Uzayda Süzülen Tohumlar: InterstellarFilmde dünya üzerindeki yaşam sona ererken, bir grup araştırmacı insanlık tarihinin en önemli görevini üstlenir ve bulunduğu galaksinin ötesine yolculuk ederek insanlığın, yıldızların ötesinde yaşamını sürdürmesinin mümkün olup olmayacağını keşfe çıkar. Teknik bilgisi ve becerisi yüksek olan Cooper, geniş mısır
tarlalarında çiftçilik yaparak geçinmektedir. Amacı iki çocuğuna güvenli bir
hayat sunmaktır. Onlarla yaşayan büyükbaba Donald çocuklara göz kulak
olurken, henüz 10 yaşındaki kızı Murph şaşırtıcı bir zekaya sahiptir.
Geçmişte bıraktığı bilim insanı kariyerini özleyen Cooper’un karşısına bir
gün beklenmedik bir teklif çıkar ve ailesinin, dahası insanlığın güvenliği
için zorlu bir karar alması gerekir.
Dünya üzerindeki yaşamımız sona ererken, bir grup uzay araştırmacısı insanlık tarihinin en önemli görevlerinden birini üstlenirler. Bulunduğumuz galaksinin çok ötelerine yolculuk ederek insanlığın, yıldızların ötesinde yaşamını sürdürmesinin mümkün olup olmayacağını keşfe çıkarlar.
Interstellar, sadece bilimsel bir kurgu olmakla kalmıyor, bilimsel teorilere ve gerçekliklere de dayanıyor. Film, Kip S. Thorne’un evrende “Solucan Delikleri”nin gerçekten var olduğu ve bu sayede zamanda yolculuğun mümkün olabileceği teorisinden ilham alınarak yaratılmış.
Pazartesi, 10 Kasım 2014 - Hazırlayan: Ali Arıkan Resim derleme : Çetin BAL
Christopher Nolan’ın yeni filmi Yıldızlararası (Interstellar) bana
hayranı olduğum iki farklı sanat eserini hatırlattı. İkisinin de temelinde
galaksiler arasında yapılacak bir yolculuğun insan doğasında doğuracağı
etkinin olması tabii ki bunda büyük rol oynuyor. Ama ikisi de aslında birer
rüya, birer ezgi, birer metafordur. Ve Yıldızlararası da sert bilim-kurgu
kabuğunun altında mecazi bir düş hikayesi aslında.
Gargantua karadeliğinin dış yörüngesinde uzay aracı ile manevra yapan
cooper'dan bir replik..
'..bu viraj bize 51 yıla mal oldu.'
Görsel: Filmin zaman akışını gösteren, İstanbul'dan Frametale ajansının kurucusu Doğan Can Gündoğdu tarafından yapılan bir infografik.
Yıldızlararası (Interstellar) Filminin Bilimsel AnaliziHazırlayan: ÇMB (Evrim Ağacı)
7 Kasım 2014 tarihinde vizyona giren Yıldızlararası (Interstellar) filmi, senenin en çok beklenen filmi olarak büyük ses getirdi. Belki gişelere beklediği hızlı girişi yapamadı ve ABD'de Disney tarafından yapılan Büyük Kahraman 6 (Big Hero 6) isimli filmin gerisinde kaldı ama yine de gerek içeriği, gerek kurgusu, gerek görsel yapısı, gerekse de Evrim Ağacı olarak burada işlediğimiz gibi bilime olan katkılarıyla önemli miktarda ses getirmeyi başardı. Öyle ki, kolay kolay bilimkurgu filmlerini beğenmeyen, Dünyaca ünlü astrofizikçi Neil deGrasse Tyson'dan bile bol miktarda övgü aldı. Filme yöneltilen ve hem destekleyen, hem de karşı olan sayısız eleştirinin yarattığı toz fırtınası yavaş yavaş dinerken, biz de filmin bilimsel olarak bir analizini sizler için yapmak istedik. Ayrıca filmin sonunda, karadeliğin içerisine girildiğinde ne olduğunu ve neler anlatılmaya çalışıldığını da, anlamayanlar için açıklayacağız. Umuyoruz ki faydalı olacaktır.
İlk olarak şunu söyleyelim: bu bir belgesel değildir, bir bilimkurgu
filmidir. Dolayısıyla ele alacağımız eleştiriler, "Kesin ip var or'da!"
diyormuşuz gibi anlaşılabilir. Fakat amaç bu değildir. Bilimkurgunun
amacı, hayal gücünü tetikleyerek bilimin ileride görebileceği gerçeklerle
ilgili ufkumuzu açmaya çalışmasıdır. Sadece salt bir sanat eseri olarak
görüp tüm bilimsel doğasından sıyırmak, tamamen bilim olarak görüp
içerisindeki noktaları abartmak kadar hatalı olacaktır. İkisi de
yanlıştır. Dolayısıyla, mutlaka filme gitmenizi ve son yılların (hatta
belki tüm zamanların) en başarılı bilimkurgu filmlerinden biri olduğunu
düşündüğümüz Yıldızlararası'nı izlemenizi tavsiye ederiz. Biz tek
kelimeyle "bayıldık". Özellikle sayısız bilimsel gerçeğin dahiyane bir
şekilde aktarılması, filmi diğer pekçok bilimkurgu filminden ayıran çok
özel bir nokta. Ancak filmin büyüleyici doğasından sıyrılıp "Ya acaba?"
sorusunu sormaya başladığınız anda, artık bilimkurgu veya sanat değil,
bilim yapıyorsunuz demektir ve bu yazımız, size katkı sağlayacaktır diye
düşünüyoruz. Dolayısıyla sanatın bittiği yerle bilimin başladığı yeri iyi
ayırt etmek gerektiği kanaatindeyiz. Benzer şekilde, Evrim Ağacı ekibi
olarak filmin harika olduğu konusunda hemfikiriz. Ancak bu, bilimini
analiz edip hatalarına değinemeyeceğimiz anlamına gelmiyor.
![]()
![]()
Kip Thorne
Genel Olarak Film
Burada yaptıklarımız, elbette çok teknik olan detaylardır ve birçok
normal izleyiciyi en ufak derecede etkilemeyecektir.Yıldızlararası,
burada saydığımız bütün eleştirilere rağmen, bilimsel birçok konuyu
oldukça isabetli (en azından bugüne kadar yapılmamış bir şekilde
isabetli) işlemektedir. Bu açıdan, film sektöründe önemli bir köşebaşı
olacağı kanaatindeyiz. Fakat eğer ki filmi izledikten sonra,
detaylarıyla ilgili daha fazla bilgi almak isterseniz, bu yazımız
faydalı olacaktır. Burada filmi övmekten ziyade (zira bu yeterince
yapıldı) olumsuz eleştirilere odaklanarak bilim boyutunu irdeleyeceğiz.
Kip Thorne gibi muhteşem bilim insanını tanıdıktan sonra, filme
odaklanabiliriz. Bu noktadan sonra bol miktarda içerik bilgisi (spoiler)
verilecektir, kendi tercihinizle okumaya devam ediniz.
Filmin konusu tekrar etmeyeceğiz; zaten artık birçok kişi tarafından
biliniyor. Çok çok kısaca toparlamak gerekirse: film, yakın gelecekte
geçiyor. Çeşitli sebeplerle insan popülasyonu büyük oranda kırılıyor ve
Dünya yaşanılmaz bir hale geliyor. Bunun üzerine NASA'dan arta kalan bir
grup bilim insanı, uzun soluklu bir projeye imza atarak yeni bir
yaşanabilir gezegen bulmaya çalışıyorlar. Ancak elde yeterince veri
olmadığı için, birçok gezegene öncül astronotlar gönderiyorlar. Film de,
bu önden gönderilen astronotların bir kısmının Dünya'ya gönderdikleri
verilerden yola çıkarak en iyi koşullara sahip olan gezegene gidip
kolonileştirmeyi hedefliyor. Bu sırada birçok olay yaşanıyor elbette...
![]()
Evrende Yolculuk ve Solucan Delikleri
Filmle ilgili en temel sıkıntı, birçok filmin düşmek zorunda kaldığı hata:
mesafe sorunu. Yıldızlararası, bu
konuda birçok filme göre başarılı bir iş yapıyor. Çünkü diğer bilimkurgu
filmlerinde, diğer galaksilere gitmek gibi uçuk fikirler kolayca alt
edilirken, bu filmde amaç en yakınımızdaki yıldızlara ve çevresindeki
gezegenlere ulaşmak. Ancak yine de bu çok zor bir iş. Çünkü şu anda
bildiğimiz en yakın yıldız 4.4 ışık yılı uzakta ve eldeki en iyi
teknolojilerle bile oraya ulaşmamız 100.000 yıl civarında sürerdi. Kütleli
hiçbir cismin ışık hızına ulaşması mümkün değil; ancak olsaydı bile
yolculuk 4.4 yıl sürerdi. Filmde, NASA'nın en iyi pilotu olarak tanıtılan
Cooper isimli karakter (Matthew McConaughey tarafından oynanıyordu), bunun
sadece 1.000 yıl süreceğini iddia ederek hata yapmış oluyor. Çünkü film
uzak gelecekte değil, günümüze yakın bir gelecekte geçiyor. Bu kadar yakın
bir gelecekte, süreyi 100 kat kısaltacak bir teknoloji geliştirmek ne
yazık ki mümkün gözükmüyor.
![]()
Film, bu sorunu şu anda gerçekten de Evren içerisinde aşırı hızlı seyahat
için tek umudumuz gibi gözüken solucan delikleriyle çözüyor. Bir solucan
deliğinin, uzay-zaman düzleminin bir noktasını tamamen ayrı bir bölgedeki
bir diğer noktasına doğrudan bağlayan kanallar olduğu düşünülüyor. Ancak
şu ana kadar varlıkları doğrudan gözlenemedi; sadece teorik bir bilgi
halinde pratik doğrulanmayı bekleyen bir fikir. Fakat eğer ki solucan
delikleri varsa, eğer ki bir cismi içine sokabileceğimiz kadar geniş bir
açıklığa sahiplerse ve eğer ki onlarla etkileşime geçildiği anda bazı
hesaplamaların gösterdiği gibi kendi üzerlerine çökmüyorlarsa (ki bunlar
çok büyük ama imkansız olmayan "eğer"lerdir); gerçekten de milyonlarca
ışık yılı uzaktaki mesafeleri, buradan bakkala gitmek kadar basit bir
şekilde almamız mümkün olabilir. Dolayısıyla solucan deliklerinin varlığı,
her şeyi değiştirir. Ancak şu ana kadar buna dair doğrudan bir veri
bulunmuyor.
Filmde solucan delikleri, bir kağıdı elinize alıp, iki kenarını birbirine
değecek şekilde katladığınızda, birbirine değen uçlar arasında seyahat
edebilmeniz şeklinde anlatılmaktadır. Normalde kağıt açıkken, bir kenardan
karşıt kenara kadar çizeceğiniz bir çizgi uzun bir yol oluşturacaktır.
Ancak kağıt kendi üzerine katlanırsa, aynı yol bir anda kısacık bir
sıçramayla alınabilir hale gelir.
![]()
Görselde görüldüğü gibi, karadelikler bir solucan deliğine açılan
kapı, beyazdelikler ise onun diğer ucundaki kapıdır. Ancak buradaki
yazımızdan okuyabileceğiniz gibi, bu sistemin oluşması, beyazdeliklerin
pek makul bir fikir olmamasından ötürü oldukça tartışmalıdır.
Washington DC'deki Kongre Kütüphanesi'nin Astrobiyoloji Başkanı olan Dr.
David Grinspoon, bunun anlatıldığı sahneyle ilgili şunları söylüyor:
"O sahneye bayıldım. Bu, bir fizikçinin
bir solucan deliğini tam olarak nasıl anlatacağıdır! Kip Thorne, bir
solucan deliğini tam olarak böyle izah ederdi. Ki zaten solucan deliği
fikrini çıkaran da odur. Bilimsel açıdan bu sahne muhteşemdi. Bir fizikçi
aynen böyle anlatırdı."
Görelilik Teorisi Açısından
Yıldızlararası ve Karadelikler
Solucan delikleri, Einstein'ın Görelilik Teorisi'nin çıkarımlarından
sadece birisi. Ancak bunun etrafında birçok diğer konu da bulunuyor ve
film de bunların birçoğuna başarıyla değiniyor. Tabii ki bunların
başlıcası, karadelikler ve bu gök cisimlerinin yakın çevresindeki tuhaf
fizik yasaları...
Filmin büyük bir kısmı, Kip Thorne tarafından yaratılan denklemlerle
ekrana taşınan dev bir karadelik etrafında geçiyor. Thorne, bu yazımızın
başında verdiğimiz diğer yazılarımızda görebileceğiniz gibi, bu karadelik
için özel bir denklem seti geliştirdi.
Bir karadeliğin yaratacağı temel etkiler filmde isabetli bir şekilde
veriliyor. Devasa kütleli olan karadelikler, etraflarındaki uzay-zaman
düzlemini müthiş derecede bükerler. Bu da, yakın çevresinde bulunan her
şeyin karmaşık geometrik şekillerde gözükmesine ve kütleçekim lensleme
gibi çeşitli olgulara neden olur. Bir karadeliğin çekim kuvvet öylesine
büyüktür ki, ışık bile ondan kaçamaz. Bu nedenle karadelikler, X-Işını
taraması haricinde hiçbir dalga boyunda gözlenemezler, dolayısıyla
gözümüze de görünmezdirler. Ancak etraflarındaki cisimler üzerindeki
etkilerine bakarak, varlıklarını anlayabilir ve analiz edebiliriz. Thorne,
filmdeki karadeliği şöyle anlatıyor:
"Ne karadelikler, ne de solucan
delikleri bugüne kadar çekilen hiçbir filmde gerçekten olacakları şekilde
gösterilmedi. Einstein'ın Görelilik Teorisi'nin ortaya konmasından bu
yana, gerçeğe yakın bir gösterim ilk defa bu filmde yapılıyor."
![]()
Filmdeki karadelik "Gargantua" ve
yörüngesindeki gezegen...
Ancak filmde bu konuda bazı hatalar bulunuyor. Karakterler, bir karadeliğe
rahatlıkla girebiliyormuş gibi gösteriliyor. Ancak bir karadelik söz
konusu olduğunda, sadece "yüksek bir kütleçekimi"nden bahsetmeyiz.
Dolayısıyla sadece panellerin titrediği, "Aaargh" diye bağırarak
direnebileceğiniz bir kütleçekiminden de bahsetmeyiz. "Muazzam şiddette ve
1 santimetrelik bir mesafede bile pratik olarak sonsuza yakın bir
kütleçekimi farkından" bahsediyoruz. Bir karadeliğe girerken, ayaklarınıza
etki eden çekim kuvveti, başınıza etki edenden binlerce kat fazla
olacaktır. Bu nedenle, bir karadeliğin olay ufkuna giren herhangi bir
cisim, sadece birkaç milisaniyede "spagetti" gibi uzayarak atomlarına
ayrılacaktır. Dolayısıyla bir "karadeliğin içine girmek" ve bunun hala
farkında olabileceğiniz şekilde bilincinizi (ve vücudunuzun bütünlüğünü)
korumak muhtemelen imkansızdır.
Filmdeki bir diğer sorun, yine karadeliklerin etrafında gözlenen "zaman
süzülmesi" adı verilen bir olay. Yüksek kütleli cisimlerin etrafında
zaman, küçük kütlelilere göre çok daha yavaş akmaktadır. Filmin iddiasına
göre, Gargantua isimli karadeliğin etrafındaki bir gezegendeki 1 saat,
Dünya'daki 7 yıla eşittir. Ancak Imperial College London'da astrofizikçi
olan Prof. Dr. Roberto Trotta, bu kadar muazzam bir farkın mümkün
olmayacağını iddia ediyor. En azından karadeliğine "etrafında" bulunan bir
gezegen üzerinde... Şöyle anlatıyor:
"Böylesine büyük bir zaman farkının
oluşabilmesi için, Schwarzschild yarıçapı denen bir mesafede olmanız
gerekir. Bu, filmde gösterilenden çok daha yakın bir mesafedir. Böylesi
bir kütleçekimine dayanabilecek hiçbir gezegen bulunmamaktadır.
Karadeliğin yaratacağı gel-git kuvvetleri, gezegeni paramparça ederdi.
Eğer ki bu kütleçekimi altında bir kütlenin üzerine iniş yapmaya çalışacak
olsaydınız, o kadar hızlı çakılırdınız ki, hayatta kalmanız mümkün
olmazdı. Basitçe, sayılar hatalı!"
Ancak Slate'ten Phil Plait, zamandaki aşırı farklılık konusuna açıklık
getiriyor (ki kendisi de öncelikle bu hataya düşmüştü): Bu tür büyük zaman
farklarının oluşamaması için, karadeliğin sabit/dönmüyor olması gerekiyor.
Fakat filmde, açık bir şekilde, Gargantua'nın müthiş bir hızda (ışık
hızına yakın bir şekilde) kendi etrafında döndüğü belirtiliyor. Böyle bir
karadeliğin dinamikleri, sabit olandan tamamen farklı oluyor. Bu sebeple
de süper hızla dönen bir karadeliğin etrafında zamanın ekstradan
yavaşlaması, filmin doğru gösterdiği bir nokta oluyor.
Böyle bir karadeliğin etrafında bir gezegenin yapısını koruyup
koruyamayacağı ise net değil. Kip Thorne, koruyabileceğini varsaymış; Dr.
Trotta ise ona karşı bir tavır alıyor. Elimizdeki bilgilere göre Gargantua,
Güneş'in 100.000.000 katı büyüklüğünde olan bir süperkütleli karadelik.
Yani bizim Samanyolu Galaksi'mizin merkezinde yer alan karadeliğin bile 25
katı kadar büyük! Birçok astrofizikçi, böylesine büyük bir karadeliğin
etrafındaki hiçbir gezegenin yapısal bütünlüğünü koruyamayacağını iddia
ediyor. Fakat bunun matematiksel ispatı henüz yapılmış değil, o yüzden
olasılıklar hala masada...
![]()
Karadelikle ilgili bir diğer sorunsa, ışıklandırma sorunu... Karadeliğin
etrafında bir gezegenin bulunma ihtimali olması bir yana, filmde bu
gezegene indiklerinde bariz bir şekilde gün ışığı ve aydınlık gözüküyor.
Ancak karadeliğin makul miktardaki çevresinde bir ışık kaynağının
bulunması neredeyse imkansız (ki filmde de gösterilmiyor). Üstelik
karadelikler, az önce de izah ettiğimiz gibi, ışık yaymıyor, ışığı tamamen
emiyor. Bu durumda, gezegeni o kadar aydınlatan ışık nereden geliyor? Bu,
filmin bariz hatalarından bir diğeri...
Bu soruna karşı olarak, karadeliklerin etrafındaki akresyon diskleri ve
bunların sürtünmesi ileri sürülmektedir. Birikim (akresyon) diskleri,
uzaydaki toz parçalarının belli bir merkez etrafında birikmesi sonucu
oluşan, neredeyse 2 boyutlu diyebileceğimiz disk yapılarıdır. Bunlar,
genellikle daha önceden yaşanan bir süpernova veya benzeri patlamanın
ardında kalan madde birikintileridir. Örneğin Güneş Sistemi, Güneş'in
doğmasından önce Evren'in bu bölgesinde bulunan bir nebulada oluşan
birikim diskinde oluşmuştur. Bu disk içerisindeki malzemeler o kadar
yoğundur ki, birbirlerine sürtünerek milyonlarca derece sıcaklığa
çıkabilirler. Bu da, etrafa ısı ve ışığın yayılmasına neden olur. Öylesine
parlaktırlar ki, milyonlarca ışık yılı öteden bile görülebilirler.
Bunun, filmi savunma konusunda geçerli bir argüman olup olmadığı, veri
eksikliğinden ötürü tam olarak bilinmemektedir. Eğer aydınlanma sorunu,
birikim diskiyle çözülüyor olsaydı, bu durumda gezegenin aşırı parlak
olması ve ışıktan başka hiçbir şey gözükememesi gerekirdi. Ayrıca, aşırı
yüksek sıcaklığın gemiyi ve astronotları anında kızartması gerekirdi.
Dahası, birikim diskleri müthiş bir hızla merkez etrafında dönerler.
Filmde ise gezegen etrafındaki parçacıklar sabit ve durağan gözükmektedir.
Fakat yukarıda, filmden bir sahneden verdiğimiz fotoğraftan da
görebileceğiniz gibi, söz konusu gezegen, karadeliğin etrafındaki birikim
disklerinden (turuncu-sarı gözüken birikintiden) oldukça uzaktadır. Bu
nedenle ısı ve ışık sorunu anlaşılabilir olabilir. Fakat bu durumda da,
gezegenin karadelikten çok uzak olmasından ötürü, yukarıda sözü edilen
devasa zaman farkının (Dünya'da 1 saate karşı bu gezegende 7 yıl)
sağlanması pek muhtemel gözükmemektedir.
![]()
Ekoloji, Evrim ve Fizyoloji Açısından
Yıldızlararası
Filmle ilgili sorunlardan birisi, astrofiziğe çok yoğun bir şekilde
eğilirken, filmin asıl çıkış noktasındaki problemin bilimle tamamen
uyumsuz bir iddiayı barındırıyor olması. Filmde anlatılana göre müthiş
salgın bir bitki hastalığı, insanlığın bütün tarım ürünlerini yok ediyor.
Bu nedenle atmosferde yoğun miktarda azot birikiyor ve bu da, oksijen
seviyelerini hızla düşürüyor. Dr. Grinspoon, bu konuyu şöyle eleştiriyor:
"Dünya üzerindeki ekolojik bir felaket
tanımlanıyor. Bundan bahsetmeleri ve bilinç kazandırmaları güzel. İklim
değişimi ve gezegenimizin giderek berbat bir hal alması bariz gerçekler.
Dolayısıyla bu iyi bir tema. Ancak bunu temellendirmek için ileri
sürdükleri azot birikimi ve oksijen azalması çok hatalı. Gezegensel
atmosfer bilimlerinden birazcık anlayan biri, bu zincirleme sürecin tam
bir saçmalık olduğunu bilecektir. Bu elbette, işin bilimini bilmeyenler
için filmin etkisini azaltmayacaktır. Ancak bunu neden bilen birine
sorarak çekmemişler? Kurguyu değiştirmezdi bile; ancak doğru bilgi
verilmiş olurdu."
Filmin evrimle ilgili sorunlarından birisi, daha derin bir sorun. Hem de
filmin spot cümlelerinden birinde yatıyor:
"Dünya'nın sonu, bizim sonumuz
olmayacak." Bu, çok tehlikeli ve hatalı bir mesaj. Çünkü her ne
kadar Dünya'nın dengeleri giderek bizim yüzümüzden alt üst oluyor olsa da,
halen gezegenin direnç esnekliği, bizimkinden kat kat fazladır. Yani
gezegenimizi etkileyebilecek çok az sayıda doğal olay, tüm yaşamı bir anda
silip atabilir. Bunun haricinde bizi yok edebilecek milyonlarca olasılık,
Dünya'daki tüm yaşamı silmekten aciz olacaktır. Bu nedenle, spotun
önerdiğinin aksine, Dünya'nın bırakın sonunu, dengelerinin bundan birazcık
daha fazla bozulması bile, türümüzün sonunu kolaylıkla getirebilir. Bu
nedenle, "Nasılsa başka gezegenler var,
bize bir şey olmaz." mesajını vermek büyük bir hatadır. Türümüz yok
olacak olsa bile, evrim bir yolunu bulacak ve yaşamı yeni ortam
koşullarına göre şekillendirerek adaptasyonu sağlayacaktır.
Bunun haricinde bir diğer sorun, buzdan bulutlar olan (katı halde
bulutların bulunduğu) bir gezegen kurgusu. Bugüne kadar ne teorik, ne de
pratik olarak böyle bir şeyin olabileceği tespit edildi. Eğer üzerinde
rahatça yürüyebilecekleri kadar (ki filmde böyle gösterilmektedir)
kütleçekimi varsa, o bulutların da yere düşmesi gerekirdi. Aksi takdirde
gezegende rahat rahat yürüyememeleri gerekirdi. Gezegen atmosferlerinde
bulunan gazların hiçbirinin katısı, öylece havada asılı kalabilecek kadar
hafif değildir.
Bir diğer sorun ise, Neil deGrasse Tyson tarafından alay konusu edilen,
filmdeki yumruk yumruğa dövüş sahnesi... Böyle bir sahnenin gerçekte
yaşanması pek muhtemel gözükmese de, sorunlardan bir diğeri, Cooper
karakterinin maskesinin kırılmasına rağmen dövüşmeye devam edebilmesi.
Sadece içinizde tuttuğunuz nefesle biriyle dövüşemezsiniz, birkaç saniyede
tükenirsiniz. Benzer şekilde, astronot kıyafetlerine sağlanan oksijen de,
soluk soluğa kalmanız için pek uygun değildir. Bu nedenle astronotlar
yavaş hareket ederler ve soluklarını sürekli olarak kontrol ederler. Ancak
filmde dövüş dakikalarca sürmektedir. Bu durumda o gezegenin atmosferinin
iddia edildiği kadar olumsuz olması mümkün değildir. Aslında bu, o
gezegende bulunan Dr. Mann tarafından "Birkaç dakika soluyabileceğiniz
kadar uygun hava koşulları; ancak ondan fazlası değil." diyerek
kurtarılmıştır. Fakat Dr. Mann'ın başından sonuna kadar yalan söyleyen ve
gezegeniyle ilgili tüm gerçekleri çarpıtan bir karakter olduğu
düşünülürse, bu iddianın ne kadar geçerli olduğu da tartışmalıdır.
![]()
Zaman Yolculuğu Açısından
Yıldızlararası
Filmin sonunda, aslında her şeyi başlatanın yine kendimiz olduğuna
gönderme olarak, karadelik kullanılarak yapılan bir zaman yolculuğu
gösterilmektedir. Bu, teorik olarak mümkün gözükmektedir; ancak sayısız
sıkıntıyı da beraberinde getirmektedir. Film ise, bunların hepsinden
kaçınmayı tercih etmektedir.
Örneğin Cooper karakteri, tüm bu uzay yolculuğunu başlatacak olan "tuhaf
kütleçekim alanını" ve kızının "hayalet" olarak tanımladığı, odalarındaki
kitapların zırt pırt, durup dururken düşmesine nedeninin, Cooper'ın
kendisinin geleceğinde, karadeliğin içerisinde 5. boyuta çıkarak yaptığı
bir zaman yolculuğunun sonucunda, Cooper'ın ta kendisi olduğu
gösterilmektedir. Yani biz filmi "bugün" içerisinde izlerken, "bugün"
yaşanan olaylar, aslında Cooper'ın filmin ta en sonunda zaman yolculuğu
yaparak geleceğe dönmesi sonucunda "bugün"e etki etmesinden
kaynaklandığını görmekteyiz. Fakat bu, birçok paradoksu doğurmaktadır.
Bunun en bilineni, "büyükanne paradoksu"dur.
Eğer ki gelecekten bugüne gelip doğrudan müdahale edebilme şansımız
olsaydı, büyükannemizi daha gençken öldürmemiz mümkün olabilirdi.
Büyükannemiz ölecek olursa, annemiz veya babamızın doğması mümkün olmazdı.
Dolayısıyla büyükannemizi geçmişe seyahat ederek öldüren bizim de doğmamız
mümkün olmazdı. Ancak biz doğmamışsak, o zaman geçmişe dönüp büyükannemizi
öldürecek kişinin de doğmamış olması gerekiyordu. Bu durumda büyükanne
ölemezdi ve her şey normal seyrinde devam ederdi. Ancak her şeyin normal
seyri, bizim geçmişe giderek büyükannemizi öldürmemizle sonuçlanmaktadır.
Bu, döngüsel bir paradoks yaratmaktadır. Paradoksa birkaç teorik çözüm
önerilmiş olsa da, henüz zaman yolculuğu ispatlanmadığı için, bu sorunun
çözümlerinin doğrulanmasına geçmemiz de mümkün olmamaktadır.
Dolayısıyla Cooper'ın gelecekten geçmişe doğru yaptığı her müdahale,
kendisinin gelecekte o müdahaleleri yapmasına neden olacak olaylar
zincirini kırma potansiyeline sahiptir. Fakat bir diğer açıdan
bakıldığında, o müdahalelerin hepsi, kendisini o müdahaleleri yapacak
noktaya getirmiştir. Ancak zamanda geriye yolculuğun sorunu da budur.
Sonsuz döngüler yaratmaktadır ve bu döngüler, tüm zaman akışını baştan
sona değiştirebilir. Film, bu konuya hiç değinmiyor gibi gözükmektedir.
Filmin kitapların düşmesi ve bu şekilde Cooper'ın geçmişteki kızıyla
iletişim kurabilmesi noktasıyla ilgili Neil deGrasse Tyson, yine esprili
bir eleştiri getirmektedir:
"Bu evren içerisinde hangi insan
kitaplarının yerlerini ve isimlerini, kitaplığın arkasından bakarak
sayabilecek kadar ezbere bilir ki?"
Gerçi burada bilinmesi gereken nokta, kütüphanedeki kitapların harf
sırasının önemsiz olduğudur. Çünkü Cooper, geçmişteki kızına aslında Mors
alfabesiyle "KAL" (STAY) mesajını göndermeye çalışmaktadır. Böylece tüm bu
yıldızlararası seyahati durdurmak istemektedir. Dolayısıyla özü itibariyle
bu çok büyük bir sorun olmasa da, şu soruyu akla getirmektedir:
Neden kütüphane? Neden o an? Eğer ki zaman yolculuğu yapılabilecek bir 5
boyutlu düzleme geçildiyse (bunun detaylarını az sonra anlatacağız),
istenen herhangi bir ana gidilebilir. Neden bu şekilde "hapsolmuş" etkisi
yaratılıyor?
Daha derin düşünmeye başladığımızda, bazı eleştirmenlerin filmin
kurgusunun kendisinin bir "karadelik" olması noktasına götüren sorular da
doğuyor: örneğin, eğer ki insanlık gelecekten geçmişe müdahale
ediyorlarsa, bunu neden yapıyorlar? Çünkü eğer ki az sonra değineceğimiz
sahtebilimi bir kenara bırakıp, gelecekten geçmişe müdahale edenlerin
"gelişmiş, gelecekten insanlar" olduğunu varsayarsak (çünkü Cooper'ın da
bir insan olarak bunun bir parçası olduğunu görüyoruz) görünen o ki, bir
şekilde 5. boyuta geçmeyi başarmışlar ve şu anda olduğumuzdan çok daha
üstünler. Yani filmin tümünün temel çıkış noktası olan Dünya'dan ayrılma,
çok uzak bir gelecekte bize birçok yeni kapı aralamışa benziyor. Bu
durumda neden geçmişe, olanları durdurma yönünde bir müdahale çabası var?
Belki de uzak gelecekte bir şeyler çok ters gitmiştir, bunu bilemiyoruz.
Fakat yine de bu sorular, kafa kurcalamıyor değil...
Elbette konu bütünlüğü ve senaryo yaratımı bakımından "gereksiz"
görülebilecek bu tür eklentiler yapılmak zorunda kalıyor, bunu anlıyoruz.
En nihayetinde bu bir belgesel değil, bilimkurgu. Fakat bu durum,
düşünmeye sevk eden bu noktaları vurgulayıp, gerçekte nasıl olabileceğini
düşünmeye çalışmamıza engel değil.
![]()
Sorunların En Büyüğü: Sahtebilim
Ne yazık ki, filmin tek yapımcısı Kip Thorne gibi bir bilim insanı değil.
Asıl yapımcı Christopher Nolan'ın hayal gücü de, filmde büyük bir etkiye
sahip ve ne yazık ki bu hayal gücü, sahtebilimi de beraberinde getiriyor.
Film en sonlara doğru, bilimden tamamen koparak sahtebilimin sınırlarına
giriyor. En basitinden "sevgi", fiziksel bir kuvvetmiş gibi tanımlanarak
fiziğe dahil ediliyor. Fakat bu, muhteşem bir saçmalık. Duygular, fiziksel
kuvvetler değildir. Elektrobiyokimyasal etkileşimler sonucunda oluşan
algılardır. İstediğiniz kadar aşık olun, hiçbir kütleçekim alanına etki
edemez, hiçbir elektromanyetik alanı değiştiremezsiniz. Bu sadece sizin
hissettiğiniz (ve belki görünümünüz/davranışlarınız sayesinde dışarı
yansıttığınız) bir algıdır. Ancak filme göre sevgi, bir kuvvet olarak
kullanılarak fiziksel dünyaya etki edebilen bir araç olarak
gösterilmiştir. Hatta 5. boyutu kontrol ederek alt boyutları yönetmenin
"sevgi" ile yapabileceği ileri sürülmektedir. Gerçekten mi? Başka hiçbir
şey bulamadınız mı?
Bu durum, bilim ile sahtebilimin, dolayısıyla fizik ile metafiziğin
birbirine karıştırılmasından kaynaklanmaktadır. Tıpkı
5. Element filminin iddia ettiği
gibi, "5. boyutta" sevgi, bir kuvvet olarak görülebilmektedir. Fakat bunu
uzaktan veya yakından öneren hiçbir bilimsel veri bulunmamaktadır. Bu
tıpkı, What the Bleep Do We Know?
gibi sahtebilim "belgesellerinde" iddia edildiği gibi, kuantum mekaniğinin
aslında "evrenden talep ettiğimiz şeylerin gerçek olabileceğini"
ispatladığı iddiası gibi saçma bir iddiadır. Hiçbir bilimsel temeli yoktur
ve böyle bir temel olmaksızın, bu kadar sıradan bir şeymiş gibi, onca
bilimsel anlatımın içerisine gizlenerek verilemez. Sevginin toplumsal
ilişkilerde önemli bir araç olduğu aşikardır; ancak toplumsal dinamiklerle
fiziksel dinamikleri birbirine karıştırmak, bir insanın yapabileceği büyük
hatalardan birisidir. En azından buna yönelik sağlam temelli bilimsel
araştırmalar yürütülene kadar...
Filmin sahtebilimle ilgili bir diğer konusu ise, adeta "bağlayacak bir şey
bulamamaktan" kaynaklı "5. boyutta yaşayan varlıklar" kavramıdır. Bu konu,
tamamen sahtebilim olarak sayılamaz belki ama filmin en kritik noktaları
bu "üst boyutlardaki yaşam"a bağlandığı için, sorunlar doğmaktadır. Bu
varlıklar nedir? Kimdirler? Neden geçmişe müdahale etmeye
çalışmaktadırlar? Neden bu kadar gelişmiş olmalarına ve tüm 4 boyuta hakim
olmalarına rağmen bu kadar dolaylı bir yoldan bunu yapmaya
çalışmaktadırlar? Bu tür konularda, "bilinçli üstün varlıkların" konuya
dahil edilmesinden doğan birçok sıkıntı bulunmaktadır.
Örneğin filmde sıklıkla Satürn civarındaki solucan deliği kapısının bu üst
boyuttan canlılar tarafından, bilinçli bir şekilde açıldığı iddia
edilmektedir. Bu varlıkların bizlerle irtibata geçmek istedikleri, bunu bu
şekilde yaptıkları iddia edilmektedir. Elbette sorun, bizimle irtibata
geçmek isteyen bu kadar üstün varlıkların neden bu kadar zahmete
girdiğidir. Zira tıpkı bizim 2. boyuta kolaylıkla hükmedebilmemiz gibi,
onlar da 3. ve 4. boyuta kolaylıkla hükmedebilmeli ve sorunsuz bir şekilde
iletişim kurabilmelidir. Ancak hayal gücüyle bunu çözmek yerine,
sahtebilim kıvamında bırakılması tercih edilmiştir. Neil deGrasse Tyson,
bununla şöyle alay etmektedir:
"Eğer ki gezegenler arasında solucan
delikleri açılabiliyorsa ve bu, üst bilince sahip varlıklarca kontrol
ediliyorsa, neden Dünya'nın yanıbaşında bir tane açılmamış ki? Size
diyeyim: Hemen kapı komşumuz Mars, filmde gösterilen o gezegenlerden
çooook ama çok daha güvenli gözüküyor."
Film bu sahtebilim sorunununun en azından bir kısmını çözmek için, oldukça
yerinde bir hamle yapılarak, zamansal olarak "bugün"e etki edenlerin
aslında bugünkü insanların (örneğin Cooper karakterinin) gelecekteki
versiyonu olduğu filmin sonunda veriyor. Yani Cooper'ın kızının "hayalet"
olarak tanımladığı, aslında Cooper'ın gelecekte Gargantua içinden geçmişe
dönen ta kendisi! Dolayısıyla bunu yaparak sahtebilimden olabildiğince
uzaklaşmaya çalışılmış. Ancak yine de, birçok sorun açıkta kalıyor: çünkü
5. boyutu "inşa edenler"in halen "üst düzey varlıklar" olduğu mesajı
veriliyor. Az önce değindiğimiz gibi, bunların Satürn civarına bir geçit
açtıkları söyleniyor.
Bu noktada, filmin sahtebilimden iyice uzaklaşarak bilim sınırlarında
kalması için belki şöyle bir yorum yapılabilir: Cooper, zamanda belli bir
miktar ileri gidip, oradan geçmişe müdahale etti. Ancak belki de, "5.
boyutta yaşayan varlıklar" olarak tanımlananlar, insanların çok daha
gelecek bir zamandaki versiyonlarıdır ve geçmişe dönük müdahalelerde
bulunuyorlardır. Dolayısıyla Cooper, "bugün" ile "ileri gelecek"
arasındaki bir noktada bulunup, "bugün"e etki etmiş olabilir. Ancak bu
filmde açık bir şekilde vurgulanmıyor; dolyısıyla bizler, spekülasyon
yaparak filmi bu noktada kurtarmış oluyoruz. Bu noktada filmin çok büyük
miktarda 2001: A Space Odyssey etkisinde kaldığı ve hatta o filme
açık göndermeler içerdiği söylenebilir. Fakat bu kadar derin teorik
fizikle oynarken, bu sınırları aşmadan makul açıklamalar yapmak şu anda
çok zor; bunu da anlamak gerekiyor.
![]()
Bilimdışı Olumsuz Eleştiriler
Bu eleştirilerin detaylarına burada girmeyeceğiz; çünkü daha ziyade filmin
sanatsal boyutuyla ilgili ve bizim bilgi alanımızı aşıyor. Ancak Salon.com
sitesinde bunlar şu 7 madde olarak listelenmiş (detayları siteden
okuyabilirsiniz):
Bize kalırsa bunlar haricinde filmin en büyük sıkıntısı, her şeyi 169
dakikaya (yaklaşık 3 saate) sığdırmaya çalışmasıdır. Buna elbette
yapacak bir şey olmayabilir, sonuçta filmlerin süresi birçok faktörden
etkileniyor. Ancak Nolan'ın hayalgücü ile Thorne'un biliminden doğan bu
film, rahatlıkla 5-6 saatlik malzemeyi içerisinde barındırmaktadır.
Bunların 3 saate sıkıştırılması, çok fazla ve yoğun bir bilgi akışına,
çok hızlı sahne geçişlerine neden olmaktadır. Hatta bazı eleştirmenler,
Nolan'ın birazcık tarzı dışına çıkarak uzattığı bazı sahnelerden kısıp,
anlaşılması daha güç olan, sahne atlamalarına daha az toleransı olan
kısımlara ağırlık vermesi gerektiğini savunmaktadır. Bu öznel bir
eleştiri olsa da, filmi izleyen pekçok kişinin çok daha uzun bir filmin,
çok daha kısa bir süreye sıkıştırılması hissinin bulunduğunu kabul
edeceğini düşünüyoruz.
Filmin Sonunda Ne Oldu? Karadeliğin İçine Girmek ve 5. Boyutun Etkisi
Filmin aşkı boyutlar arası iletişim için kullandığı safsatayı bir kenara
bırakacak olursak, aslında filmin son kısmında harika bir şekilde
boyutların Evren içerisindeki etkisine değiniliyor. Bizler, şu anda 4
boyut içerisinde yaşamaktayız. Aslen 3 boyutta yaşarız: en, boy,
yükseklik. Evren içerisinde herhangi bir yeri tanımlamak için, bu 3
boyut yeterlidir. Ancak 4. bir boyut da, zaman boyutundan gelir. Örneğin
bir arkadaşınızla buluşacağınız zaman, sadece en, boy, yükseklik
boyutlarını vermezsiniz. Yani, "Konur Sokak ile Yüksel Caddesi'nin
kesişiminde, Simit Sarayı'nın 2. katında buluşalım." demekle
yetinmezsiniz. "Saat 4'te..." diye eklersiniz. Tabii her zaman bu
kadar spesifik olmak zorunda olmasak da, yine de içsel olarak uzay-zaman
içerisinde bir yeri tanımlamak için 4 boyuta ihtiyacımız olduğunu
biliriz. Örneğin binanın hangi katında buluşulması gerektiği
söylenmediği müddetçe, 0. katta, yani kapının önünde buluşmamız
gerektiğini varsayarız. Beynimiz, 4 boyutun tamamını otomatik olarak
tanımlar.
Aslen 3 boyutta yaşıyoruz dedik ve 4. boyutu bir ek olarak verdik; çünkü
bizler, 3 boyutta özgürüzdür, 4. boyutta ise hapis halindeyizdir. Bu ne
mi demek? 3 boyutta, imkan tanındığı sürece istediğiniz noktaya
ulaşabilirsiniz. İleri-geri gidebilir, sağa-sola gidebilir, yukarı-aşağı
zıplayabilirsiniz. Bunu dilediğiniz kadar tekrar edebilirsiniz; fiziksel
olarak hiçbir engeliniz bulunmamaktadır. Ancak 4. boyut olan zaman
içerisinde hapis halindeyizdir. Zaman boyutunda ileri ya da geri
gidemeyiz; sadece "şu an" içerisinde yaşamak zorundayız. An içerisine
hapsolmuşuzdur.
Üç boyutlu konumsal uzay...
İşte filmin "karadeliğin içerisine düşmek" üzerinden bağlandığı nokta da
budur. Aslen astrofizikte karadeliklerin böyle bir etkisi olacağına dair
güvenilir bir bilgi yoktur. Ancak orada karadelik, bir "portal/kapı"
olarak kullanılmıştır, önemli değildir. Aslolan, bu sayede Cooper'ın 5.
boyuta ulaşabilmesidir. Tekrardan, sevgiyle ilgili safsata bir kenara
bırakılacak olursa, ileri sürülen iddia oldukça geçerlidir: 5. boyutta,
4. boyutun hapsinden kurtulabiliriz. Nasıl ki 3 boyutta istediğimiz
noktaya erişebiliyorsak, 5. boyuta ulaştığımızda da, 4. boyutta, yani
zaman içerisinde istediğimiz herhangi bir noktaya erişebiliriz! Var
oluştan yok oluşa kadar her şey, önümüze serilmiştir. Serilmediyse bile,
ona erişme imkanımız vardır. Örneğin 3 boyutlu uzayda Satürn'e kolay
kolay erişemeyebilirsiniz; ancak bu, Satürn'ün fiziksel olarak
erişilemez olduğu anlamına gelmez. İşte 5. boyuttaysanız, 4. boyut için
de bu geçerli olabilir: zamanın tamamı, sıradan bir boyut haline gelir
ve artık hapisten kurtulmuş olursunuz. İşte filmin sonunda Cooper'ın
kızına mesaj göndererek tüm süreci kesme çabası sırasında içerisinde
bulunduğu boyut, 5. boyutun muhteşem bir görsel şölene dönüştürülmüş
halidir. Film, bugüne kadar hiçbir filmin yapamadığı kadar harika bir
şekilde bu noktaya değinmeyi başarmıştır.
Şu anda teorik fizikçiler, böyle bir şey mümkünse, zamanın herhangi bir
noktasına müdahale edip edemeyeceğimizi ve bu müdahalenin ne sonuçlar
doğuracağını bilmemektedirler. Elbette konu hakkında birçok görüş
vardır; ancak hangisinin geçerli olduğu henüz bilinmemektedir. Önceden
bahsettiğimiz "büyükanne paradoksu" gibi paradokslar, işi içinden
çıkılmaz yapmaktadır. Fakat ileride bir gün, bu sır perdesini de
aralamamız çok muhtemeldir.
Sonuç
Evet, film yoğun miktarda olumlu eleştiriyle birlikte, bir o kadar
olumsuz eleştiri de aldı. Bu son derece beklenirdir; çünkü oldukça büyük
bir yapım ve beklentiler çok yüksek tutuluyordu. Eğer öznel fikrimizi
soracak olursanız, filmi mutlaka sinemada, en azından 1 defa izlemenizi
tavsiye ederiz. Belki "hayatınızın filmi" olacak bir film değildir;
ancak evde, küçük bir ekrana yakışacak bir film de değil, söyleyelim.
Bilimkurgu sektörünün, ne olursa olsun, önemli yapıtaşlarından birisi.
Eğer ki bilimkurguyu desteklemeyi sürdürürsek, ileride çok daha isabetli
filmlerin yapılacağını düşünüyor ve umuyoruz.
Yıldızlararası filmini bu
konuda önemli bir basamak olarak görüyoruz. Ve bu önemli yapıtı, filmde
tekrar tekrar söylenen, şair Dylan Thomas tarafından ölmek üzere olan
babası için yazdığı"O Güzel Karanlığa Nazikçe Gitme" (Do Not Go
Gentle Into That Good Night) şiirinin ilk 3 mısrasının bir
çevirisiyle bitirelim. Şiirde "güzel karanlık" olarak betimlenen,
"ölüm"dür ve filmde her şeyin planlayıcısı olan Dr. Brand, astronotlara
zorlu görevlerinde hep bu şiiri söylemektedir:
O güzel karanlığa nazikçe gitme,
Günün sonunda yaşlılık yanmalı ve kudurmalı,
Işığın ölümüne karşı öfke, öfke...
Evrim Ağacı'nın 'Yıldızlararası' incelemesine dair bir eleştiri:
Kemal Kaya · İzmir 23 Kasım- 2014 : Barış Şahin · Orta Doğu Teknik Üniversitesi - 16 Kasım -2014 :
Kerem Cankoçak · ITU Fizik Mühendisliği 15 Kasım 2014:
Mehmet Hızarcı - İstanbul 14 Kasım -2014: ---------------------------------------------------------------------------------------------------- Bir izleyici yorumu: Filmin ismi ‘İnterstellar' Türkçe vizyon ismiyle 'Yıldızlararası’.. Film, bir grup insanın ‘Solucan Deliklerin'den birine gitmeye karar vermesi ve sonrasında başlarına gelecek olayları bize anlatacak. Film, Kip S. Thorne'nun evrende 'Solucan Delikleri'nin gerçekten var olduğu ve bu sayede zamanda yolculuğun mümkün olabileceği teorisinden ilham alınarak yaratılmıştır. Çok da uzak olmayan bir geleceğin anlatıldığı Interstellar filminde,
dünya bir çevresel felaket yüzünden perişan haldedir. Yıkım adlı bu
felaket, insanları teknolojik gelişmeler ve keşiflerle uğraşmak yerine
yalnızca hayatta kalmaya odaklanmak zorunda bırakmaktadır. Bu amaçla,
eski NASA pilotu Cooper (Matthew McConaughey) artık bir çiftçidir ve
gezende kalan son tarım ürünlerinden biri olan mısır yetiştirmekle
görevlendirilmiştir. İnsanların, çoğunluğun çıkarları için kişisel
arzularından vazgeçtikleri bu dönemde Cooper, çocukları Tom (Timothée
Chalamet) ve Murph (Mackenzie Foy) ile kayınpederinin (John Lithgow)
geçimlerinin sağlayabilmek için çiftçi hayatına alışmaya çalışır. Ama
yeryüzündeki koşullar giderek kötüleşirken bile, Cooper’ın bilimsel
keşiflere olan tutkusunda bir değişiklik olmaz. Filmle ilgili bir çok eleştiri var fakat ben şunları söylemek istiyorum, lütfen 4. boyutu okuyup iyice özümseyiniz Zira bu filmi vakit kaybı olarak değerlendirip oradaki fikre hakaret etmiş olursunuz. Daha iyi anlamanız için kısaca boyutları anlatıyorum. Biz (insanlar) üç boyutlu varlıklarız. Sadece ileriye geriye, aşağıya yukarıya ve sağa sola hareket edebiliyoruz. Eğer dört boyutlu varlıklar olsaydık ekstradan bir hareket yönümüz daha olurdu. Dördüncü boyuttaki hareket yönleri geçmiş ve gelecektir. Yani dördüncü boyut zaman kavramıyla ilgilidir. Ancak üç boyutlular için zamanda hareket etmek imkansızdır. Çünkü zaman boyutumuz yok. Eğer dört boyutlu bir varlık olsaydık geçmişe gitmek, sağa gitmek kadar kolay olurdu. Dört boyutlu gözleriniz olsaydı bir bakışta on yıllık bir zaman diliminde yaşananları görebilirdiniz. Hans zimmer’ın müzikleri, Cooper’ın ilk 23 sene sonra oğlu ve murph’le konuştuğu sahne fena çarptı beni, matthew mcconaughey hıçkıra hıçkıra ağladıkça boğazıma koca bir düğüm oturdu. Düşününce insanın aklı mantığı cidden çok zor idrak ediyor... gemide kalan diğer astronot onları beklerken 23 yıl geçirmişken cooper ve amelia için sadece 6-7 saatin geçiyor olması. 23 sene dile kolay insan ömrünün dörtte biri şak diye geçmiş gitmiş. Adam gitti geldi bir baktı ki oğlu kocaman olmuş, evlenmiş çocuğu olmuş, kızı büyümüş etmiş. İnsanın düşündükçe siniri bozuluyor. Bir de uzaydaki sahnelerde müzikte kesilince ve kocaman bir sessizliğin içinde kalınca nefesimi bile daha yavaş almaya başladım resmen. Baba, kız evlat vurgusuna hayran kaldım. Filmde kara deliklerden tutunda, solucan deliklerine kadar bir çok fizik ötesi konu kusursuz bir şekilde işlenmiş. Bazı sahnelerde insanın kafası karışsa da filmin sonlarına doğru raylar yavaş yavaş yerine oturuyor. Fizikten çok anlamayan ben, kendimi filmi izlerken astronot gibi hissettim. Cosmos belgeseli tadında carl sagan’ı kıskandıracak cinsten kavramsal betimlemeler var filmde. Galaksiler arası geçiş, kara delikler ve zaman ve mekan kavramı. ------------------------------------------------------------- YILDIZLARARASI ------------------------------------------------------------------
[ Yıldızlararası yolculuk
Yıldızlar Arası Yolculuk Bilimsel Açıdan Mümkün Mü? Maalesef Wheeler hipotezine göre bu solucan delikleri inanılmaz
küçük(10-33 cm) oluyor. Peki bu solucan delikleri büyüterek var etmek mümkün
olsa bu seferde tuhaf bir egzotik maddeye ihtiyacınız olacak. “Evrendeki
genel madde kuralına göre pozitif enerji yoğunluğu pozitif basınç yaratır.
Egzotik madde ise biraz daha farklı. Bu madde negatif enerji yoğunluğu ve
veya negatif basınca sahip. Böylece negatif ve pozitif enerji grubu maddeye
ya da tam tersine sahip olabilirsiniz,” diyor Austin Gelişmiş Araştırmalar
Enstitüsü’nden kıdemli fizikçi Eric Davis.
Çetin BAL: EVREN Sonsuzdur. Evren küreseldir, sonlu ama sınırsız bir yüzeydir ama
çapı sonsuz olan bir dairenin dış yüzeyinde yaşayan varlıklara benziyoruz.
Bizler dört boyutlu bir kürenin üstünde yaşayan evren varlıklarıyız.
Üçboyutlu uzayımız dördüncü boyuttaki bir gezegen yüzeyi misalidir. Bir nevi
içinde yaşadığımız uzay dördüncü boyutta bulunan dört boyutlu bir gezegenin
sonlu ama sınırsız yüzeyi gibi düşünülebilir. Fakat burada sonlu ama sınırı
olmayan kapalı bir küre yüzeyinden bahsederken bu kürenin çapı sonsuz
olduğundan yüzeyde (küre yüzeyi) sonlu sınırsız bir yapı olsada hiçbir
varlık bu kürenin çevresini dolaşarak başladığı noktaya geri gelemez. Çünkü
çapın sonsuz olduğu noktada sonlu ama sınırsız kapalı küre yüzeyide
sonsuzlaşmakta! Zamanda bu anlamda mekan gibi dairesel bir küredir. NASA geçen gün (2014 Ekim) ışıktan hızlı araç tasarımlarını sundu..
adamların aslında bu konuda net bir bilgileri yok ( dünyanın geri kalanından
daha iyi bildikleri aşikar) ama her fikre, düşünceye olanca gayretleri ile
sahip çıkmaları taktiri hak ediyor. Ortaya sunulan fikirler popüler bilim
dergilerindeki demeçleri geçmiyor... ama biz düşündük, öncü biziz demek
adına kamuoyuna duyuru yapmaktan (sinerji) geri kalmıyorlar..
|