Uzay-zamandan
kastedilen şeyin matematiksel tanımı, “noktalar arası uzaklığın”
tanımı üzerine kurulmuştur.Bu yüzden de maddesel boyuttan planck
mesafesine yaklaştıkça uzay ve zamanın tümsek ve çukurları artarak
en büyük kırışıklıkların,büyük olanlara oranla daha belirgin hale
gelir ve kuantum fiziğindeki belirsizliklerle birlikte bu kırışıklık
çok daha fazla kabarır. Bu da bize planck mesafesinden daha öteye
geçmemize izin vermeyeceğini gösterir. Çünkü, oradaki eğrilik ve
belirsizlikler o kadar büyüktür ki “iki nokta arasındaki uzaklık”
kavramının hiçbir anlamı ve bu uzaya hiçbir ölçüm aleti sığmadığı
için de,uzay ve zamanın varlığı kalmaz.Bunun sonucu olarak bu iki
nokta arasındaki bölgede eğrilik ve kırışıklıklar ölçülemeyeceğinden
planck mesafesinden daha yakın uzaklıktan bahsetmek imkânsızlaşır.
Bu yüzden big bang’in
nasıl meydana geldiğini (dolayısıyla her şeyin teorisinin) o andan
önceki dönem olan t=0 ile t=10 üssü(-43) sn arasındaki süper uzayın
belirlenmesiyle anlaşılır hale gelecektir.Çünkü evrenin
yaratılmasının en başında 10 üssü (-43) sn.’ nin altında (mesela 10
üssü(-10000) sn.de planck ölçeğinin trilyarlarca kez daha ) zaman
öyle küçüktür ki, bu boyutta artık üçten fazla boyut ile sıfırdan
küçük sayılar içeren soyut uzay modelleriyle açıklanması
gerekmektedir.Bu kavram Rölativite ile Kuantum fiziği arasında
bağlayıcı bir nokta bulma girişimlerinde bulunan, Fizikçilerin
Fizikçisi olarak kabul edilen John A Wheleer tarafından yine planck
çapında (soyut ile somut arasındaki sınırda) evrenin dokusu üzerine
geliştirdiği kuantum köpükleri adlı kuramıyla açıklanmıştır.
Evrendeki maddenin en temel birimi olarak gördüğümüz her şeyi
düzenleyen kuantum köpüklerinin her biri, olay ufku (planck
mesafesindeki) 10 üssü (-33) cm. çapında ve yaklaşık olarak Planck
ağırlığına eşit (10 üssü (-5) gr) olan Mini Akdelik ve
Karadeliklerdir.Burada dikkât edilmesi gereken bir hususta;
karadelik oluşturmak için çöken yıldızlarda olduğu gibi,olay ufku
altında kalan kütlenin somut değil soyut olması idi.Tıpkı olay
ufkunun içine düşen bir yolcunun ezilmek üzere merkeze doğru
çekilmesi sırasında önünde kendisini başka bir sona götürecek madde
yığınıyla karşılaşmaması gibi.
Süper uzayın ucu olan
(ki diğer ismidir) planck mesafesine gömülmüş bu maddenin ağırlığı,
dışarıdan baktığımızda yaklaşık olarak planck ağırlığına eşdeğer
olmasına karşın,o boyutun içine girdiğimizde, içindeki her bir
noktanın bir evrenin tüm geometrisine karşılık gelen sonsuz boyutlu
Geon adı verilen yapıyı gözlemlerdik.Işıktan hızlı ve soyut yapıda
planck mesafesi sınırının hemen altında ya da tünel halkasının alt
ağzında topaklanmış, soyut uzayın enerji paketçiği olan Geonlar,
planck uzayından planck enerjisi (mikrodalga enerjisi) olarak
maddi evreni oluştururken, aynı zamanda soyut uzaya açılarak
Takyonları meydana getiren tünellerin yapısını oluştururlar.Böylece
bir anlamda süper uzayı,sonsuz tüneller ağı olarak
düşünebiliriz.Başka bir açıdan bakarsak süper uzayın ucu olan foton
halkası (ki dıştan halka olarak düşündüğümüz bu yapının içine
girdiğimizde, birinci hiçlik noktası idi.) soyut ile somut uzayı
boyutsal olarak birbirine bağlar ve bir geon, halkadan Akdelik
biçiminde patlayarak,oluşturduğu evrenin içindeki her bir noktada
yine bu süper uzayın ucundaki halkalar olarak karşımıza çıkıp bir
okyanusun üzerindeki köpükler misali tüm evreni bir dantel gibi
işleyerek ya da ayrı bir deyişle bunların (paketçiklerin)yan yana
gelmesiyle teşekkül ettirdiği mikrodalga boyutun frekanslarını
birbirlerine göre var kılarak tüm maddesel yapıyı meydana
getirirler.
Maddi evreni meydana
getiren kuantların, planck eylem aralığını bildiğimiz için,evrende
ne kadar foton(ya da planck tünelleri) bulunduğunu bulabiliriz. Bazı
araştırmacılar da kapalı evren modeli için şu anki evrenimizin
büyüklüğünün 10 üssü(61)planck mesafesinde, hacminin,bu mesafenin
küpü olan yine planck cinsinden 10 üssü(183),yaşının da 10
üssü(61)kere planck zamanı olarak düşünmektedirler(planck eylem
aralığı 10 üssü(-43) sn.’ dir)
Bu Kurtdeliklerinin yan yana gelerek oluşturduğu evreni başka bir
açıdan ele alırsak,örneğin;1 elektron her noktasından foton
bıraktığı için,tünel yumağı hali küresel bir tünel olarak da
düşünebiliriz. Aynı şekilde, sırasıyla nükleonlarla elektronların
oluşturduğu atomlar,moleküller,gezegenler,yıldızlar,galaksiler ve
evrendeki her şey yine bu tünellerin birleşmesiyle meydana gelirler.
Geonların bir başka
özelliği de,birinin diğerinden farklı olmayıp açılımlarının bakış
açılarına göre çoğul ismi almasıdır.Bu özellik aynı şekilde soyut
uzay ve izdüşümü olan somut uzay için de geçerlidir. Çünkü somut
uzayın var gösterilmesi,bir var kabulden ibaret olan soyut uzayın
yansımasından dolayıdır.
Bununla birlikte, tüm ihtimalleri içinde barındırması dolayısıyla
süper uzay (ki belirsizlik ortadan kalkarak belirlilik yerini alır)
tüm dualiteleri içerir. Bu yüzden süper uzaya yolculuk eden bir
kişi, tüm uzay ve zaman kavramlarını niçin geride bırakması
gerektiğini açıklar bir biçiminde,bu uzayın sıcak mı soğuk mu,geniş
mi dar mı,küp biçiminde mi küresel mi olduğunu soramayacağı gibi
yaşam ile ölümün,varlıkla yokluğun ,her şeyle hiçbir şey,ayrımının
geçersiz olduğunu da anlar.
John A Wheleer’in
kuantum köpükleri,Bilinç ile Madde arasındaki ilişkiye çok geniş bir
düzeyde açıklık getirerek,planck uzayının (noktasının) maddeye dönük
yüzündeki karadeliklerin olay ufkunun girişinde ,uzay ve zamanın
bittiği sınırda Kaotik bir yapı olarak enerjinin yerini alırken yine
bu ölçeğin öze dönük yönüyle de süper uzaya açılan kapıyı,geçiti
oluştururlar.
Dikkât edilmesi
gereken ikinci husus da; artık bölünemeyecek kadar küçük zaman
dilimi olan (ki zaman yönüyle zaman duvarı,enerji yönüyle enerji
duvarı,sıcaklık yönüyle ısı duvarı ismini alan planck ölçeğinin)10
üssü(-43) sn.’ nin altındaki boyutta zamanın negatif olmasına karşın
bu değerden t=0 anına kadar pozitif olarak ifade edilmesi bir
çelişki değil,big bang olayını anlamak için seçtiğimiz koordinat
sisteminden, başka bir deyişle, bakış açısından
kaynaklanmasındandır.Yoksa, zamanın planck çapı altındaki soyut
uzayda negatif değerlerde olması gibi kütle,boyut...vb)kavramlar da
soyut ve negatif değerlerle ifade edilir.
Her şeyin Teorisi
hakkında en detaylı ve geniş çalışma,David Bohm(1) tarafından
Hologram Teorisi adı altında sunulmuştur. “Kırılmamış Bütünlük”
kavramı şeklinde de ifade edilen teori,evrenin her parçasının,tüme
ait olanın tam bir imajını verdiğini belirterek,maddesel dünyamızı
meydana getiren atom ve altı parçacıklarının daha temel düzeyindeki
“Örtülü Düzenin” (2) yanılsaması şeklinde var olduğunu söyler. İşte
bu bağlamda bazı fizikçi ve filozoflar (ki David Bohm aynı zamanda
filozoftu)bilimsel plartformda,şuur ve madde arasındaki ilişkiyi
Bohm’un kendi alanında herkesten daha ileri götürerek açıkladığını
kabul etmektedirler (ayr.bil.iç.bkz.zihin ve madde/ sufizm ve
insan-fizik.)
Evrenin bölünmez
bütünlüğü konusunda Bohm şunları söylemekte “Aslında insan ,klasik
görüşte yer alan, dünyayı bağımsız ve ayrı olarak var olabilen
bölümlere ayrıştırarak analiz edebileceğimizi savunan yaklaşımı terk
edip,kesintisiz birlik ve bütünlük yaklaşımına ister istemez eğilim
gösteriyor. Biz alışılmış klasik ve bağımsız “temel birimler”
yaklaşımını tersine çevirdik. Yani artık görülen sistemlerin ,bu
temel birimlerin birleşmelerinden meydana geldikleri görüşünü terk
ettik.Buna karşılık,temel gerçekliğin,evrenin bir birinden ayrılmaz
bir kuantum etkileşiminden oluştuğunu savunuyoruz.Ve nisbeten
serbestçe davranabilen birimlerin,bu bütünün yalnızca birer parçası
(3) oldukları görüşündeyiz.”(ayr.bil.iç.bkz.Quantum Potansiyeli/Sufizm
ve İnsan-Fizik).
Mistisizmde ifade
edilen çokluktaki Teklik kavramını Farklılaştırılmamış Süreklilik
kavramı ile dile getiren,yüzyılımızın ünlü kuramcılarından
Northrop,bu bölünmezliği şöyle açıklamakta: “Farklılaştırılmamış
süreklilik,doğrudan duyumlanan (algılanan) bütün farklılaşmaların
(varlıkların)içinden çıktığı ilk sürekliliktir. Bu bütün
farklılaştırılmış olguları(varlıkları) kapsamaktadır.O bölünmez ve
değiştirilemez olandır.”
Bununla
birlikte,Einstein ile beraber Birleşik Alanlar kuramı üzerinde
çalışan David Bohm’un bu teorisi,maddenin hiçbir zaman var
olmadığını ve her boyutun o boyutun algılayıcısına göre mevcut ve
maddesel olarak yine algılayıcı tarafından yaratıldığını(ki Gestalt
Psikolojisi de aynı görüşleri savunmaktadır) bu nedenle de Birleşik
Alanların,hologramik paradigma ve işaret ettiği bilince başvurmadan
çözülemeyeceğini söylemekte ve aynı kavramın Mistikler tarafından
Deneyimleri ile elde ettikleri gerçeklerle de paralellik arz
ettiğini belirtmektedir.
Yine Bohm,İnsan
aklının daha yüksek gerçeklikleri kavrama yeteneğinin Klasik
Bilimlerce yadsındığını ya da görmezlikten gelindiğini, dolayısıyla
da bu standart bilimin bir deneyi parçalara bölerek çözümleme
getirdiği için çıkmazda olduğunu düşünmektedir.Bu yüzden Bohm,elde
ettiğimiz gerçekleri,bulguları yine kendimizin oluşturmakta olduğu
konusunda bizleri uyararak,aklımızı kendi yarattığı tutsaklıktan hiç
olmazsa kısa bir süre kurtarmak ve bilimsel bir yaratıcılık anına
ulaşması için doğu mistisizmini anlamamızı önermektedir.Bu konuda
Stevens enstitüsünde fizik profesörü olan Jeremy Bernstein,
duygularını şu cümlelerle özetlemekte: “Eğer bir doğulu bir mistik
olsaydım,dünyada isteyebileceğim en son şey modern bilimle uzlaşmak
olurdu”
Bohm’un subjektiflik
hakkındaki görüşüne benzer bir ifadeyi,evrenin yapıtaşının
düşünce olduğunu söyleyen Cambridge üniversitesi
profesörlerinden biri olan Sir Arthur Eddington ise, objektif bilim
içerisinde geçen şeylerin çoğunun aslında Subjektif olduklarını ve
bunun,bizim nesneleri ölçme şeklimizi belirlediğini öne sürerek,bu
durumun daha kolay anlaşılır olması için,denizde belirli bir
büyüklükten daha küçük bir balık bulunmadığının farkında olmakla
birlikte,asıl boyut sınırlamasının kullanmakta olduğu ağın göz
büyüklüğüne bağlı olduğunu fark edemeyen bir balıkçı örneğini
vermiştir.
Fakat geçmişte olduğu
gibi, günümüzde de etiketi ve sınıfı ne olursa olsun, şartlanmaların
,değer yargılarının bir ağ gibi ördüğü şuurun blokajından dolayı
metafiziğin ve mistik anlayışın olabilirliliğinin işaretlerini
görmezden gelen zihin sahipleri, maalesef reddetme ilkelliğini
sergilemektedirler. İnsanın genetiğinde var olan bu hastalığı çok
iyi teşhis eden Einstein, “ Bir önyargıyı yok etmek,bir atomu
parçalamaktan daha zordur” şeklinde görüşlerini dile getirirken,bu
teşhisin tedavisi için de ünlü biyolog T.H Huxley şunu önermektedir:
“ Olgunun karşısında ufak bir çocuk gibi oturun ve daha önce
edinmiş olduğunuz tüm kavramları unutmaya hazır olun ve doğa sizi
hangi uçuruma,her nereye yöneltirse yöneltsin,onu alçak gönüllülükle
izleyin,yoksa hiçbir şey öğrenemessiniz.”
Ayrıca insanın
birimsellik kozasından sıyrılıp Evrensel Öze doğru yol almanın en
temel ilkelerinden de biri olan bu ifadeyi göz önünde bulundurmayan
aynı zihin sahipleri, Birleşik Alanların Holistik(4) bir yapıyı
göstermesine rağmen, göstergesi olduğu metafizik ve Mistik
anlayıştan temizleyerek sistemi anlama eğiliminde görünmektedirler.
Fakat bu anlayış ya da ayrı bir deyişle,Bhom’ un ve diğer büyük
beyinlerin de dile getirdiği gibi, temelinde Mistik anlayışın
bulunmadığı hiçbir sistem tam olarak açıklanamayacaktır.Bu noktayı
can alıcı bir ifadeyle dile getiren John A. Wheleer “Yalnızca
fizikle ilgilenen hiçbir fizik teorisi, fiziği hiçbir zaman
açıklayamayacaktır” derken,maddeyi yaratanın zihin olduğunu söyleyen
başka bir ünlü fizikçi Jack Sarfatti ise “Bu nedenle,metafizik
açıklamalar fiziğin gelişimi için mutlak bir biçimde yaşamsaldır”
der.
İşte bunun içindir
ki, Batının, Doğu felsefesinde ,daha doğrusu İslam Mistisizminde
ifade edilen “Evrensel Şuura” kulak vererek Kozmik Bilinç’ten
beslenmesi gerekmektedir ki, bunu idrak edenler,Kozmik Bilincin
Boyutsal Sonsuzluğunda yerini alarak yaşamlarını
sürdürmektedirler.Aynı şekilde Doğu dünyası da temeli mecaza dayalı
olan anlatımların tabanda anlaşılabilmesi için kendi verilerini,Batı
ilminin verileriyle sentez yapmak zorundadır ki, bu mecaz kavramı
Hologram teorisinde,bir boyuta ait olan gerçeklerin bir üst boyutun
mecazları olduğu şeklinde açıklanır. Bu,mistik kaynaklarda “Halka
neden mecazlarla sesleniyorsun?” diyen öğrencisine Hz. İsa (as)
“Göklerin Egemenliğinin sırlarını anlama yeteneği size verildi,ama
onlara verilmedi.Kimde varsa,ona daha çok verilecek ve o bolluk
içinde olacak.Ama kimde yoksa,kendisinde olan da elinden alınacak.
Onlara benzetmelerle seslenmemin nedeni budur.” diye cevap
verirken,aynı durum İslam kaynaklarında kendini göstermektedir.
Kuran’da bu duruma “Anlayasınız diye bunları size
misallerle,sembollerle açıklıyoruz” ifadesiyle açıklık
getirilmiştir. Onun( Kuran’ın) ikiz kardeşi olan Hz. Muhammed
(s.a.v) ise kıyamet gününden bahsederken,güneşin batıdan doğacağını
belirterek,batıni gerçeklerin tabanda anlaşılması için gerekli olan
idrak ve anlayışın(ki güneş,idrak ve anlayışı sembolize eder)
Batıdan zahire çıkacağını belirtmiştir.
“Holografik paradigma
ve diğer paradokslar” adlı eserin yazarı olan ken Wilber tarafından
yayımlanmış olan “Kuantum Soruları” adlı kitabında yazar,bugünkü
bilimi zirveye taşıyan isimlerin başında gelen Hysenberg,Shördinger,Einstein,De
Brogle,Sir James Jeans,Max Planck,Wolfkang Pauli ve Edington gibi,
dünyanın en meşhur fizikçileri tarafından yazılmış mistik yazıların
bazılarına değinerek ,bu yazarların hepsinin fizik ile mistisizmin
bir yönden ikiz kardeş olduklarına dair derin bir inancı ifade
ettikleri anlatılmaktadır.Hatta bunlardan Haysenberg,bilim adamı
olmanın yanı sıra ,Fisagor(Eflatun)cu okulun hem mistiği hem de
metafizikçisi iken,Wolfkang Pauli de (ki bir labaratuvarda
bulunması bile, cam bir aletin ayrılmasına ya da kırılmasına neden
olduğu söylenir) Carl Jung ile psişenin yorumu ve Doğası adlı eseri
kaleme almışlardır.Wilber’in kitabının dışındaki listede daha
birçokları da var. Bunların arasında Oxford Üniversitesinden Roger
Penroseu (ki oda Bohm’un görüşlerine katılarak bilincin doğasını
kabul etmektedir) “Karadelikler” kitabının yazarı ünlü fizikçi John
Taylor’ı, B.D.Josephon’ı(5),Neils Bohr’u ve Oppenheimer’ı da
sayabiliriz. Bunlardan Neils Bohr “Atom kuramı ile ilgili
paralellikleri aramak istiyorsak, insanı var oluşun büyük dramı
sırasında hem seyirci ve hem de aktör olarak ele alan doğu
mistisizminin düşünürlerinin karşılaştıkları sorunlara yönelmemiz
gerekecektir” derken, Oppenheimer da “Atom fiziği dalında yapılan
keşiflerle ortaya çıkan görüşlerin hiçbiri tamamen başka,hiç
duyulmamış ya da yepyeni değillerdir. Kendi uygarlığımızda bile
bunların öncülerine rastlayabiliriz.Ancak doğu mistisizmin
öğelerinde bunlar çok daha yaygındırlar.Bize düşen görev, bu eski
açıklamaların desteklenmesi,düzenlenmesi ve geliştirilmesidir.”
diyerek görüşlerini ifade etmiştir.Ünlü psikolog Carl Jung ise,
neden bu büyük fizikçilerin mistisizme ihtiyaç duyduğunu şu sözüyle
özetlemektedir:“İnsan Psişesi,semavi olanı kabul etmek üzere inşa
edilmiş bulunan şuur altı ihtiyacını barındırır.”
İstanbul - 22.02.2001
http://afyuksel.com
(1): D Bohm ve B.Hilley
kurt delikleri düşüncesine katılarak, bu konuda şunları
söylemektedirler:“kuantum teorisinin çarpıcı birçok yeni özelliğinin
varlığı genellikle kabul görmüştür. Bununla beraber, görüşümüze
göre, hepsinden daha da asli,farklı yeni özelliğin ne olduğu hususu
üzerinde çok az duruldu.Yani uzayda irtibatlı olmayıp birbirleri
arasında iç –irtibatı bulunan farklı sistemler üzerinde”
(2):Nesnelerin
kendilerini, bilinen uzay-zaman boyutu içinde göstermesi yani
insanların,hayvanların,galaksilerin görünen (algılanan) dünyasına
“Açık düzen”,
objektif gerçekliğin temelinde, “açık düzene” göre görünmeyen
,algılanamayan fakat yine holografik olarak
düzenlenmiş,birbirleriyle bağlantılı düzene ise “örtük,kapalı düzen”
adı verilmektedir.
(3)Hologram
Prensibinde Parça –Bütün ilişkisi,bir parça bir de o parçada mevcut
olan bütünün bilgisi şekliyle değil,parça adı altında var olan
Bütünün kendisi şekliyle ifade edilmektedir ki, parçanın varlığı söz
konusu değildir.Aynı zamanda bu kavram ,cüzi irade ve ona bağlı olan
külli İradenin var olmadığını, var olanın Tek bir irade olduğunu da
açıklar.
(4) Her Şeyin
teorisinin Holistik olması aynı zamanda,maddenin tüm
özellikleri,uzay-zamandaki tüm olaylar ve fiziğin bütün diğer
teorilerinin bu evrensel yasadan çıkartılabilmesi demektir.
(5) Cambridge
Üniversitesinde Hawking’in çalışma arkadaşlarından biri olan 1973
Nobel ödüllü Josephon, insan zekâsı ile gözlemlediği dünya
arasındaki ilişkinin,Doğu mistisizmini anlayarak, nesnel gerçekliğin
içyüzünün anlaşılabileceğine inanmakta olup bunun gereği olan
teknikleri de etkin biçimde uygulamaktadır.
Alıntı: Kenan
Keskin
Hiçbir
yazı/ resim izinsiz olarak kullanılamaz!! Telif hakları uyarınca
bu bir suçtur..! Tüm hakları Çetin BAL' a aittir. Kaynak gösterilmek şartıyla siteden
alıntı yapılabilir.
Uzay-zamandan kastedilen şeyin matematiksel tanımı, “noktalar arası uzaklığın” tanımı üzerine kurulmuştur.Bu yüzden de maddesel boyuttan planck mesafesine yaklaştıkça uzay ve zamanın tümsek ve çukurları artarak en büyük kırışıklıkların,büyük olanlara oranla daha belirgin hale gelir ve kuantum fiziğindeki belirsizliklerle birlikte bu kırışıklık çok daha fazla kabarır. Bu da bize planck mesafesinden daha öteye geçmemize izin vermeyeceğini gösterir. Çünkü, oradaki eğrilik ve belirsizlikler o kadar büyüktür ki “iki nokta arasındaki uzaklık” kavramının hiçbir anlamı ve bu uzaya hiçbir ölçüm aleti sığmadığı için de,uzay ve zamanın varlığı kalmaz.Bunun sonucu olarak bu iki nokta arasındaki bölgede eğrilik ve kırışıklıklar ölçülemeyeceğinden planck mesafesinden daha yakın uzaklıktan bahsetmek imkânsızlaşır.
Bu yüzden big bang’in nasıl meydana geldiğini (dolayısıyla her şeyin teorisinin) o andan önceki dönem olan t=0 ile t=10 üssü(-43) sn arasındaki süper uzayın belirlenmesiyle anlaşılır hale gelecektir.Çünkü evrenin yaratılmasının en başında 10 üssü (-43) sn.’ nin altında (mesela 10 üssü(-10000) sn.de planck ölçeğinin trilyarlarca kez daha ) zaman öyle küçüktür ki, bu boyutta artık üçten fazla boyut ile sıfırdan küçük sayılar içeren soyut uzay modelleriyle açıklanması gerekmektedir.Bu kavram Rölativite ile Kuantum fiziği arasında bağlayıcı bir nokta bulma girişimlerinde bulunan, Fizikçilerin Fizikçisi olarak kabul edilen John A Wheleer tarafından yine planck çapında (soyut ile somut arasındaki sınırda) evrenin dokusu üzerine geliştirdiği kuantum köpükleri adlı kuramıyla açıklanmıştır. Evrendeki maddenin en temel birimi olarak gördüğümüz her şeyi düzenleyen kuantum köpüklerinin her biri, olay ufku (planck mesafesindeki) 10 üssü (-33) cm. çapında ve yaklaşık olarak Planck ağırlığına eşit (10 üssü (-5) gr) olan Mini Akdelik ve Karadeliklerdir.Burada dikkât edilmesi gereken bir hususta; karadelik oluşturmak için çöken yıldızlarda olduğu gibi,olay ufku altında kalan kütlenin somut değil soyut olması idi.Tıpkı olay ufkunun içine düşen bir yolcunun ezilmek üzere merkeze doğru çekilmesi sırasında önünde kendisini başka bir sona götürecek madde yığınıyla karşılaşmaması gibi.
Süper uzayın ucu olan (ki diğer ismidir) planck mesafesine gömülmüş bu maddenin ağırlığı, dışarıdan baktığımızda yaklaşık olarak planck ağırlığına eşdeğer olmasına karşın,o boyutun içine girdiğimizde, içindeki her bir noktanın bir evrenin tüm geometrisine karşılık gelen sonsuz boyutlu Geon adı verilen yapıyı gözlemlerdik.Işıktan hızlı ve soyut yapıda planck mesafesi sınırının hemen altında ya da tünel halkasının alt ağzında topaklanmış, soyut uzayın enerji paketçiği olan Geonlar, planck uzayından planck enerjisi (mikrodalga enerjisi) olarak maddi evreni oluştururken, aynı zamanda soyut uzaya açılarak Takyonları meydana getiren tünellerin yapısını oluştururlar.Böylece bir anlamda süper uzayı,sonsuz tüneller ağı olarak düşünebiliriz.Başka bir açıdan bakarsak süper uzayın ucu olan foton halkası (ki dıştan halka olarak düşündüğümüz bu yapının içine girdiğimizde, birinci hiçlik noktası idi.) soyut ile somut uzayı boyutsal olarak birbirine bağlar ve bir geon, halkadan Akdelik biçiminde patlayarak,oluşturduğu evrenin içindeki her bir noktada yine bu süper uzayın ucundaki halkalar olarak karşımıza çıkıp bir okyanusun üzerindeki köpükler misali tüm evreni bir dantel gibi işleyerek ya da ayrı bir deyişle bunların (paketçiklerin)yan yana gelmesiyle teşekkül ettirdiği mikrodalga boyutun frekanslarını birbirlerine göre var kılarak tüm maddesel yapıyı meydana getirirler.
Maddi evreni meydana getiren kuantların, planck eylem aralığını bildiğimiz için,evrende ne kadar foton(ya da planck tünelleri) bulunduğunu bulabiliriz. Bazı araştırmacılar da kapalı evren modeli için şu anki evrenimizin büyüklüğünün 10 üssü(61)planck mesafesinde, hacminin,bu mesafenin küpü olan yine planck cinsinden 10 üssü(183),yaşının da 10 üssü(61)kere planck zamanı olarak düşünmektedirler(planck eylem aralığı 10 üssü(-43) sn.’ dir)
Bu Kurtdeliklerinin yan yana gelerek oluşturduğu evreni başka bir açıdan ele alırsak,örneğin;1 elektron her noktasından foton bıraktığı için,tünel yumağı hali küresel bir tünel olarak da düşünebiliriz. Aynı şekilde, sırasıyla nükleonlarla elektronların oluşturduğu atomlar,moleküller,gezegenler,yıldızlar,galaksiler ve evrendeki her şey yine bu tünellerin birleşmesiyle meydana gelirler.
Geonların bir başka özelliği de,birinin diğerinden farklı olmayıp açılımlarının bakış açılarına göre çoğul ismi almasıdır.Bu özellik aynı şekilde soyut uzay ve izdüşümü olan somut uzay için de geçerlidir. Çünkü somut uzayın var gösterilmesi,bir var kabulden ibaret olan soyut uzayın yansımasından dolayıdır.
Bununla birlikte, tüm ihtimalleri içinde barındırması dolayısıyla süper uzay (ki belirsizlik ortadan kalkarak belirlilik yerini alır) tüm dualiteleri içerir. Bu yüzden süper uzaya yolculuk eden bir kişi, tüm uzay ve zaman kavramlarını niçin geride bırakması gerektiğini açıklar bir biçiminde,bu uzayın sıcak mı soğuk mu,geniş mi dar mı,küp biçiminde mi küresel mi olduğunu soramayacağı gibi yaşam ile ölümün,varlıkla yokluğun ,her şeyle hiçbir şey,ayrımının geçersiz olduğunu da anlar.
John A Wheleer’in kuantum köpükleri,Bilinç ile Madde arasındaki ilişkiye çok geniş bir düzeyde açıklık getirerek,planck uzayının (noktasının) maddeye dönük yüzündeki karadeliklerin olay ufkunun girişinde ,uzay ve zamanın bittiği sınırda Kaotik bir yapı olarak enerjinin yerini alırken yine bu ölçeğin öze dönük yönüyle de süper uzaya açılan kapıyı,geçiti oluştururlar.
Dikkât edilmesi gereken ikinci husus da; artık bölünemeyecek kadar küçük zaman dilimi olan (ki zaman yönüyle zaman duvarı,enerji yönüyle enerji duvarı,sıcaklık yönüyle ısı duvarı ismini alan planck ölçeğinin)10 üssü(-43) sn.’ nin altındaki boyutta zamanın negatif olmasına karşın bu değerden t=0 anına kadar pozitif olarak ifade edilmesi bir çelişki değil,big bang olayını anlamak için seçtiğimiz koordinat sisteminden, başka bir deyişle, bakış açısından kaynaklanmasındandır.Yoksa, zamanın planck çapı altındaki soyut uzayda negatif değerlerde olması gibi kütle,boyut...vb)kavramlar da soyut ve negatif değerlerle ifade edilir.
Her şeyin Teorisi hakkında en detaylı ve geniş çalışma,David Bohm(1) tarafından Hologram Teorisi adı altında sunulmuştur. “Kırılmamış Bütünlük” kavramı şeklinde de ifade edilen teori,evrenin her parçasının,tüme ait olanın tam bir imajını verdiğini belirterek,maddesel dünyamızı meydana getiren atom ve altı parçacıklarının daha temel düzeyindeki “Örtülü Düzenin” (2) yanılsaması şeklinde var olduğunu söyler. İşte bu bağlamda bazı fizikçi ve filozoflar (ki David Bohm aynı zamanda filozoftu)bilimsel plartformda,şuur ve madde arasındaki ilişkiyi Bohm’un kendi alanında herkesten daha ileri götürerek açıkladığını kabul etmektedirler (ayr.bil.iç.bkz.zihin ve madde/ sufizm ve insan-fizik.)
Evrenin bölünmez bütünlüğü konusunda Bohm şunları söylemekte “Aslında insan ,klasik görüşte yer alan, dünyayı bağımsız ve ayrı olarak var olabilen bölümlere ayrıştırarak analiz edebileceğimizi savunan yaklaşımı terk edip,kesintisiz birlik ve bütünlük yaklaşımına ister istemez eğilim gösteriyor. Biz alışılmış klasik ve bağımsız “temel birimler” yaklaşımını tersine çevirdik. Yani artık görülen sistemlerin ,bu temel birimlerin birleşmelerinden meydana geldikleri görüşünü terk ettik.Buna karşılık,temel gerçekliğin,evrenin bir birinden ayrılmaz bir kuantum etkileşiminden oluştuğunu savunuyoruz.Ve nisbeten serbestçe davranabilen birimlerin,bu bütünün yalnızca birer parçası (3) oldukları görüşündeyiz.”(ayr.bil.iç.bkz.Quantum Potansiyeli/Sufizm ve İnsan-Fizik).
Mistisizmde ifade edilen çokluktaki Teklik kavramını Farklılaştırılmamış Süreklilik kavramı ile dile getiren,yüzyılımızın ünlü kuramcılarından Northrop,bu bölünmezliği şöyle açıklamakta: “Farklılaştırılmamış süreklilik,doğrudan duyumlanan (algılanan) bütün farklılaşmaların (varlıkların)içinden çıktığı ilk sürekliliktir. Bu bütün farklılaştırılmış olguları(varlıkları) kapsamaktadır.O bölünmez ve değiştirilemez olandır.”
Bununla birlikte,Einstein ile beraber Birleşik Alanlar kuramı üzerinde çalışan David Bohm’un bu teorisi,maddenin hiçbir zaman var olmadığını ve her boyutun o boyutun algılayıcısına göre mevcut ve maddesel olarak yine algılayıcı tarafından yaratıldığını(ki Gestalt Psikolojisi de aynı görüşleri savunmaktadır) bu nedenle de Birleşik Alanların,hologramik paradigma ve işaret ettiği bilince başvurmadan çözülemeyeceğini söylemekte ve aynı kavramın Mistikler tarafından Deneyimleri ile elde ettikleri gerçeklerle de paralellik arz ettiğini belirtmektedir.
Yine Bohm,İnsan aklının daha yüksek gerçeklikleri kavrama yeteneğinin Klasik Bilimlerce yadsındığını ya da görmezlikten gelindiğini, dolayısıyla da bu standart bilimin bir deneyi parçalara bölerek çözümleme getirdiği için çıkmazda olduğunu düşünmektedir.Bu yüzden Bohm,elde ettiğimiz gerçekleri,bulguları yine kendimizin oluşturmakta olduğu konusunda bizleri uyararak,aklımızı kendi yarattığı tutsaklıktan hiç olmazsa kısa bir süre kurtarmak ve bilimsel bir yaratıcılık anına ulaşması için doğu mistisizmini anlamamızı önermektedir.Bu konuda Stevens enstitüsünde fizik profesörü olan Jeremy Bernstein, duygularını şu cümlelerle özetlemekte: “Eğer bir doğulu bir mistik olsaydım,dünyada isteyebileceğim en son şey modern bilimle uzlaşmak olurdu”
Bohm’un subjektiflik hakkındaki görüşüne benzer bir ifadeyi,evrenin yapıtaşının düşünce olduğunu söyleyen Cambridge üniversitesi profesörlerinden biri olan Sir Arthur Eddington ise, objektif bilim içerisinde geçen şeylerin çoğunun aslında Subjektif olduklarını ve bunun,bizim nesneleri ölçme şeklimizi belirlediğini öne sürerek,bu durumun daha kolay anlaşılır olması için,denizde belirli bir büyüklükten daha küçük bir balık bulunmadığının farkında olmakla birlikte,asıl boyut sınırlamasının kullanmakta olduğu ağın göz büyüklüğüne bağlı olduğunu fark edemeyen bir balıkçı örneğini vermiştir.
Fakat geçmişte olduğu gibi, günümüzde de etiketi ve sınıfı ne olursa olsun, şartlanmaların ,değer yargılarının bir ağ gibi ördüğü şuurun blokajından dolayı metafiziğin ve mistik anlayışın olabilirliliğinin işaretlerini görmezden gelen zihin sahipleri, maalesef reddetme ilkelliğini sergilemektedirler. İnsanın genetiğinde var olan bu hastalığı çok iyi teşhis eden Einstein, “ Bir önyargıyı yok etmek,bir atomu parçalamaktan daha zordur” şeklinde görüşlerini dile getirirken,bu teşhisin tedavisi için de ünlü biyolog T.H Huxley şunu önermektedir: “ Olgunun karşısında ufak bir çocuk gibi oturun ve daha önce edinmiş olduğunuz tüm kavramları unutmaya hazır olun ve doğa sizi hangi uçuruma,her nereye yöneltirse yöneltsin,onu alçak gönüllülükle izleyin,yoksa hiçbir şey öğrenemessiniz.”
Ayrıca insanın birimsellik kozasından sıyrılıp Evrensel Öze doğru yol almanın en temel ilkelerinden de biri olan bu ifadeyi göz önünde bulundurmayan aynı zihin sahipleri, Birleşik Alanların Holistik(4) bir yapıyı göstermesine rağmen, göstergesi olduğu metafizik ve Mistik anlayıştan temizleyerek sistemi anlama eğiliminde görünmektedirler. Fakat bu anlayış ya da ayrı bir deyişle,Bhom’ un ve diğer büyük beyinlerin de dile getirdiği gibi, temelinde Mistik anlayışın bulunmadığı hiçbir sistem tam olarak açıklanamayacaktır.Bu noktayı can alıcı bir ifadeyle dile getiren John A. Wheleer “Yalnızca fizikle ilgilenen hiçbir fizik teorisi, fiziği hiçbir zaman açıklayamayacaktır” derken,maddeyi yaratanın zihin olduğunu söyleyen başka bir ünlü fizikçi Jack Sarfatti ise “Bu nedenle,metafizik açıklamalar fiziğin gelişimi için mutlak bir biçimde yaşamsaldır” der.
İşte bunun içindir ki, Batının, Doğu felsefesinde ,daha doğrusu İslam Mistisizminde ifade edilen “Evrensel Şuura” kulak vererek Kozmik Bilinç’ten beslenmesi gerekmektedir ki, bunu idrak edenler,Kozmik Bilincin Boyutsal Sonsuzluğunda yerini alarak yaşamlarını sürdürmektedirler.Aynı şekilde Doğu dünyası da temeli mecaza dayalı olan anlatımların tabanda anlaşılabilmesi için kendi verilerini,Batı ilminin verileriyle sentez yapmak zorundadır ki, bu mecaz kavramı Hologram teorisinde,bir boyuta ait olan gerçeklerin bir üst boyutun mecazları olduğu şeklinde açıklanır. Bu,mistik kaynaklarda “Halka neden mecazlarla sesleniyorsun?” diyen öğrencisine Hz. İsa (as) “Göklerin Egemenliğinin sırlarını anlama yeteneği size verildi,ama onlara verilmedi.Kimde varsa,ona daha çok verilecek ve o bolluk içinde olacak.Ama kimde yoksa,kendisinde olan da elinden alınacak. Onlara benzetmelerle seslenmemin nedeni budur.” diye cevap verirken,aynı durum İslam kaynaklarında kendini göstermektedir. Kuran’da bu duruma “Anlayasınız diye bunları size misallerle,sembollerle açıklıyoruz” ifadesiyle açıklık getirilmiştir. Onun( Kuran’ın) ikiz kardeşi olan Hz. Muhammed (s.a.v) ise kıyamet gününden bahsederken,güneşin batıdan doğacağını belirterek,batıni gerçeklerin tabanda anlaşılması için gerekli olan idrak ve anlayışın(ki güneş,idrak ve anlayışı sembolize eder) Batıdan zahire çıkacağını belirtmiştir.
“Holografik paradigma ve diğer paradokslar” adlı eserin yazarı olan ken Wilber tarafından yayımlanmış olan “Kuantum Soruları” adlı kitabında yazar,bugünkü bilimi zirveye taşıyan isimlerin başında gelen Hysenberg,Shördinger,Einstein,De Brogle,Sir James Jeans,Max Planck,Wolfkang Pauli ve Edington gibi, dünyanın en meşhur fizikçileri tarafından yazılmış mistik yazıların bazılarına değinerek ,bu yazarların hepsinin fizik ile mistisizmin bir yönden ikiz kardeş olduklarına dair derin bir inancı ifade ettikleri anlatılmaktadır.Hatta bunlardan Haysenberg,bilim adamı olmanın yanı sıra ,Fisagor(Eflatun)cu okulun hem mistiği hem de metafizikçisi iken,Wolfkang Pauli de (ki bir labaratuvarda bulunması bile, cam bir aletin ayrılmasına ya da kırılmasına neden olduğu söylenir) Carl Jung ile psişenin yorumu ve Doğası adlı eseri kaleme almışlardır.Wilber’in kitabının dışındaki listede daha birçokları da var. Bunların arasında Oxford Üniversitesinden Roger Penroseu (ki oda Bohm’un görüşlerine katılarak bilincin doğasını kabul etmektedir) “Karadelikler” kitabının yazarı ünlü fizikçi John Taylor’ı, B.D.Josephon’ı(5),Neils Bohr’u ve Oppenheimer’ı da sayabiliriz. Bunlardan Neils Bohr “Atom kuramı ile ilgili paralellikleri aramak istiyorsak, insanı var oluşun büyük dramı sırasında hem seyirci ve hem de aktör olarak ele alan doğu mistisizminin düşünürlerinin karşılaştıkları sorunlara yönelmemiz gerekecektir” derken, Oppenheimer da “Atom fiziği dalında yapılan keşiflerle ortaya çıkan görüşlerin hiçbiri tamamen başka,hiç duyulmamış ya da yepyeni değillerdir. Kendi uygarlığımızda bile bunların öncülerine rastlayabiliriz.Ancak doğu mistisizmin öğelerinde bunlar çok daha yaygındırlar.Bize düşen görev, bu eski açıklamaların desteklenmesi,düzenlenmesi ve geliştirilmesidir.” diyerek görüşlerini ifade etmiştir.Ünlü psikolog Carl Jung ise, neden bu büyük fizikçilerin mistisizme ihtiyaç duyduğunu şu sözüyle özetlemektedir:“İnsan Psişesi,semavi olanı kabul etmek üzere inşa edilmiş bulunan şuur altı ihtiyacını barındırır.”
İstanbul - 22.02.2001
http://afyuksel.com
(1): D Bohm ve B.Hilley kurt delikleri düşüncesine katılarak, bu konuda şunları söylemektedirler:“kuantum teorisinin çarpıcı birçok yeni özelliğinin varlığı genellikle kabul görmüştür. Bununla beraber, görüşümüze göre, hepsinden daha da asli,farklı yeni özelliğin ne olduğu hususu üzerinde çok az duruldu.Yani uzayda irtibatlı olmayıp birbirleri arasında iç –irtibatı bulunan farklı sistemler üzerinde”
(2):Nesnelerin kendilerini, bilinen uzay-zaman boyutu içinde göstermesi yani insanların,hayvanların,galaksilerin görünen (algılanan) dünyasına “Açık düzen”,
objektif gerçekliğin temelinde, “açık düzene” göre görünmeyen ,algılanamayan fakat yine holografik olarak düzenlenmiş,birbirleriyle bağlantılı düzene ise “örtük,kapalı düzen” adı verilmektedir.
(3)Hologram Prensibinde Parça –Bütün ilişkisi,bir parça bir de o parçada mevcut olan bütünün bilgisi şekliyle değil,parça adı altında var olan Bütünün kendisi şekliyle ifade edilmektedir ki, parçanın varlığı söz konusu değildir.Aynı zamanda bu kavram ,cüzi irade ve ona bağlı olan külli İradenin var olmadığını, var olanın Tek bir irade olduğunu da açıklar.
(4) Her Şeyin teorisinin Holistik olması aynı zamanda,maddenin tüm özellikleri,uzay-zamandaki tüm olaylar ve fiziğin bütün diğer teorilerinin bu evrensel yasadan çıkartılabilmesi demektir.
(5) Cambridge Üniversitesinde Hawking’in çalışma arkadaşlarından biri olan 1973 Nobel ödüllü Josephon, insan zekâsı ile gözlemlediği dünya arasındaki ilişkinin,Doğu mistisizmini anlayarak, nesnel gerçekliğin içyüzünün anlaşılabileceğine inanmakta olup bunun gereği olan teknikleri de etkin biçimde uygulamaktadır.
Alıntı: Kenan Keskin
Hiçbir yazı/ resim izinsiz olarak kullanılamaz!! Telif hakları uyarınca bu bir suçtur..! Tüm hakları Çetin BAL' a aittir. Kaynak gösterilmek şartıyla siteden alıntı yapılabilir.
© 1998 Cetin BAL - GSM: +90 05366063183 - Turkiye / Denizli