nun ilginç bir yanı, bu kentin
olağandışı bir biçimde inşa edilerek depremlere karşı kesinlikle dayanıklı
bir hale getirilmesidir.
Geçmişin o günlerinde, dünya, fiziksel olarak gayet dengesizdi. İşte bu
nedenden dolayı Atlantisliler, gerektiğinde hem doğal afetlerden, hem de
uzaydan gelen saldırılardan kaçarak, sığınabilmek için, fantastik tünel
sistemleri inşa ettiler.
a- Uzaylıların Sığınak Mağara Sistemleri :
Erich Von Daniken "The Gold of the Gods" ("Tanrılar' ın Altını") adlı
harikulâde kitabında, Ekvator ve Peru' nun altında uzanan "binlerce mil
uzunluğunda devasa bir tüneller sistemi" nden sözeder. Birbirleriyle
irtibatlı mağaralar ile tünellerin oluşturduğu bu sistem, 1965' de Juan
Moricz tarafından keşfedilmişti. Von Daniken' nin anlattığına göre
tünellerden biri, içinde som altından yapılma çeşitli türden hayvan
heykellerinin yanısıra taş ve metal nesnelerin de bulunduğu muazzam bir hole
uzanıyordu.Dahası, üzerinden bilinmeyen bir lisanda yazılımış yazılar
bulunan metal plakalar (yapraklar) dan teşekkül etmiş, metal bir kütüphane
de mevcuttu. Moricz' e göre bu yazılar, insanlığn tarihi ile kaybolmuş bir
medeniyet hakkındaki ayrıntıları içeriyor olabilir. Von Daniken, Ekvator ve
Peru altındaki tünellerin "çoğunlukla cilâlanmış gibi görünen" ve pürüzsüz
duvarları olduğunu belirtmektedir. Bu tünellerin baltalarla çentilerek değil
de çok daha gelişmiş yöntemlerle insa edildiklerini farkına varılmıştı.
Kitabında, tünelleri yapanların ısı (thermal) matkapları ile birlikte
elektron ışın tabancaları da kullandıklarını ileri süren Daniken şöyle diyor
:
"... Matkap olağanüstü sertlikteki bazı jeolojik katmanlara gelip
dayandığında bunlar, iyice nişan alınarak birkaç kez ateşlenen tabancayla
parçalanabiliyorlardı. Sonra, zırhlı ısı matkabı, ortaya çıkan blokların
üzerine yöneltiliyor ve yıkıntı yığını ısıtılarak sıvı hale
dönüştürülüyordu. Sıvı halindeki hava soğur soğumaz elmas sertliğinde bir
sır tabakası oluşturuyordu. Bu tünel sistemi su sızmasına karşı emniyetli
olacak ve bölmeleri desteklemeye gerek kalmayacaktı." Von Daniken kitabın
sonuna doğru, tünellerinn inşa edilmelerinin özel nedeni ile ilgili olarak,
çok ilginç bir kuram ileri sürmektedir. Bu, Brinsley Le Poer Trench' in
sözünü ettiği ve gerçek bir tehdit teşkil etmiş olan, sismik faaliyetlerin
tehlikelerinden çok daha farklı bir nedendir.
Daniken, çok eski zamanlarda bizlere çok benzeyen insanlar arasında bir
kozmik savaş olduğunu iddia etmektedir. Görünüşe göre, kaybedenler bir uzay
gemisi ile kaçmışlardır. Brinsley Le Poer Trench ise, gemi adedinin birden
fazla olması gerektiğini söylüyor.
Sonra, kaybedenlerin, onlara değişik gelen atmosferimiz içinde taktıkları
"gaz maskeleri" nden bahsederek dikkatimizi mağaralarda görülen çeşitli
miğferler ile solunnun aygıtlarına çekmekedir, Daniken. Von Daniken
iddiasını sürdürerek, zafer kazananlar - bunlar bu gezegende kalanlardır -
"oyarak yerin derinliklerine doğru uzandılar ve her çeşit teknik gereçle
donatılmış bulunan takipçilerinin korkusundan tünel sistemlerini
geliştirdiler.", demektedir.
Sonra, düşmanlarının iyice şaşırtmak için, o zamanlar Mars ile Jüpiter
arasında yer alan Güneş sistemimizin beşinci gezegeni üzerinde yayın
istasyonları kurtular. Bu istasyonlar sürekli olarak şifreli mesajlar
yayınlıyorlardı. Von Daniken' in dediğine göre, bu aldatmacaya kanan düşman,
beşinci gezegeni dehşetli bir infilâk ile imha etti. İnfilâk eden gezegenin
döküntüsü şimdi "Asteroid Kuşağı" dediğimiz alana yayıldı. Bu alan binlerce
asteroidden ve ufak taş parçalarıdan oluşmaktadır. Von Daniken' in
belirttiği gibi, "...Gezegenler kendilerince infilâk etmezler. Onları biri
infilâk ettirir." Bu, çok çekici ve geçerli olabilecek bir fikirdir. Ayrıca,
görülüyor ki çok eski zamanlarda kullanılan silahlar günümüzde ve bu çağda
kullanılandan daha da öldürücüydüler. Bu açıdan bakılırsa, Zeus ve diğer
tanrıların atıp durdukları "yıldırımlar" ın gerçekte ne oldukları konusu da
önem kazanır.
"Timeles Earth" ("Zamansız Dünya") adlı kitabında, Lima'yı Cuzco'ya bağlayan
ve oradan da Bolivya sınırına kadar uzanan bir tünel sisteminden söz eden
Peter Kolosimo şöyle yazıyor :
"Kazanç peşinde koşanlara çekici gelebilecek tüneller, büyüleyici bir
arkeoloji sorunu olarak da gözükürler. Araştırmacılar, tünellerin, bunları
kullanan fakat kökeni hakkında bilgileri olmayan İnkalar tarafından
yapılmadığı üzerinde hemfikirdirler. Aslında, bu tüneller insanı öylesine
etki altında bırakırlar ki, bazı bilim adamlarının yaptığı gibi, bunların
bilinmeyen bir devler ırkının elinden çıkmış olduklarını düşünmek pek de
tuhaf kaçmaz."
Kaynak : Agarta-Yeraltı Devleti, Bilim Araştırma Merkezi
b- Eski Güney Amerika' nın Esrarı :
Harold T. Wilkins de "Mysteries of Ancient South America" ("Kadim Güney
Amerika' nın Gizmeleri" adlı kitabında, muhtemelen aynı tünel sistemini
anlatırken şunları yazıyordu :
"Büyük tünellere yaklaşım yollarından biri de eski Cuzco' nun yakınlarında
bulunuyordu ve halâ daha bulunmaktadır. Ancak, keşfedilmeyecek bir şekilde
kamufle edilmiştir. Bu saklı yaklaşım yolu, doğudan, 380 millik bir mesafe
boyunca Cuzco' dan Lima' ya uzanan muazzam bir ' yeraltı dünyası' na ulaşır!
Bu büyük tünel sonra güneye döner ve 9000 millik bir mesafeyi aşarak 1868
yılına kadar Bolivya olagelen toprakların içlerine doğru uzanır! ..."
Wilkins, ayrıca, Batı Hind Adaları' ndaki bazı tünellerden de söz eder :
"Martinik'i ziyaret ettiği zaman Kristof Kolomb'un dikkatini, inanılmayacak
kadar eski bir tarihten kalmış olan ve kökeni bilinmeyen, Batı Hind Adaları'
ndaki garip tünellere çekilmişlerdi. Şüphesiz, Atlantis' li beyaz ırk, şimdi
Batı Hind Adaları olan, fakat çok eski tarihlerde, adının 'Antiller'
kelimesiyle hatırlantığı batık bir orta Amerika kıtasının bir parçasını
teşkil etmiş olabilecek yerde, muhteşem şehirler inşa etmişti. Asya' nın
kadim dünyasının ilginç bir geleneği de, batık ülke ile bir yandan Afrika,
diğer yandan da kadim Brezilya arasındn geçişin mevcut olduğu günlerde eski
Atlantis' in her yönde uzanan bir tüneller, ve geçitler labirenti şebekesine
sahip olmasıydı. Atlantis' te tüneller, ölülerle ilgili kültler ve kara maji
klütleri için kullanılırlardı..."
Kolosimo, tünel sistemlerinin dünyanın her yerinde bulunduklarını ileri
sürüyordu. Listesine, Güney Amerika' nın ışında Kaliforniya, Virginia, Hawai,
Okyanusya ve Asya' yı da katmışştır. Avrupa' da, isveç ile Çekoslavakya' da
ve Akdeniz bölgesinde ise Balear Adaları ile Malta' da tüneller mevcuttur .
"İspanya ile Fas arasında, otuz millik bir bölümü incelenmiş olan, muazzam
bir tünel uzanmaktadır. Birçok kişi, Avrupa' da bu bölge dışında bulunmayan
'Berberistan Maymunları' nın, Cebelitarık' a bu yoldan geçmiş
olabileceklerine inanmaktadır." Kolosimo şöyle devam ediyor:
"Bu devasa (Cyclopean) galerilerin, gezegenimizin en uzak bölgelerrini
birbirine bağlayan bir şebeke oluşturduğu düşüncesi bile ileri sürülmüştür."
Denizin altında uzanan bu tünelleri kimler ve hangi nedenden dolayı inşa
etmişlerdir? Kadim tünel sistemleri üzerinde Wilkins' in, bize söyleyeceği
bazı şeyler daha var : "İç Moğolistan' ın Moğol kabileleri arasında, bugün
dahi, tüneller ve yeraltı dünyaları hakkında, kulağa modern romanlardaki
kadar fantastik gelen gelenekler mevcuttur. Efsanelerden - eğer böyle
denebilirse! - birinin dediğine göre bu tüneller, Afganistan içlerinde bir
yerde, ya da Hindu Kuş bölgesinde bulunan ve tufan öncesi nesilden gelen bir
yeraltı dünyasına uzanırlar...
Burasının bir ismi de vardır - Agharti. Efsanenin devamı, Agharti' yi
benzeri diğer bütün yeraltı dünyaları ile bağlayan bir bağlantılar silsilesi
içinde bir tüneller ve yeraltı geçitleri labirentinin uzandığını anlatır -
... Söylendiğine göre yeraltı dünyası, tahıların büyümesini sağlayan ve
hayatın uzunluğu ile sağlığa yararlı olan acayip bir yeşil parlaklıkta
aydınlatılmaktadır."
Kolosimo, dünyanın bir diğer yerinde de bu yeşil floresanın görüldüğüne
dikkati çektiğinden dolayı bu son konu özel bir anlam taşımaktadır. Kolosimo
"Timeless Earth" de, Azerbaycan' daki acayip bir " dipsiz kuyu" dan
bahseder. Görünüşe göre, kuyunun duvarlarından mavimsi bir ışık çıkmakta ve
tuhaf sesler işitilmektedir. Yapılan incelemeler ve keşiflerden sonra bilim
adamları en nihayet, tüm Kafkasya ve gürcistan' daki diğer tünellerle
birleşen tam bir tüneller sistemi buldular. Belirli bir düzene göre
biçimlenmiş olan bu tünelleri tanımladıktan sonra ve bunların Orta Amerika'
daki benzerleri ile hemen hemen aynı olduklarını belirledikten sonra
Kolosimo, bu tünellerin İran' la ve dahası Çin, Tibet ve Moğolistan
tünelleriyle bile birleşen devasa bir sistemin bölümü olduklarından söz
eder.
Kaynak : Agarta-Yeraltı Devleti, Bilim Araştırma Merkezi
c- Esrarengiz Yeşil Işıkla Aydınlatılmış Mağara Sistemleri
Şimdi, acaip bir yeşil parlaklıkla aydınlatıldığı söylenen Agharti adındaki
bir yeraltı dünyası üzerine Walkins' in anlattıklarına dönersek, bu konuda
Kolosimo' nun da söyecekleri vardır :
"Tibetliler, tünellerin kentler olduğuna inanırlar. Bunların sonuncusu,
muazzam bir afetten sağ kalanlara halâ daha sığınak vazifesi görmektedir. Bu
bilinmeyen kişilerin Güneş' in yerini alarak bitkilerin üremesi ile insan
hayatının uzamasına neden olan bir yeraltı enerji kaynağını kullandıkları
söylenir. Bu kaynağın yeşil bir floresans yaydığı sanılmaktadır. Bu
düşünceye Amerika efsanelerinde de rastlamamız oldukça ilginçtir..."
Bu konudan olmak üzere, Wolfpittes' in Yeşil Çocukları' nın tuhaf
hikâyesinin de anlatılanlarla özel bir ilişkisi olabilir.
Görülüyor ki Atlantisliler, çeşitli amaçlar için dünyanın her yanında tünel
sistemleri inşa etmişlerdir. Bu amaçları, öncelikle, sismik faaliyet ile
seller biçimince oluşan ve o zamanlar için çok olağan sayılan doğal
afetlerden ya da uzaydan gelebilecek saldırılardan korunabilmekti.
Bu fantastik tünellerin çoğu bizim bugünkü imkânlarımızın ötesindeki
yöntemlerle inşa edilmişlerdir. Senelerdir İngiltere ile Fransa, bir Manş
tüneli yapma fikri üzerinde tatrışmaktadır. Ancak, galiba, atalarımızın
devirlerine ait bu şaşıtrıcı tünelleri doğal bir rahatlıkla ve gerekli
nedenlerden dolayı da oldukça büyük ölçüde inşa etmişlerdir.
---------------------------------------------------------------------------
Kaynak : Agarta-Yeraltı Devleti, Bilim Araştırma Merkezi
3. BÖLÜM - AGARTA VE UFO' LAR
UFO araştırmacıları, UFO' ların çoğunlukla önce Kuzey' den, tahminen dünya
çevresindeki Van Allen radyasyon kuşaklarında bulunan kutupsal deliklerin (polarvents)
içinen ortaya çıktıklarını belirtiyorlar. Belki de yerin kilometrelerce
altında mevcut olduğu söylenen Agarta yeraltı medeniyetinden çıkmaktadırlar.
Uzun zamanlar önce, dünyaya yaklaşmakta olan Uzaylılar' a Kuzey' in o tropik
ülkeleri çekici gelecekti. Üstadlar' ın öğretisine göre, şimdi buzlarla
örtülü bulunan Kuzey Kutbu bir zamanlar, insanlığın beşiği olan şiirsel bir
Cennet' ti.
a- Yeraltı Uygarlıkları :
Dünyamızın içinin boş olduğu ve ayaklarımızın altında harikulâde bir
medeniyetin uzandığına dair iddialar mevcuttur. Bilim-Kurgu gibi görünen bu
düşünce, cevaplanması güç tartışmalar ileri süren birçok zeki araştırmacı
tarafından çok ciddiye alınmaktadır. Essa-3 uydusunun 6 Ocak 1967 tarihinde
ve Essa-7' nin de 23 Kasım 1968' de çektiği fotoğraflar, içi boş olduğu
sanılan dünyamızın derinliklerindeki muhteşem Agarta başkentine uzandığı
söylenen ve Kuzey Kutbu' nda yer alan bir deliğin varlığını açıkça
göstermektedirler sanki. Sikloplar' ın yeraltında şehirler tesis ettiklerine
inanılır. Medyumların dediklerine göre Atlantisliler, Piramitler' den, Tibet
ve And Dağları' ndan yerin aşağılarındaki kutsal merkezlere uzanan uzun
tüneller inşa ettiler. 12,000 yıl önce Atlantis yok olduğunda, İnisiyeler
buralara kaçmışlardı. Gezegenimizin içinden gelen Uzay Gemileri, Kutuplar'
daki deliklerden çıkarak dünyamızı gözlerler ve bazen de "Yeraltı
Varlıkları" (Subterraneas), aramızda yaşamak üzere yeryüzüne çıkarlar.
İnsanların, kadim kitaplarda sözü geçen o nükleer bombalardan sakınmak için
kilometrelerce yeraltına kaçtıklarını düşünelim. Bu yüzyılın sonunda önce
Doğu ile Batı arasında bir savaş çıkarsa, biz de onlara katılmak üzere
aşağılara doğru kayıyor olacağız.
---------------------------------------------------------------------------
Kaynak : Agarta-Yeraltı Devleti, Bilim Araştırma Merkezi
b- Elohim ve Agarta :
Belkide Sikloplar' a tepegöz denilmesinin nedeni, Uzay-miğferlerinin saydam
yüzünün muazzam bir göze benzemesindendir. Bu devler' in göksel bir ırk olan
Elohim' le aynı oldukları söylenebilir. Bu ırk, bugün mevcut olduğu söylenen
Agarta yeraltı medeniyetine uzanan o uzun tünnelleri açmak için kozmik
enerjiler kullanarak yeraltında labirent halinde kentler kurmuştur.
c- Kızılderililer ve Yeraltı Mağaraları :
Efsanelerden anlaşıldığına göre Kızılderililer, Doğu Amerika deniz yatağını
-kıta şelf sahası haritaları burada muazzam bir batık gösterirler -
parçalayan kozmik bombardımandan kaçarak yerin derinlikIerindeki mağaralara
sığınıp kurtulanların neslinden geliyor olabilirler.
d - Wolfpittes çocukları :
William de Newburgh, 12' nci yüzyılda "Historia Anglicana" adlı yapıtında,
İngiltere' nin Bury St. Edmunds yöresi yakınındaki Wolfpittes' de yerin
içinden yeşil bedenli, olağandışı renk ve malzemeden oluşmuş elbiseler
giyinmiş bir oglan ile bir kızın çıktığından bahseder. Çocuklar, St. Martin'
in Ülkesi' nden geldiklerini Söylüyorlardı. Anlaşıldığına göre, Güneş' in
hiç aydınlatmadığı, alacakaranlık bir yeraltı dünyasından gelmişlerdi.
Burası Agarta mıydı? 1965 gibi yakın bir tarihte çevrelerince iyi tanınan
iki kişi. Finlandiya' nın Luumaki yöresindeki bir ormanda küçük, yeşil
renkte bir adam gördüler. "Insana benzer varlıklar" ın ("humanoids"),
Yunanlılar ve Romalılar' ca Satirler (Satyrs) diye bilinen gizli bir yeşil
ırka mensup olup olmadıkları düşüncesi gerçekten ilginçtir.
Kaynak : Agarta-Yeraltı Devleti, Bilim Araştırma Merkezi
e- Agarta ile Şamballa Çatışması :
Tibet, azametli Himalayalar' daki bu mistik ülke, Dünya' nın psişik merkezi
olarak saygı görürdü. Üstadlar gözden uzak manastırlarından gezegenlerdeki
Kozmik EfendiIer ile telepatik görüşmeler yaparlar, metafizik âlemlerde
İyilik ve Kötülük güçleri insanlığın ruhu için çekişirlerdi. Hint-Tibet
tradisyonları, biraz karışık da olsa, yerin çok aşağılarında saklı olan ve
bütün kıtalarda bulunan gizli girişlerden tünellerle yaklaşılan Agarta' dan
sözederler. Yıldızlardan gelen Uzaysal Varlıklar (Celestials) tarafından
kurulan bu yeraltı medeniyetinin tarihi, anlaşıldığına göre, dünyamızın ilk
günlerine kadar uzanmaktadır. Burası, Üranüs' ün oğulları ile Satürn
arasında çıktığı sanılan Uzay Savaşı' ndan sonra Elohim ya da Sikloplar için
bir yeraltı sığınağı teşkil etmiş olabileceği gibi, muhtemelen, bir zamanlar
gezegenimizi tehdit etmiş olan kozmik bir afetten kaçmak için de kullanılmış
olabilir. Mu ve Atlantis' ten uzaklaşan göçmenlerin yeraltına kaçtıkları
söylenir. Dünyanın her yanındaki Mistik Kardeşlikler, yerin kilometrelerce
altında bulunan psişik bir medeniyet ile Tibet' teki Üstadlar arasında bir
bağlantı bulunduğunu ileri sürerler. "İçi Boş Dünya Kuramı" nın (Hollow
Earth Theory) taraftarları, Uçan Daireler' ın aslında, yeryüzündeki ülkeleri
gözlemek üzere Kutuplar' daki deliklerden geçerek dünyamızın içinden
çıktıklarını iddia ederler. Ezoterik öğretiler, Agarta' nın Hakimi' ni,
Dünya' nın Kralı rütbesi ile anarlar. Yardımcıları durumundaki Rahip-Kral
ile birlikte, insanlığın geleceğini planladığı söylenir. Sembolü, Hitler
tarafından çarpıtılarak kullanılmış olan kancalı haç, Swastika' dır.
1920' lerde, Gürcistanlı medyum R.C. Andersen ihtiyar bir keşişle çıktığı
gezi sırasında, Agarta ülkesi üzerine Budist inancını soruşturur. Bir Tibet
Manastırı' nda hayvan derisi ile kaplı eski bir kitaba rastlar. Bu kitapta,
yüksek bir dağın üzerinde uçan, yumurta biçiminde bir aracın, bir Agarta
taşıtının resmini görür. Ayrıca, Tibet' in Spiritüel Lideri Dalai Lama' nın
Dünya'nın Kralı ile temasta olduğu söylentisini işitir. Efsanelere göre,
Agarta halkının iki dili vardır. Agartalılar muazzam güçlere sahiptir:
Okyanusları kurutabilir, ağaçları hızla büyütebilir, ölüleri
diriltebilirler. Söylendiğine göre, yüksek dağlarda fiziksel kanıtlar
bırakmıştır : Karda acaip ayak izleri, Agarta dilinde tabletler ile yazılar
ve içinde Agartalılar'ın gezdikleri taşıtların tekerlek izleri.
Agarta ile yakından ilgili olan Şamballa' ya da Tibet' teki tüneller
aracılığı ile ulaşılır. Burası bir zamanlar, Gobi' deki büyük bir
medeniyetin başkentiydi. Ayrıca, bazı tradisyonlar tarafından, Kadim Asya
Denizi' ndeki Beyaz Ada (White Isand) olarak da teşhis edilir. Kadim Tibet
Bilgilerine göre, Agarta' nın Kralları, "Sol El Yolu' nun izleyicileri"
olan, kötülüğün destekleyicileri Şamballalı Efendiler' le mücadele
etmektedirler. Bu kozmik çatışmanın, İnsan' ın spiritüel evrimini
hızlandırmak üzere bir ilahi takdir olduğu söylenir.
Kaynak : Agarta-Yeraltı Devleti, Bilim Araştırma Merkezi
f - Agarta ve Göksel Öğretmen Tages :
Çiçero' nun belirttiğine göre Etrüksler, Tages adında bir İlâhi Varlık
tarafından eğitilmişlerdi. Tyrhenus' un oğlu Tarchon' un hükümranlığı
sırasında bir gün,Tarquinia kenti yakınındaki bir tarlada köylünün biri
sabanıyla çift sürerken toprağın içinden gri saçlı ve ihtiyar bir adam kadar
bilge bir çocuk çıktı. Ulu Tanrı Tinia tarafından, kanunları, din ve kehanet
sanatını Etrüsk Kralları Lucomoneler' e iletmek üzere gönderildiğini
açıkladı. Kahinlere "Libri Tagetici" yi yazdı. Bu kitap, beşikten mezara
kadar Etrüksler' in yaşamını yöneten Etrüks İncili' ni oluşturdu.
Sanatçılar, yaptıkları tunçtan heykellerde Tages' i saçsız, kısa boylu bir
kişi olarak canlandırmışlardı. Acaba, teleportasyon yolu ile ya da Uzay
Gemisi ile başka bir gezegenden mi gelmişti? Birden yerin içinden belirmesi,
yeraltında mevcut olduğu söylenen Agarta' ya uzanan yeraltı geçitlerinden
çıkmış olabileceğini akla getiriyor. Bu çeşit spekülasyonlar sadece hayal
ürünü değildir. Bugün, İtalya' da ortaya çıkan,ufak tefek yapılı, dünya dışı
kökenli, "insana benzer varlıklar" ("humanoids") hakkında geçerliliği
ispatlanmış birçok kayıt mevcuttur. Bunların bazıları da yüzyıllar önce
Toskana' da (Tuscany) tezahür etmiş olabilirler.
(*) Bu türlü iki merkezin varlığı ve onların birbirleriyle çatışma halinde
oldukları düşünce ve iddialarını, uzun bir zamandır satanist ekoller öne
sürmektedirler.
Kaynak : Agarta-Yeraltı Devleti, Bilim Araştırma Merkezi
4. BÖLÜM - AGARTA VE ŞAMBALLA' NIN GİZEMİ
Agarta,Himalayalar'ın altında bulunduğu söylenen ve Büyük İnisiyatörler ile
Dünya' nın Efendileri' nin bu çağda içinde yaşadıkları gizemli bir Yeraltı
Krallığı' dır.
Agarta' nın, bir inisiyasyon merkezi olup piramitlerinkine benzer bir
prensip üzerinde işlev gördüğü anlaşılmaktadır. Himalayalar dışsal abideyi
teşkil ederken, yeraltı mekânını. (crypt) da dünyasal ve kozmik kirlenmeden
uzak tutulan krallık oluşturur. Ancak, nasıl oluyor da ruhun yüksek güçleri,
düşüncenin ve meditasyonun yoğun konsantrasyonu nötralize edilmiş devasa bir
oyukta geliştirilebiliyor.
Herşey bir yana, insan egosu ile insan-üstü egonun muazzam olanakları,
çevresinin kirliliğine maruz kalacak bir şekilde açıklıkla değil de inzivaya
çekilerek daha başarıyla tezahür edebilir.
a- Agarta ve Dört Giriş Kapısı :
Geleneksel olarak Agarta' nın dört girişi vardır : Bir tanesi Gize' deki
Sfens' in pençeleri arasında, diğeri Saint-Michel Tepesi' nde, bir üçüncüsü
Broceliande Ormanı' ndaki bir yarın içinde ve ana kapı da Tibet' teki
Şamballa' dadır. Kadim Gizemler' de, Argonotlar, Ark (Nuh' un Gemisi) ve
Agarta hakkında sırlar çözülmemiş gibidir ve hepsinin de aynı etimolojiye
dayandığı görülmektedir: Argha; uzun bir gemi, ve buradan türetilen Agarta :
bir yeraltı mabedi anlamına gelir. Bir yeraltı krallığı fikri çok eski olup
şüphesiz, tanrılar ile görünmeyen kozmik güçlerin yaşadığı göksel şehirlere
karşılık olarak düşünülmüştür. Cehennem fikri ile bir alakası yoktur. Ancak,
hem yeraltı krallığı hem de cehenem fikri, dünyanın içindeki ateşin ve
ayrıca yeraltı inisiyasyonunun kişileşmesi olan Yunan Mitolojisi' nden
Hefaisos ve Vedalar' daki (Vedic) Yavishtha ile ilgilidir.
Gizli güçleri olgunlaştıran ve gölgeleri uzaklaştıran ışığın bazı
parıltıları, beşer seviyesindeki her varlığın içinde mevcuttur. En ufak bir
delik açın ve gizlenmiş olan görünür hale gelir, ezoterik olan olağan hale
gelir.
Dünyamız, yerin yüzünün, güneş, don ve yağmurla aşınmasından, içsel güçlerce
yeniden inşa edilmeye kadar uzanan sabit döngülere (cycle) maruzdur. İşte,
dünyanın kabuğunun temeli olan granit bu şekilde oluşur bu,ancak yakın
zamanlarda ortaya çıkmış bir gerçektir.
Yalnızlık içinde, sessizce, görülmeden yürütülen (ezoterik) çalışma hemen
her zaman en verimli olandır. Dışsal güçlerin yıkıcı, yıldırıcı olmalarına
karşın içsel güçler yenileyicidir ve doğal gelişmeyi temin ederler.
İnsan yaşamı, önce annenin rahminde tezahür eder ve bebek ışığı önce, Kara
Bakire (Black Virgin) kültünde inisiyasyon mağarasyla (grotto) sembolize
edilen, rahim boşluğundan, geldiği şekilde görür.
İsa,İbraniler'ce aşağılanan Venüslü Bakire'nin (Venusian Virgin)
enkarnasyonu olan günahkâr Mary Magdelena tarafından kendisine teklif edilen
inisiyasyonu kesinlikle reddetmişti. Yine de Kara Bakire (Black Virgin) ve
magara (grotto) ile ilgili putperest kült öylesine insanın bilinçaltı
egosunun derinliklerinden geliyordu ki üzerine yöneltilen saldırılar altında
çöküp gitmedi.
Bu düşüncelerin, Agarta gizemi açısından, okültle çalışanların gözünden
kaçmayacak bir anlamı vardır.
Kaynak : Agarta-Yeraltı Devleti, Bilim Araştırma Merkezi
b - Bilge Zalmoxis' in Yeraltı Mahzeni :
Prof. Doru Todericiu' ya göre -ki kendisi de muhtemelen Alcide d'Orbigny'
den aktarıyordu- Pisagor' un bir öğrencisi olan Zalmoxis, Üstad' dan
öğrendiğini öğretmek üzere Alesia' ya gelmişti. Bu ifadeyi ele alırken
oldukça ihtiyatlı olmamız gerikir, çünkü bazı kişilerce bir filozof ve
bazılarınca bir tanrı olarak kabul edilen Zalmoxis' in, Pisagor' dan daha
önceki bir tarihte yaşadığı sanılıyor. Trakya' lı bir kabile olan Getaeler'i
medenileştirdiği düşünülmektedir.
Bir rivayete göre, Samos' ta Pisagor' un kölesiyken onun tarafından serbest
bırakılmış ve kendi halkına dönerken onlara ruhun ölmezliğini öğretmiştir.
Herodot' un onun hakkında tuhaf bir hikayesi vardır :
"Yerin altında inşa edilmiş bir evi vardı. Trakyalılar' ın gözleri önünde
kaybolarak aşağıda kendi inzivasına çekildi ve üç yıl orada kaldı. Herkes
öldüğüne hükmederek ağladı. En sonunda, dördüncü yıl içinde tekrar ortaya
çıktı ve bu stratejisi sayesinde de vazettiği öğretiye inanmaları için
insanları ikna etti."
"Zalmoxis ve onun yeraltı ikametgâhı üzerinde anlatılanları reddedecek ya da
kabul edecek değilim (diye devam ediyor Herodot); ancak, kanımca, o
Pisagor'dan çok seneler önce yaşamıştı."
"Yerin altındaki ikamet yeri" neydi? Üstadlar' a göre Zalmoxis,
Atlantisliler' ce yurt edinildiği iddia edilen ve bazı Hassas Kişiler' ce (Sensitives)
UFO' ların kaynağı olduğuna inanılan yeraltı medeniyeti Agarta' ya inmiş
olabilir. Getaeler' ler ona bir tanrı olarak tapıyorlardı ve ölümden sonra
başka bir hayatta onunla birlikte olacaklarına inanıyorlardı. Her yıl, onun
Öbür-Dünya' ya ait krallığına bir haberci gönderme yöntemi olarak, havaya
fırlattıkları bir savaşçıyı mızraklarının ucunda yakalarlar ve böylece "ona,
asil bir ölüm kazandırırlardı."
Tarihçiler, Zalmoxis mezhebinin keltik (celtic) dinleri ile Yakın Doğu
halklarının dinleri arasında doğal bir bağ teşkil ettiğini kabul ederler.
Tarih kayıtçılarının hikayelerindeki tutarsızlıklara rağmen, meditasyon
yapabilmek için yeraltındaki bir inziva yerinde yaşamış olan ve ruhun
ölmezliğini, muhtemelen Pisagor' dan önce vazeden Zalmoxis, muhakkak ki bir
bilge kişi ve bir inisiyeydi. Böylelikle, o Pisagor' un öğrencisi değil de
spiritüel üstadıydı ve O'nun hatırasına hürmetendir ki Pisagor, Drüidler' in
dünyadaki en bilge kişiler olduğunu söylemişti.
Kaynak : Agarta-Yeraltı Devleti, Bilim Araştırma Merkezi
c- 'Vara' İsimli Yeraltı Kenti :
Bazen, en büyük gerçekler, ispat edilmediğine inanmalarına rağmen,
insanlara, kendi bellek-komozomları (memory-chromomes) kanalıyla ulaşan
gerçeklerdir. Çok zaman önce olmuş ya da gelecekte olacak bir şeye inanmaya
her zaman hazırız. Sorun, bu gerçeklerin şimdiki zamanın dalga boyu ile
temasta bulnmamalarından ibarettir. Böylece, insanlar kendilerinin ve tüm
insnlığın kaderine müdahale edebilecek bir yeraltı gizemine inanmaya
isteklidirler.
Bir pusulanın üzerindeki ibreyi düşünün : Dünyanın manyetik güçlerinin
nerelerde konsantre olduğunu gösterir ve yine de buraları görünürde hiçbir
şeyin oluşmadığı yerlerdir.
Böylelikle, düşünebiliriz ki; Agarta ya Kuzey Kutbu' nda ya da Himalayalar'
ın altındadır. Her halükârda, insanın, yerin altında bulunan insiyasyon
merkezleri tahayyül etme eğilimi vardır ve yüksek teknik bilgilere dayalı
bir çeşit ışıklandırma sistemi de her zaman buna dahildir.
İran edebiyatından Kralların Kitabı "Şehname" deki bir hikaye, Dünyanın
Efendisi olan Tahmuras'ın oğlu Jam ya da Yima' nın, kendi halkının en
safkanlıları ile çevrili olarak "Vara" adı verilen bir yeraltı kalesinde her
zaman nasıl yaşadığını tarif eder. Tufan' ın geleceğini önceden gören tanrı
Ahura, Yima' nın mabed-sığınağının inşa edilmesi hakkında ona en kesin
talimatları verdi :
"Vara'yı bir koşu pisti kadar uzun ve genişliği uzunluğuna eşit olarak yap.
Oraya, insaların, köpeklerin, kuşların, koyun ve sığırların, büyük ya da
küçük bütün hayvan türlerinin temsilcilerini götür..
"Ayrıca, yanına en güzelinden ve en tatlı kokulusundan her çeşit bitkinin
örneklerini, bütün meyvaların en lezzetlilerini al. Bunlar Vara' da
kaldıkları sürece hiç ölmeyeceklerdir. Bozuk biçimli ya da kuvvetsiz, kirli
ya da kötü hiçbir şey olmasın, yalancı ya da kinci ya da kıskanç hiç kimse
olmasın; çürük dişli ya da cüzzamlı hiç kimseyi kabul etme. En üst kısımda
dokuz, merkezde altı, en alt kısmda da üç cadde tanzim edilsin. Erkek ve
kadın, bin çift en üst kısımda, altıyüz merkezde, üçyüz en altta yaşasın.
Işığın gelmesi için Vara' da bir pencere yapılsın."
Tradisyonal tarih üzerine yazan Henri Corbin' in dediğine göre "Vara"nın,
kendi kendine "hem yaratılmış, hem de yaratılmamış" ışık saçan kapıları ve
pencereleri vardı.
Kaynak : Agarta-Yeraltı Devleti, Bilim Araştırma Merkezi
d- Şamballa, Agarta ve Lusifer :
İnisiyasyon çevrelerince düşünüldüğüne göre, sarı ırkların hâkimiyeti yakın
ve kaçınılmazdır ve bu da beyaz ırkların yükselişinin sonu demektir.
Bir kez daha, sadece, yüksek yerlere sığınmış olanlar kurtulacaktır.
Ancak, -kısmen spiritüel, kısmen de politik amaçlarla faaliyet gösteren- "Vril'in
Büyük Locası" ("Grand Lodge of Vril") adında, Batı ile Doğu arasında bir
çeşit kardeşlik birliği yaratmaya çabalayan bir mezhep bulunmaktadır.
Bunlar, bilinmeyen bir nedenden dolayı, İskandinavyalılar' ın Odin adını
verdikleri eski Cermen tanrısı Wotan' i "Kambala" ya da Şamballa dedikleri
bir çeşit Agarta' ya yerleştirmişlerdir.
Görülüyor ki Ferdinand Ossemdowski ve Rène Guenon, Şamballa ile Agarta
arasında bir benzerlik keşfetmişlerdir. "Hayvanlar, İnsanlar ve Tanrılar" ("Beast,
Men and Gods") kitabının yazarı Ossendowski' ye göre Agarta' nın yeraltı
insanları, Dünya' nın Efendisi' nin idaresi altında yaşayan sekiz milyon
kişi kadardır ve bilginin en üst derecesine erişmişlerdir. "Vril' in Büyük
Locası", Doğu' nun Hint-Tibet okült güçlerini en eski Ari tradisyonlarının
biricik toplayıcısı olarak kabul eder. K.B.L. ya da Şamballa' daki tahtında
oturan Üç Dünya' nın Efendisi' nin adı Lusifer ya da Odin' dir. Prensipleri
Vedalar' da ve Tibet' in Ölüler Kitabı'nda (Bardo Thödol) belirlenen K.B.L.
güçleri, "sayıları en fazla olan sarı ırkları, en yetenekli olan sarışın
kuzey ırkları ile kötülük güçlerine karşı birleşik bir mücadele içinde
kaynaştıracak" bir sinarşi (synarchy) şeklinde faaliyet göstereceklerdir.
K. B. L. güçleri majik karakterdedirler ve dünyanın dört ana tradisyonundan
ortaya çıkmışIardır. Bunlar Tibet, Hind, Mısır ve Cermen tradisyonlarıdır ki
hepsi de Şamballa ya da yeraltı Masonluğu (Free Masonry) olan beşinci
tradisyon üzerinde kutuplandırılmışlardır.
Dünya yüzeyindeki dış temsilci ise "Vril' in Büyük Locası" dır .
Robert Charroux, bu mezhebin inisiyatik iddiaları ile, hele politikası ile
hiçbir şekilde aynı düşüncede değildir. "Vril'in Büyük Locası", hakikiliği
şüpheli olan dökümanlara güvenmekte ve Charroux' nun fikirlerine temelde
aykırı düşen fikirler iddia etmektedir. Charroux, sadece bu öğreti
kendisinin gerçek olduğuna inandığıyla kökten farklı olduğu için dahi olsa,
yine de "Vril' in Büyük Locası" nın öğetisini gözler önüne sermeyi doğru
bulmaktadır.
Kaynak : Agarta-Yeraltı Devleti, Bilim Araştırma Merkezi
e-Aydınlık Irk ve Ortaya Çıkışı :
"Adının baş harfleri K.R.T.K.M. olan üç Dünya' nın Efendisi, Şamballa'da
Tchun-Yung kozmik sinarşisini ya da Direkt Orta Yol' u oluşturan bir Yeşil
Adamlar, Maj topluluğuna hükmetmektedir." Venüslü ataların neslinden gelen
bu maj topluluğu, Zerdüşt ile Hz. Muhammed' in halefi olduklarını iddia
etmektedirler. Görevleri, "Kara Taş' ın Âyini " ni yeniden canlandırmaktır.
K. B. L. ifadelerine göre Şamballa mabedinin tesisi, Lüsifer devrinin
701,969 yılına kadar dayanmaktadır. (Tabii, Lüsifer adı burada "Işık
getirici" anlamında kullanılmıştır.)
"Gelecek Buddha Batı' dan ve Kuzey' den çıkacak ve parmağında Cengiz Han' ın
metal yüzüğünü taşıyan bu kişi, Hindular'ın Kalki-Avatar ya da Kundalini
Avatar' ı olacaktır. Gelişi, Altın Çağ' ın geriye dönüşünü belirleyecektir.
Mu ya da Tao-Ülkesi' nin yeniden canlanmasıyla çağdaş olan Aydınlık ırk' ın
ortaya çıkışından önce gelecektir. " "Bu, hem Demir-Çağ' ın (Kali-Yuga)
sonu, hem de jotün ile iblislerin (cacodaemons) dünyanın hükümet
merkezlerinden dışarı atılması ve Atlantis' in karanlığından miras kalan
100,000 yıllık kötü karmanın da temizlenmesi olacaktır." İnsanın bu fikirler
ve görüşler labirentinde yolunu bulması zor olduğu gibi, "sarı adamlar
kitlesince oynanacak rolün ne olduğunu kestirmek de kolay değildir.
Dahası, eğer inisiyasyon merkezi Himalayalar' daki Şamballa'daysa burasının,
Kuzey' in "Büyük Beyaz Atalar" (Hyperborean) Locaları' nın ve ayrıca,
çevresi duvarlarla çevrili olmadığı halde geçit vermeyen İngiltere' de ki
bir yerin de rızaları ile seçilmiş olması gerekir.
Ezoterik cinsel maji üzerine çalışan Paul Greor' un da yeraltı insanları
üzerinde söyleyeceği bazı şeyler vardır : "bunların, belirli olmayan
nedenlerinde dolayı muazzam sunaklar inşa ettikleri ve dünyanın iç
kısımlarında, dünyanın tüm ateş ve suyunun kökenini bulduğu ve içinde bütün
volkanların lav akıntılarının indifa ettiği çekirdeğe inmek için tüneller
kazdıkları söylenmektedir. Aşağıda, tüm evrenin loş temelleri arasında,
Gizemli İnşaatçılar (Mysterious Builders) adı verilen bir insan topluluğunun
yerleştiğine inanılmaktadır."
Tuhaf olan, spiritüalizmin beyaz majisine bağlı bir ideali
benimsiyeceklerini düşünemeyeceğimiz Teozofistler de Dünya' nın Efendisi
olarak kabul ettikleri varlığın Asya'ya ait bir Şamballa' da yaşadığına
inanmaktadırlar.
"Teazofi öğretmenleri' nin dediğine göre Venüs Senyörleri, dünyaya varır
varmaz Büyük İnisiyasyon Locası' nı tesis etmişlerdir. Şimdiki
ikametgâhları, sembolik olarak eski Şamballa adı ile anılmakta olan ve gobi
Çölü' nde bulunduğu söylenen bir astral kenttir. Dünya' nın Efendisi' nin
idaresi altında bulunan bu kutsal şehir, inisiye olmayanlarca görülemez...
Gizli mâbet olan bu yer, küremizin okült hükümetinin merkezidir. Üstadların
ve dünyanın gizli arşivlerinin içinde güvence altında bulunduğu bu yeraltı
ülkesinin destanı muhteşem bir realitedir."
---------------------------------------------------------------------------
Kaynak : Agarta-Yeraltı Devleti, Bilim Araştırma Merkezi
f- Meru Dağı :
Ossendowski' nin Agarta' sı ve "Vril' in Büyük Locası" ile Teozofistler' in
Şamballalar'ı bunlar aynı mıdır, yoksa muhtemelen birbirlerinin karşıtı olan
farklı mabetler midir? İkinci şık daha ihtimal dahilinde görülmektedir.
Swami Matkormano' ya göre, Asya' nın inisiyasyon merkezi Meru Dağı' dır ve
burası Şamballa' nın bulunduğu yerdir. Hint teolojisinde burası, neslinden
geldiklerini iddia ettikleri insanların üzerinde türetildiği dağdır. Tibet'
in Lamalara ait kozmolojisi der ki :
"Meru Dağı yer kürenin merkezinde yükselmektedir. Zirvenin, kistial, azür,
yakut ve altından oluşan dört kenarında cin (Demon) halkarı ile birlikte
dünyanın dört kralı yaşamaktadır."
Vril' in Büyük Locası" nın düşüncesine göre :
"Meru Dağı, Şamballa' nın merkezi ve aynı zamanda hem maddesel, bem de madde
ötesi olan iki varoluş plânının keşişme noktasıdır."
Türkistan' da, jeofizik realitesi, bilinç-ötesi ya da duyu-dışı algılamaya
ait olan bir geometrik şekil vardır. Bu şekil, bir tanesi tersine çevrilmiş
iki adet piramidden oluşmaktadır. Yukarı bakan piramid Pamir Dağı ve aşağı
bakan piramid de Meru Dağı olup bunlar, fizik-ötesi ve jeofizik düzlemleri
temsil ederler . Keşişme noktasında, hem Arîler, hem de sarı ırklarca kutsal
sayılan ve üzerinde Dünya' nın Kralı' nın kalesi yükselen bir dağ, Meru
zirvesi-mikrokozmos ile makrokozmosun göbek merkezi (omphalos) )
bulunmaktadır .
Bu merkezden dört ana pusula yönüne doğru dört adet yol uzanır; güneye doğru
Sion kutbuna, batıya doğru Sale Gölü kutbuna, kuzeye doğru Thule kutbuna ve
doğuya doğru Pamir kutbuna ki bu Himalaya uzantısı olup en uç noktası
Darciling' dir (Darjeeling). Muazzam manyetik enerji odakları olan bu
kutuplar, periyodik olarak, milletleri ve tarihlerini etkilerler… Meru
zirvesinde, yeraltı dünyasının hükümran varlığının bir çeşit ikâmetgahı olan
Glasburg adlı Elmas Saray yükselir. Saray' ın dört köşesinde, Mecusîlik' te
Sessizlik Kuleleri denilen ve dünyasal kutuplarca üretilen manyetik
enerjinin akümülatör pillerini çevreleyen kuleler vardır. Bu enerjiyi,
değiştirilme (transmutation) işleminden geçirdikten sonra yıldızlar
uzayımızın galaksilerine doğru saptırırlar. Böylece, Elmas Saray, evren için
enerji merkezi olur…
Kuleler, "büyük sessizlik" denilen bir perdeye ulaşan ultrasonik
titreşimlerden oluşmuş manyetik dünya dalgalarını alır ve naklederler. Bu
"ağırlık" dalgaları, bölünemeyecek kadar küçük bir zaman dilimi sırasında
kurşunda bulundukları gibi, Satürn' ün halkaları tarafından neşredilen ve
her ondört yılda bir dünyayı etkisi altına alan manyetik fotonlarda da
bulunurlar. Bunlar, A1 protonlarının türevleridir (dünyanın akkor halindeki
merkezinin atomaltı enerjisi.).
"Vril' in Büyük Locası", dünya üzerindeki hâkimiyetini "Vril" diye bilinen
gücün kontrolü ile perçinleyeceğini ummaktadır. Bu gizemli güç, Butwer
Lytton tarafından keşfedilmiş, daha doğrusu icat edilmiştir. "Vril' in Büyük
Locası" na göre, Lytton' un "The Coming Race" ("Gelecek Irk") adlı bir
romanında tanımladığı bu güç, "Vril-Ya" olacaktır.
---------------------------------------------------------------------------
Kaynak : Agarta-Yeraltı Devleti, Bilim Araştırma Merkezi
g- Kozmik Bir Güç 'Vril' :
İnsana tüm güçleri elde etme yeteneğini vereceğinden, Vril' in kontrolu
başlıbaşına bir amaçtır. Buna ulaşmak için iki yol vardır. "Bilimsel Yol"
kurşunda bulunan Proton A 1 partiküllerinin, Satürn' ün fotonsal
manyetizminde ya da etikin bir yanardağdan fışkıran lavda hapsedilmek üzere
kimyasal olarak tecrit edilmelerine dayanır. Wotan' ın ve bazı Alşimistlerin
-simyacıların- izledikleri yol buydu. Erkek cinsiyet güddeleri, bu şekilde
elde edilen radyasyonların etkisi altında tüm "Korlos" u etkin hale
getirerek "ego" yu kendi fiziksel ağırlık merkezi içinde geçerli
kıldırırlar. "Mistik yol" ise, yüksek düzeydeki majiden aktardığı bir
ritüeli kullanır. Bu ritüel için gerekli olan unsurlar şunlardır: K harfinin
ses titreşimleri, Satürn işareti, menekşe rengi, bir amatist,kurşun,eski
İskandinav şiirleri (runes), K.B.L. üzerine merkezlenmiş bir Mandala ve
zamanda sembolik bir geriye gidiş etkisini yaratan bir inisiyasyon sayılan "Ankh".
Bu, Tutankhamon' un yeniden dirilişi, metapsikoz (metempsychosis) için
gerekli olan yaşam kelimesidir. Luxor Kardeşliği' ne inisiye olan Bulwer
Lytton Vril'i, hastalığı iyi eden, ama bir ölüm-ışını da neşredebilen bir
tür maji yüzüğü olarak görmüştü. Bu enerjiyi kontrol edebilen herhangi bir
kişi, depremler ya da yanardağı indifaları oluşturabildiği gibi, sönmüş
yanardağları da etkin hale dönüştürebilir.
İnsanların, çok eski zamanlardan beri, Dünya' nın Efendileri olmayı ve tüm
ulusları, hatta dünyayı bile yok etme gücünü ele geçirmeyi düşlemeleri çok
tuhaf bir şeydir. Bu çeşit düşünceleri beyaz majiden sayabilir miyiz?
Muhakkak ki hayır.
Büyücüler, bu çeşit güçlere sahip olduklarını iddia edegelmişlerdir. Ancak,
bu, hüsnükuruntudan öteye bir şey değildi. Modern bilim adamları sorunu
çözümlediler: Nükleer Fizyon, kadim (eski) majinin araştırma ve
arzu-hayallerinin cehennemî sonucudur .
Peki, bilim adamlarımızın çalışmaları beyaz maji midir?
Maalesef, hayır.
Bu yok edici buluşlara karşıt olarak, bunlardan farklı mizaçtaki kişiler,
yeni bir Altın Çağ' i kurmayı düşlemekte ve arzu-hayallerini, kara
majisyenlerin hayallerini uzakta tutacak güçleri harekete geçirmek için
kullanmaktadırlar. "Işık İnsanlığı" nın En Yüksek Efendileri, şüphesiz
Agarta, Şamballa ya da Meru Dağı gibi adı olmayan görünmez yerlerde ve belki
de Yüksek Yıldız' da düşünmekte ve çalışmaktadırlar.
Kaynak : Agarta-Yeraltı Devleti, Bilim Araştırma Merkezi
EK BÖLÜM
a - Bilinmeyen Üstadların Bir İnisiyesi Robert Charroux :
Robert Charroux "Mysterious Unknown" adlı kitabın biricik yazarı değildir.
Onun yazdığı, araştırmayı yürüttügü malzemeyi seçtiği ve planladığı,
temellerini attığı, iddalarının tartışılmasını yapıldığı gerçektir. Orjinal
ve yayımlanmamış dökümanların peşinden dünya arşivlerini taramıştır. Ancak
birçok yardımcısı da olmuştur.
Beraber çalıştığı bu kişilerin bazıları olağanın çok ötesindedirler.
Kendisi, aralarından bazılarının Dünya' nın bilinmeyen Efendileri
olabileceği yücelmiş Varlıklar' ca eğitilmiştir. Ona azar azar öğretmişler,
evvelce belirlenmiş bir planı uygularcasına sırların bir bir
açıklamışlardır.
Ömeğin, "Melekler' in Efendisi" ("Master of Angels") bir efsane değildir.
Gerçekten vardır ve Fransa' da yaşamaktadır. Fakat, isminin yayımlanmasını
arzu etmemektedir.
Yüksek Rahip Anubis Schenouda, bir Mısırlı inisiyedir. Robert Charroux,
kesin olarak sadece en yüksek derecelerden birkaç üstadın öğrenmeye hak
kazandığı belirli açıklamalara muhatap olan tek kişidir. Niçin? Üstad, kendi
nedenlerini söymemektedir.
Daha da tuhafı sadece C.P. başharfleri ile belirtebileceğimiz "Hint
Gizemleri" ne inisiye olanlar' ın Koleji' nden bilinmeyen Üstadlar, öbür
dünyadan arkadaşımıza yardım ederek ona, içeriği zengin fikirler telkin
etmektedirler. Bir C. P. sözcüsü şöyle demektedir :
"Biz, Robert Charroux' a görevinde yön vermek üzere Dünya' nın Efendisi'nce
atandık. Kendisinin imanlı olup olmaması önemli değildir. Bilinçli olarak
aramasına gerek kalmadan bazı şeyler ona gelecektir.. " Guy Tarade ve Andre
Millou gibi diğer Arayanlar' i da yöneten, Nis' teki "Medeniyetin
Billinmeyen Ögelerini Araştırma ve Çalışma Merkezi" (CEREIC), arşivlerini
Robert Chamoux' un emrine vermiştir . Ayrıca, gezegenimizin ötesindeki
Üstadlar' ın bir temsilcisi olduğu söylenen Mn. Y. ve "İnka Güneş Dini" ni
("Inca Religion of the Sun") tekrar tesis eden Gregori B. gibi bazı hakikî
Drüidler, bu kitabın yazarından Üst' lerine övünerek bahsetmişlerdir. Robert
Charroux onların kardeşlik cemiyetinin bir üyesi olmadığına göre, bu husus
daha da önem kazanmaktadır .
Robert Charroux' un, Spiritüel bır uyanışı desteklemeye yardımcı olması
gereken buluşlarına yeni bir malzeme eklemek için yardım edenler İşte
böylesine işbirliği yapan kişilerdir.
Kaynak : Agarta-Yeraltı Devleti, Bilim Araştırma Merkezi
b - Villeneuve Üstadı :
İnisiyasyon tek bir Üstad' ın ayrıcalığı değildir. Rose Croix Derneği'nce
yayınlanan bilgiye göre tüm Üstadlar, -Üstadlar' ın Üstadı- Maha tarafından
idare edilen merkezi bir Yüksek İnisiyeler örgütünce denetlenir. Maha' nın,
Paris, Kahire, Bombay, Pondicherry' de ve Meru Dağı ile Asgard gizli
mabedlerinde çalışan bütün İnisiyeler' in en yükseği olduğuna
inanılmaktadır.
Fransa' da, en meşhurları Rose Croix' inki olmak üzere muhtelif inisiyasyon
merkezleri tesis edilmiştir. Onbeşinci yüzyıldan beri, -aslında, insanlığın
varoluşundan beri- Büyük Atalarımız' ın sırlarını nakledegelen Rose Croix
Üyeleri, Bilinmeyen Üstadlar' ın en yüksek Meclisi' ni oluşturmuşlardır.
Fransız Rose Croix' in Başı olan Raymond Bernard, Avrupa' da en yüksek Elçi
ve Fransızca konuşulan tüm ülkelerde Büyük Üstad' dır. Onun üstünde Rose
Croix' nın Başkanı (Imperator) Dr. Ralph Lewis vardır. Hatta, başkan' ın da
üstünde, başlarındaki Maha ile birlikte Bilinmeyen Üstler(=Unknown Superiors)
bulunmaktadır.
Kaynak : Agarta-Yeraltı Devleti, Bilim Araştırma Merkezi
c - İstanbul' daki Agarta Toplantısı :
"Villeneuve Üstadı", 24 Aralık 1966' da İstanbul' da Bilinmeyen Üstler' le
buluştu. Kendisi bu görüşmeyi sınırlı bir yayında anlatmıştır. Ya da, daha
doğrusu, açıklaması için Bilinmeyen Üstler' ce kendisine izin verilenleri
yayımlamıştır.
Kitabın adı "Tasavvur Olunamazla Karşılaşma" dır ("Meeting with the
InconceivabIe"). Bu kitap, yüzyıllarca, insanların bahsettiği "Görünmeyen"
in, şarlatanlar ve hayalperestlerin icadı olmadığını kesinlikle ispat ettiği
için çok önemli bir çalışmadır.
Villeneuve Üstadı' nın anlattığına göre kendisi, Saint Yves d' Alveydre
gibi, belirli açıklamalar yapmaya izinlidir. d' Alveydre' nin bahsettiği
Agarta adı değiştirilmiştir ve Yüksek Meclis' in (High Council) kendi
içinde, tarihin ve zamanın hızlanmasıyla uyumlu hale getirilmesi için bazı
ufak değişiklikler meydana gelmektedir. Agarta' nın yeni adı sadece "belirli
birkaç kişi" ye bildirilebilir.
Yüksek Meclis, "bu dünyanın evrimi içinde ulaşacağı en yüksek noktayı" bilen
oniki büyük üstaddan oluşmaktadır. Bu kişiler, günümüzün politikasını
etkileyecek bir durumda olmalarına rağmen bizler yine de özgür irade
sahibiyizdir. Bütün bu oniki kişinin üzerinde, daha da yüksek bir düzeyde
üstün bir hiyerarşi içindeki "Görünmeyen Varlıklar" yer alırlar. Villeneuve
Üstadı kitabında ayrıca, Bilinmeyen Üstler' in, diğerleri arasında, Robert
Charroux' un çalışmalarını da okuduklarını açıklamaktadır. Bu yazarlar
hakkında şunları söylemektedir :
"Bu kişiler tarafından değerli çalışmalar yapılmıştır. Sorunlar iyi takdim
edilmiş ve cevaplar her ne kadar verilmemişse de ima edilmişlerdlr. Bu
alanda, çağdaş yazarlar arasında, Robert Charroux en yüksek düzeydedir."
Hiçbir
yazı/ resim izinsiz olarak kullanılamaz!! Telif hakları uyarınca
bu bir suçtur..! Tüm hakları Çetin BAL' a aittir. Kaynak gösterilmek şartıyla siteden
alıntı yapılabilir.
© 1998 Cetin BAL - GSM:+90 05366063183 -Turkiye/Denizli
Ana Sayfa /
Index /
Roket bilimi /
E-Mail /
Kuantum Fizigi
/ Astronomy
/
Time Travel Technology /
UFO
Galerisi / UFO Technology /
|
|