Uzayda Süzülen Tohumlar: Interstellar

Filmde dünya üzerindeki yaşam sona ererken, bir grup araştırmacı insanlık tarihinin en önemli görevini üstlenir ve bulunduğu galaksinin ötesine yolculuk ederek insanlığın, yıldızların ötesinde yaşamını sürdürmesinin mümkün olup olmayacağını keşfe çıkar.

Teknik bilgisi ve becerisi yüksek olan Cooper, geniş mısır tarlalarında çiftçilik yaparak geçinmektedir. Amacı iki çocuğuna güvenli bir hayat sunmaktır. Onlarla yaşayan büyükbaba Donald çocuklara göz kulak olurken, henüz 10 yaşındaki kızı Murph şaşırtıcı bir zekaya sahiptir. Geçmişte bıraktığı bilim insanı kariyerini özleyen Cooper’un karşısına bir gün beklenmedik bir teklif çıkar ve ailesinin, dahası insanlığın güvenliği için zorlu bir karar alması gerekir.

Bilimkurgunun yanı sıra dramatik öğeler de içeren filmin senaryosu Fizikçi Kip S. Thorne’nun evrendeki “Solucan Delikleri” teorisinden ilham alıyor.
 


Zeka bilgisi ve yetenekleri üstün olan Cooper, geniş mısır tarlalarında çiftçilik ile uğraşarak ailesini geçindirmektedir. Amacı iki çocuğuna güvenli bir hayat sunmaktır. Onlarla yaşayan Büyükbaba Donald çocuklara göz kulak olurken, henüz 10 yaşındaki kızı Murph şaşırtıcı bir zekaya sahiptir. Geçmişte bıraktığı biliminsanı kariyerini özleyen Cooper’un karşısına bir gün beklenmedik bir teklif çıkar ve ailesinin, dahası insanlığın güvenliği için zorlu bir karar alması gerekir…

Christopher Nolan’ın, Jonathan Nolan ile kaleme aldığı ve yönetmenliğini sırtladığı filmin değerli oyunculardan oluşan oyuncu kadrosunda Matthew McConaughey, Anne Hathaway, Jessica Chastain, Matt Damon, Bill Irwin, John Lithgow ve Michael Caine gibi isimler yer alıyor. Bilimkurgunun yanı sıra dramatik öğeler de içeren filmin senaryosu Fizikçi Kip S. Thorne’nun evrendeki ‘Solucan Delikleri’ teorisinden ilham alarak beyaz perdeye uyarlamış.

Dünya üzerindeki yaşamımız sona ererken, bir grup uzay araştırmacısı insanlık tarihinin en önemli görevlerinden birini üstlenirler. Bulunduğumuz galaksinin çok ötelerine yolculuk ederek insanlığın, yıldızların ötesinde yaşamını sürdürmesinin mümkün olup olmayacağını keşfe çıkarlar.


 

Interstellar, sadece bilimsel bir kurgu olmakla kalmıyor, bilimsel teorilere ve gerçekliklere de dayanıyor.

Film, Kip S. Thorne’un evrende “Solucan Delikleri”nin gerçekten var olduğu ve bu sayede zamanda yolculuğun mümkün olabileceği teorisinden ilham alınarak yaratılmış.

 

Pazartesi, 10 Kasım 2014 - Hazırlayan: Ali Arıkan

 Resim derleme :  Çetin BAL

Christopher Nolan’ın yeni filmi Yıldızlararası (Interstellar) bana hayranı olduğum iki farklı sanat eserini hatırlattı. İkisinin de temelinde galaksiler arasında yapılacak bir yolculuğun insan doğasında doğuracağı etkinin olması tabii ki bunda büyük rol oynuyor. Ama ikisi de aslında birer rüya, birer ezgi, birer metafordur. Ve Yıldızlararası da sert bilim-kurgu kabuğunun altında mecazi bir düş hikayesi aslında.



Yıldızlararası’yla sadece zihinsel değil duygusal bağ kurduğum eserlerden ilki Arthur C. Clarke’ın 1986’da yayımlanan kitabı Uzak Dünya’nın Şarkıları. Yazarın en iyi romanlarından olmasa da, Clarke hayatının sonuna yaklaşırken verdiği röportajlarda sıkça kendisinin en sevdiği yapıtı olduğundan bahsetmiştir. Hikâye, 39. yüzyılda dünyadan yüzlerce ışık yılı uzaktaki Thalassa adlı denizlerle kaplı bir gezegende geçer (aranızda Xenophon’u okuyanlar bu ismin önemini hemen anlayacaktır). Kitap yazıldığında daha halen çözülmemiş olan nötrino probleminden ötürü (ki artık nedeni anlaşıldı), 36. yüzyılda güneş nova haline gelmiş ve dünyadaki yaşam sona ermiştir. Bu tespiti asırlar önce yapan insanoğlu, soyunu devam ettirebilmek için nispeten dünyaya yakın gezegenlere en önce dondurulmuş insan embriyoları, sonraları da sadece DNA göndererek koloniler kurmuştur. Uzaydaki akıl almaz mesafeleri insan hayatı süresinde aşmayı sağlayabilmek için gerekli muazzam yakıtın dünyada olmamasından dolayı gezegendeki insanların evlerini terk edip uzaklardaki bir gezegene gitmesiyse söz konusu değildir. Ta ki güneşin patlamasından çok az bir süre önce keşfedilen Quantum Motorunu kullanan dev gemi Magellan yapılana kadar. Magellan, Thalassa’ya gemiyi asteroidlerden koruyan buz kalkanına takviye yapmak için geldiğinde Thalassa’lılar çok şaşırır. Çünkü dünya ile irtibatları yüzyıllardır kesiktir. Atalarını bir daha görmenin onlara yaşattığı şok, ikmali yapmak için Thalassa’ya inan mürettebatla kuracakları ilişkiler ve Magellan’ın eninde sonunda gezegeni terk etmek zorunluluğunun vereceği hüznün yanındaysa solda sıfır kalır. Magellan, üç yüz yıl sonra ulaştığı nihai varış yerinde mürettebatını Thalassa’da bıraktıkları ailelerinin mesajları beklemektedir.


 

İkinci eserse bir pop şarkısı. Queen’in klasik albümü A Night at the Opera’nın nispeten az bilinen ve müzik tarihinin İzafiyet Teorisi’nde Einstein’ın ortaya attığı Zaman Genişlemesiyle ilgili yazılmış belki de tek ağıt. Grubun gitaristliği dışında kafayı astrofizikle de bozmuş (ve 20 yılı aşkın bir süre ara verdiği doktorasını çok yakın bir zamanda tamamlayan) Brian May’e ait olan ’39, gelecekte insanların evreni kolonileştirmek için çıktıkları yolculukları anlatır. Bir kaşif, yeni gezegenleri bulmak için dünyayı terk eder; geri döndüğünde onun için bir dünyadaysa yüz yıl geçmiştir. Geride bıraktığı karısı ölmüş, kızıysa çok yaşlanmıştır. Şarkının sonunda kâşif, kızından merhamet dilenir. “Gözlerinde annenin gözleri, benim için ağlıyorlar.”




Yıldızlararası, aynen Uzak Dünya’nın Şarkıları ve ’39 gibi bilim-kurgu kisvesinin arkasına saklanan dev bir melodram. Leitmotifiyse kayıp (ki bu belki de Nolan’ın tüm filmleri için geçerli). Yitirilen insanlar, zamanlar, hayatlar. Ve akıbeti belli olmayan bir çocuğa, sevgiliye, dünyaya ulaşmak için insanlara bu yitirilmişliğe karşı koyma kabiliyetini veren evrensel güç: sevgi. Bu hislerin Nolan tarafından işlenme yöntemini değil, onların sanatta tezahürünü bile aşırı duygusal, cıvık ve yavan bulabilirsiniz. Ama sanat en temelde manipülasyondan ibarettir. Bu hileli güdümlemeyi iyi yapan sanatçıya şapka çıkarmak seyircinin vazifesidir. Duyguların ekrana inanılır, empati kurulabilir bir şekilde yansıtılmasında şimdiye kadar sorun yaşayan Christopher Nolan, Yıldızlararası’nda fevkalade bir iş başarıyor. Bitmek bilmeyen teknik konuşmalarla dolu; gösterişli, hatta abartılı özel efektlerle bezenmiş; aşkı bile fizik formüllerinde kullanılacak bir fonksiyon olarak yaklaşan ciddi bir film bu. Ama aynı şekilde yönetmenin en duygusal filmi. Inception’da ana karakterin çocuklarına dönmeye çalışması sadece hikâyeyi a noktasından b noktasına ilerleten bir MacGuffin’di. Buradaysa filmin ta kendisi.



 Nedeni sadece satır aralarında ima edilen bir dizi felaket sonrası dünya ölüyor. Mısır dışında hiçbir bitki yetişmiyor. Arthur Rothstein ve Dorothea Lange’in 1930’lar Amerikası’nda çektiği fotoğrafları andıran amansız toz fırtınaları sadece uçsuz bucaksız mısır tarlalarını değil insanları da tehdit ediyor. Dünyanın ve insanlığın günleri sayılı.



İki çocuğu ve ölmüş karısının babasıyla birlikte yaşayan eski test pilotu Cooper (Matthew McConaughey) da gönülsüzce çiftçilik yapmak zorunda kalanlardan biri. Büyümüş de küçülmüş kızı Murphy’nin (Mackenzie Foy) odasındaki bir “hayaletin” bıraktığı mesajlarla kendisini NASA’dan geriye kalan gizli bir üste buluyor. Burada eski mentoru Prof. Brand (her Nolan filmindeki rolüyle Michael Caine) ve onun gibi fizikçi kızı Dr. Brand’in (Anne Hathaway) başı çektiği muazzam bir projeyi öğreniyor.




Yarım yüzyıl önce Satürn’ün yakınlarında bir solucan deliği belirmiş. Yapısından dolayı doğal olmadığı ve birileri tarafından oraya konulduğu anlaşılıyor. NASA, uzayın derinliklerine kısa yol görevi yapan bu delikten on kaşif göndermiş. Üçünden haber gelmiş. Profesör Brand, insanlığın yeni yuvası olup olamayacağını test etmek için bu delikten bir ekip göndermek istiyor ve Cooper’ı da bu ekibin başına getiriyor.


Kurtuluş için iki tane plan var. Birincisi donmuş embriyoları kullanarak eğer gezegenlerden biri yaşam için uygunsa orada koloni kurmak. Bu ikinci plan. Birinci plansa dünyada geri kalan tüm insanları bu yeni gezegene dev bir gemiyle götürmek. Fakat bunun olması için de Brand’in merkezinde yerçekimi olan ve bu kadar büyük bir kütlenin dünyayı terk edebilmesini sağlayacak bir formülü bulması şart.



Murphy’nin itirazlarına rağmen Cooper görevi kabul ediyor. Zaman Genişlemesi’nden dolayı evrenin ücra bir köşesini keşfederken o ve ekip arkadaşları (Dr. Brand, Wes Bentley’nin oynadığı Dr. Doyle ve Dr. Romilly rolünde harika bir iş çıkaran David Gyasi) için zaman dünyadakinden çok daha yavaş ilerleyecek. Ve teoride geri döndüğünde Murphy ile aynı yaşta olacak. Ama teoride.



Yanlarında çokbilmiş ve alaycı robotları TARS ile birlikte bu bilinmeyene doğru yol alırken dünyadaki yakınlara onlara uzaktan, zamanın ötesinden mesajlar gönderiyor. Murphy büyüyüp Jessica Chastain’e dönüştüğündeyse hem evrenin bir köşesinde Cooper ve ekibinin maceralarını hem de Murphy’nin yerçekimi formülünü bulma çalışmalarını izliyoruz.



Bu zaman süresinde insanlar ölüyor. Zaman geçiyor. Geri dönmeyecek, bir daha hiç yaşanmayacak anılar kum saatinin kumları gibi akıp gidiyorlar. Kardeşi Jonathan’la yazdığı filmin senaryosunda Christopher Nolan hem entelektüel hem de duygusal anlamda insanlığı uygarlığımızın ilk zamanlarından beri meşgul etmiş sorulara cevap arıyor. Ebeveynler ve çocukların arasındaki mistik bağ, zamana karşı gelerek oluşturdukları çember, hem fizik kurallarıyla hem de bilim kurgunun temel taşlarından olan Büyükbaba Paradoksuyla aynı düzeyde işleniyor. Ortaya çıkan müthiş iddialı, muazzam, zarif bir başyapıt.



Yıldızlararası’nın başarısındaki en büyük pay, filmin dürüst, açık sözlü hatta lafını esirgemeyen duygusallığı. Cooper’ın, dünyaya göre zamanın çok yavaş geçtiği bir gezegenden geri döndüğünde çocuklarından gelen mesajları hıçkırarak, adeta göz yaşlarını haykırarak izlediği sahne filmin en can alıcılarından. Harikulade bir performans sergileyen McConaughey’nin bir tane bile yanlış seçim yapmıyor. Hislerinin ona hükmetmesine izin veriyor. Burada Vito Corleone’un oğlu Michael’la bahçesinde yaptığı son konuşmadaki o can alıcı sohbeti hatırlıyoruz. “Yeterli zaman hiç yoktu.” “Daha var, babacım. Daha var.”
 

 



Bir ara karakterlerden biri “ebeveynler, çocuklarında bir anı olarak kalmak için yaratılmışlardır” diyor. Film bu ailevi bağı, genetik, Darwinsel boyutunun da ilerisinde, evreni var eden fizik kurallarına karşı koyabilecek bir güç olarak sunuyor. Christopher Nolan’ın “evrendeki her şey bir tarafa, insanın çocukları bir tarafa” mesajı gök gürültüsü inceliğinde bir aforizma. Bunu kabul ediyorum. Ama böyle bir tezi de fısıldayarak ima etmek de saçma olurdu.
 



Christopher Nolan, filminde sadece bu hislere tercüman olmuyor. Aynı şekilde bilim kurgu sineması tarihine de pek çok gönderme yapıyor. Stanley Kubrick ve 2001’e olan paralellikler yüzeyde bariz. Ama o filme göre duygusallığın çok daha öne çıktığı bir film var karşımızda. Fritz Lang’ın Metropolis ve Ay’daki Kadın filmleriyle olan bağıysa çok daha belirgin. Zaten sinema tarihinde de Gazap Üzümleri gibi başlayıp uzayın derinliklerinde bitecek ama temelinde insanı insan yapan duyguları bulunduran başka film yok. (Bilim kurgu edebiyatına da göndermelerle dolu film; Clarke’ın Rama’yla Randevusu’ndan tutun Haldeman’ın Sonsuzluk Savaşı’nda kadar)



Teknik olarak Interstellar, tabiri caizse, bir yıldızlar geçidi. Özel efektler muazzam bir kapsama sahip olsa da hiçbir zaman insanı filmden çıkartmıyor. Uçsuz bucaksız boşluklarda geçen bir film olmasına rağmen bazı sahnelerde bir belgesel izliyormuşuz gibi bir his yaratıyor. Hoyte Van Hoytema’nın kamerası sadece IMAX kameralarla çekilmiş uzak planlarda değil, karakterlerin gözyaşlarının şelale gibi aktığı yakın çekimlerde de süper. Hans Zimmer’ın müziği belki de kariyerinin en iyi eseri. Bach, Basil Poledouris ve Fatboy Slim’in bir karışımı olan ana tema inanılmaz güzellikte.


Yıldızlararası, her anlamda dev bir film olmasına rağmen özünde hepimizi meşgul eden temel sorulara cevap arıyor. Neden buradayız? Kader diye bir şey var mı? Yoksa kendi kaderimizin efendisi miyiz biz? Hayatın anlamına çaresizlik yolundan mı ulaşırız? Yoksa her şeye rağmen umudumuzu korumalı mıyız? Filmden geriye kalan, güzel bir rüyadan uyandığımızda olduğu gibi görseller veya hikaye değil, yaşattığı hisler. Yıldızlararası, Christopher Nolan’ın en insancıl, en duygusal, en umut dolu eseri. Ve sadece yönetmenin değil yılın da en iyi filmi.

 

Gargantua karadeliğinin dış yörüngesinde uzay aracı ile manevra yapan cooper'dan bir replik..

'..bu viraj bize 51 yıla mal oldu.'

 

 

 

Görsel: Filmin zaman akışını gösteren, İstanbul'dan Frametale ajansının kurucusu Doğan Can Gündoğdu tarafından yapılan bir infografik.

 

Yıldızlararası (Interstellar) Filminin Bilimsel Analizi

Hazırlayan: ÇMB (Evrim Ağacı)

 

7 Kasım 2014 tarihinde vizyona giren Yıldızlararası (Interstellar) filmi, senenin en çok beklenen filmi olarak büyük ses getirdi. Belki gişelere beklediği hızlı girişi yapamadı ve ABD'de Disney tarafından yapılan Büyük Kahraman 6 (Big Hero 6) isimli filmin gerisinde kaldı ama yine de gerek içeriği, gerek kurgusu, gerek görsel yapısı, gerekse de Evrim Ağacı olarak burada işlediğimiz gibi bilime olan katkılarıyla önemli miktarda ses getirmeyi başardı. Öyle ki, kolay kolay bilimkurgu filmlerini beğenmeyen, Dünyaca ünlü astrofizikçi Neil deGrasse Tyson'dan bile bol miktarda övgü aldı. Filme yöneltilen ve hem destekleyen, hem de karşı olan sayısız eleştirinin yarattığı toz fırtınası yavaş yavaş dinerken, biz de filmin bilimsel olarak bir analizini sizler için yapmak istedik. Ayrıca filmin sonunda, karadeliğin içerisine girildiğinde ne olduğunu ve neler anlatılmaya çalışıldığını da, anlamayanlar için açıklayacağız. Umuyoruz ki faydalı olacaktır.


 
İlk olarak şunu söyleyelim: bu bir belgesel değildir, bir bilimkurgu filmidir. Dolayısıyla ele alacağımız eleştiriler, "Kesin ip var or'da!" diyormuşuz gibi anlaşılabilir. Fakat amaç bu değildir. Bilimkurgunun amacı, hayal gücünü tetikleyerek bilimin ileride görebileceği gerçeklerle ilgili ufkumuzu açmaya çalışmasıdır. Sadece salt bir sanat eseri olarak görüp tüm bilimsel doğasından sıyırmak, tamamen bilim olarak görüp içerisindeki noktaları abartmak kadar hatalı olacaktır. İkisi de yanlıştır. Dolayısıyla, mutlaka filme gitmenizi ve son yılların (hatta belki tüm zamanların) en başarılı bilimkurgu filmlerinden biri olduğunu düşündüğümüz Yıldızlararası'nı izlemenizi tavsiye ederiz. Biz tek kelimeyle "bayıldık". Özellikle sayısız bilimsel gerçeğin dahiyane bir şekilde aktarılması, filmi diğer pekçok bilimkurgu filminden ayıran çok özel bir nokta. Ancak filmin büyüleyici doğasından sıyrılıp "Ya acaba?" sorusunu sormaya başladığınız anda, artık bilimkurgu veya sanat değil, bilim yapıyorsunuz demektir ve bu yazımız, size katkı sağlayacaktır diye düşünüyoruz. Dolayısıyla sanatın bittiği yerle bilimin başladığı yeri iyi ayırt etmek gerektiği kanaatindeyiz. Benzer şekilde, Evrim Ağacı ekibi olarak filmin harika olduğu konusunda hemfikiriz. Ancak bu, bilimini analiz edip hatalarına değinemeyeceğimiz anlamına gelmiyor.

         


İkinci olarak filmin en önemli yapımcısını tanıyalım: konuyla ilgili daha önceki yazılarımızda da işlediğimiz gibi, filmin baş yapımcılarından olan Kip Thorne, kütleçekim fiziği ve astrofizik konularında araştırmalar yürüten, Stephen Hawking ve Carl Sagan gibi büyük bilim insanlarıyla uzun zaman arkadaşlıkları ve ortaklıkları bulunan (Sagan'ın Contact kitabına katkılarda bulunmuştur), Dünya'nın en önde gelen üniversitelerinden Kaliforniya Teknoloji Enstitüsü'nde (Caltech) 2009 yılına kadar Feynman Teorik Fizik Profesörlüğü unvanını taşımış, Einstein'ın Genel Görelilik Teorisi'nin astrofiziksel çıkarımları konusunda Dünya'nın en önde gelen araştırmacılarından biri olan kişidir. Araştırmaları kütleçekim dalgaları, karadelik kozmolojisi, solucan delikleri ve zaman yolculuğu, göreli yıldızlar, çok kutuplu momentler ve benzeri konular üzerine odaklanmaktadır. Hatta Thorne, "solucan deliği" konseptinin günümüzdeki en önemli araştırmacılarından biri olarak bilinmektedir. Akademik hayatı boyunca 150'den fazla makale yayınlamış, Karadelikler ve Zaman Bükümleri: Einstein'ın Muhteşem Efsanesi başlıklı popüler bilim kitabıyla halka bilimi sunma konusunda önemli çalışmalar yürütmüştür. Halen bilimsel araştırmalarını sürdürmekle birlikte, bilimi ve kendi sahasını ilgilendiren bazı konularda da danışmanlık yapmaktadır. Yıldızlararası ise bu konudaki kariyerinin şimdilik doruk noktasıdır. Hatta yukarıda verdiğimiz yazılardan da okuyabileceğiniz gibi, sadece bu film için Yıldızlararasının Bilimi (The Science of Interstellar) isimli bir kitap yazmıştır. Amerikan Sanat ve Bilimler Akademisi, Ulusal Bilimler Akademisi, Rus Bilimler Akademisi, Amerikan Felsefe Cemiyeti gibi en önde gelen bilim ve felsefe gruplarına üyeliği bulunmaktadır. Bugüne kadar birçok ödüle layık görülmüştür; bunlardan birisi de 2009 yılında aldığı Albert Einstein Madalyası'dır.
 


                                       
 
Kip Thorne
 
 
Genel Olarak Film 
 
Burada yaptıklarımız, elbette çok teknik olan detaylardır ve birçok normal izleyiciyi en ufak derecede etkilemeyecektir.Yıldızlararası, burada saydığımız bütün eleştirilere rağmen, bilimsel birçok konuyu oldukça isabetli (en azından bugüne kadar yapılmamış bir şekilde isabetli) işlemektedir. Bu açıdan, film sektöründe önemli bir köşebaşı olacağı kanaatindeyiz. Fakat eğer ki filmi izledikten sonra, detaylarıyla ilgili daha fazla bilgi almak isterseniz, bu yazımız faydalı olacaktır. Burada filmi övmekten ziyade (zira bu yeterince yapıldı) olumsuz eleştirilere odaklanarak bilim boyutunu irdeleyeceğiz.  Kip Thorne gibi muhteşem bilim insanını tanıdıktan sonra, filme odaklanabiliriz. Bu noktadan sonra bol miktarda içerik bilgisi (spoiler) verilecektir, kendi tercihinizle okumaya devam ediniz.

 
Filmin konusu tekrar etmeyeceğiz; zaten artık birçok kişi tarafından biliniyor. Çok çok kısaca toparlamak gerekirse: film, yakın gelecekte geçiyor. Çeşitli sebeplerle insan popülasyonu büyük oranda kırılıyor ve Dünya yaşanılmaz bir hale geliyor. Bunun üzerine NASA'dan arta kalan bir grup bilim insanı, uzun soluklu bir projeye imza atarak yeni bir yaşanabilir gezegen bulmaya çalışıyorlar. Ancak elde yeterince veri olmadığı için, birçok gezegene öncül astronotlar gönderiyorlar. Film de, bu önden gönderilen astronotların bir kısmının Dünya'ya gönderdikleri verilerden yola çıkarak en iyi koşullara sahip olan gezegene gidip kolonileştirmeyi hedefliyor. Bu sırada birçok olay yaşanıyor elbette... 

 

 
Evrende Yolculuk ve Solucan Delikleri
 
Filmle ilgili en temel sıkıntı, birçok filmin düşmek zorunda kaldığı hata: mesafe sorunu. Yıldızlararası, bu konuda birçok filme göre başarılı bir iş yapıyor. Çünkü diğer bilimkurgu filmlerinde, diğer galaksilere gitmek gibi uçuk fikirler kolayca alt edilirken, bu filmde amaç en yakınımızdaki yıldızlara ve çevresindeki gezegenlere ulaşmak. Ancak yine de bu çok zor bir iş. Çünkü şu anda bildiğimiz en yakın yıldız 4.4 ışık yılı uzakta ve eldeki en iyi teknolojilerle bile oraya ulaşmamız 100.000 yıl civarında sürerdi. Kütleli hiçbir cismin ışık hızına ulaşması mümkün değil; ancak olsaydı bile yolculuk 4.4 yıl sürerdi. Filmde, NASA'nın en iyi pilotu olarak tanıtılan Cooper isimli karakter (Matthew McConaughey tarafından oynanıyordu), bunun sadece 1.000 yıl süreceğini iddia ederek hata yapmış oluyor. Çünkü film uzak gelecekte değil, günümüze yakın bir gelecekte geçiyor. Bu kadar yakın bir gelecekte, süreyi 100 kat kısaltacak bir teknoloji geliştirmek ne yazık ki mümkün gözükmüyor.
 

 
Film, bu sorunu şu anda gerçekten de Evren içerisinde aşırı hızlı seyahat için tek umudumuz gibi gözüken solucan delikleriyle çözüyor. Bir solucan deliğinin, uzay-zaman düzleminin bir noktasını tamamen ayrı bir bölgedeki bir diğer noktasına doğrudan bağlayan kanallar olduğu düşünülüyor. Ancak şu ana kadar varlıkları doğrudan gözlenemedi; sadece teorik bir bilgi halinde pratik doğrulanmayı bekleyen bir fikir. Fakat eğer ki solucan delikleri varsa, eğer ki bir cismi içine sokabileceğimiz kadar geniş bir açıklığa sahiplerse ve eğer ki onlarla etkileşime geçildiği anda bazı hesaplamaların gösterdiği gibi kendi üzerlerine çökmüyorlarsa (ki bunlar çok büyük ama imkansız olmayan "eğer"lerdir); gerçekten de milyonlarca ışık yılı uzaktaki mesafeleri, buradan bakkala gitmek kadar basit bir şekilde almamız mümkün olabilir. Dolayısıyla solucan deliklerinin varlığı, her şeyi değiştirir. Ancak şu ana kadar buna dair doğrudan bir veri bulunmuyor.

 
Filmde solucan delikleri, bir kağıdı elinize alıp, iki kenarını birbirine değecek şekilde katladığınızda, birbirine değen uçlar arasında seyahat edebilmeniz şeklinde anlatılmaktadır. Normalde kağıt açıkken, bir kenardan karşıt kenara kadar çizeceğiniz bir çizgi uzun bir yol oluşturacaktır. Ancak kağıt kendi üzerine katlanırsa, aynı yol bir anda kısacık bir sıçramayla alınabilir hale gelir. 

 
Görselde görüldüğü gibi, karadelikler bir  solucan deliğine açılan kapı, beyazdelikler ise onun diğer ucundaki kapıdır. Ancak buradaki yazımızdan okuyabileceğiniz gibi, bu sistemin oluşması, beyazdeliklerin pek makul bir fikir olmamasından ötürü oldukça tartışmalıdır.

 

 
Washington DC'deki Kongre Kütüphanesi'nin Astrobiyoloji Başkanı olan Dr. David Grinspoon, bunun anlatıldığı sahneyle ilgili şunları söylüyor:

 
"O sahneye bayıldım. Bu, bir fizikçinin bir solucan deliğini tam olarak nasıl anlatacağıdır! Kip Thorne, bir solucan deliğini tam olarak böyle izah ederdi. Ki zaten solucan deliği fikrini çıkaran da odur. Bilimsel açıdan bu sahne muhteşemdi. Bir fizikçi aynen böyle anlatırdı."


 
Görelilik Teorisi Açısından Yıldızlararası ve Karadelikler
 
Solucan delikleri, Einstein'ın Görelilik Teorisi'nin çıkarımlarından sadece birisi. Ancak bunun etrafında birçok diğer konu da bulunuyor ve film de bunların birçoğuna başarıyla değiniyor. Tabii ki bunların başlıcası, karadelikler ve bu gök cisimlerinin yakın çevresindeki tuhaf fizik yasaları...
 
Filmin büyük bir kısmı, Kip Thorne tarafından yaratılan denklemlerle ekrana taşınan dev bir karadelik etrafında geçiyor. Thorne, bu yazımızın başında verdiğimiz diğer yazılarımızda görebileceğiniz gibi, bu karadelik için özel bir denklem seti geliştirdi. 
 
Bir karadeliğin yaratacağı temel etkiler filmde isabetli bir şekilde veriliyor. Devasa kütleli olan karadelikler, etraflarındaki uzay-zaman düzlemini müthiş derecede bükerler. Bu da, yakın çevresinde bulunan her şeyin karmaşık geometrik şekillerde gözükmesine ve kütleçekim lensleme gibi çeşitli olgulara neden olur. Bir karadeliğin çekim kuvvet öylesine büyüktür ki, ışık bile ondan kaçamaz. Bu nedenle karadelikler, X-Işını taraması haricinde hiçbir dalga boyunda gözlenemezler, dolayısıyla gözümüze de görünmezdirler. Ancak etraflarındaki cisimler üzerindeki etkilerine bakarak, varlıklarını anlayabilir ve analiz edebiliriz. Thorne, filmdeki karadeliği şöyle anlatıyor:

 
"Ne karadelikler, ne de solucan delikleri bugüne kadar çekilen hiçbir filmde gerçekten olacakları şekilde gösterilmedi. Einstein'ın Görelilik Teorisi'nin ortaya konmasından bu yana, gerçeğe yakın bir gösterim ilk defa bu filmde yapılıyor."

 
Filmdeki karadelik "Gargantua" ve yörüngesindeki gezegen...

 
Ancak filmde bu konuda bazı hatalar bulunuyor. Karakterler, bir karadeliğe rahatlıkla girebiliyormuş gibi gösteriliyor. Ancak bir karadelik söz konusu olduğunda, sadece "yüksek bir kütleçekimi"nden bahsetmeyiz. Dolayısıyla sadece panellerin titrediği, "Aaargh" diye bağırarak direnebileceğiniz bir kütleçekiminden de bahsetmeyiz. "Muazzam şiddette ve 1 santimetrelik bir mesafede bile pratik olarak sonsuza yakın bir kütleçekimi farkından" bahsediyoruz. Bir karadeliğe girerken, ayaklarınıza etki eden çekim kuvveti, başınıza etki edenden binlerce kat fazla olacaktır. Bu nedenle, bir karadeliğin olay ufkuna giren herhangi bir cisim, sadece birkaç milisaniyede "spagetti" gibi uzayarak atomlarına ayrılacaktır. Dolayısıyla bir "karadeliğin içine girmek" ve bunun hala farkında olabileceğiniz şekilde bilincinizi (ve vücudunuzun bütünlüğünü) korumak muhtemelen imkansızdır. 

 
Filmdeki bir diğer sorun, yine karadeliklerin etrafında gözlenen "zaman süzülmesi" adı verilen bir olay. Yüksek kütleli cisimlerin etrafında zaman, küçük kütlelilere göre çok daha yavaş akmaktadır. Filmin iddiasına göre, Gargantua isimli karadeliğin etrafındaki bir gezegendeki 1 saat, Dünya'daki 7 yıla eşittir. Ancak Imperial College London'da astrofizikçi olan Prof. Dr. Roberto Trotta, bu kadar muazzam bir farkın mümkün olmayacağını iddia ediyor. En azından karadeliğine "etrafında" bulunan bir gezegen üzerinde... Şöyle anlatıyor:

 
"Böylesine büyük bir zaman farkının oluşabilmesi için, Schwarzschild yarıçapı denen bir mesafede olmanız gerekir. Bu, filmde gösterilenden çok daha yakın bir mesafedir. Böylesi bir kütleçekimine dayanabilecek hiçbir gezegen bulunmamaktadır. Karadeliğin yaratacağı gel-git kuvvetleri, gezegeni paramparça ederdi. Eğer ki bu kütleçekimi altında bir kütlenin üzerine iniş yapmaya çalışacak olsaydınız, o kadar hızlı çakılırdınız ki, hayatta kalmanız mümkün olmazdı. Basitçe, sayılar hatalı!"

 
Ancak Slate'ten Phil Plait, zamandaki aşırı farklılık konusuna açıklık getiriyor (ki kendisi de öncelikle bu hataya düşmüştü): Bu tür büyük zaman farklarının oluşamaması için, karadeliğin sabit/dönmüyor olması gerekiyor. Fakat filmde, açık bir şekilde, Gargantua'nın müthiş bir hızda (ışık hızına yakın bir şekilde) kendi etrafında döndüğü belirtiliyor. Böyle bir karadeliğin dinamikleri, sabit olandan tamamen farklı oluyor. Bu sebeple de süper hızla dönen bir karadeliğin etrafında zamanın ekstradan yavaşlaması, filmin doğru gösterdiği bir nokta oluyor.

 
Böyle bir karadeliğin etrafında bir gezegenin yapısını koruyup koruyamayacağı ise net değil. Kip Thorne, koruyabileceğini varsaymış; Dr. Trotta ise ona karşı bir tavır alıyor. Elimizdeki bilgilere göre Gargantua, Güneş'in 100.000.000 katı büyüklüğünde olan bir süperkütleli karadelik. Yani bizim Samanyolu Galaksi'mizin merkezinde yer alan karadeliğin bile 25 katı kadar büyük! Birçok astrofizikçi, böylesine büyük bir karadeliğin etrafındaki hiçbir gezegenin yapısal bütünlüğünü koruyamayacağını iddia ediyor. Fakat bunun matematiksel ispatı henüz yapılmış değil, o yüzden olasılıklar hala masada...
 

 
Karadelikle ilgili bir diğer sorunsa, ışıklandırma sorunu... Karadeliğin etrafında bir gezegenin bulunma ihtimali olması bir yana, filmde bu gezegene indiklerinde bariz bir şekilde gün ışığı ve aydınlık gözüküyor. Ancak karadeliğin makul miktardaki çevresinde bir ışık kaynağının bulunması neredeyse imkansız (ki filmde de gösterilmiyor). Üstelik karadelikler, az önce de izah ettiğimiz gibi, ışık yaymıyor, ışığı tamamen emiyor. Bu durumda, gezegeni o kadar aydınlatan ışık nereden geliyor? Bu, filmin bariz hatalarından bir diğeri...

 
Bu soruna karşı olarak, karadeliklerin etrafındaki akresyon diskleri ve bunların sürtünmesi ileri sürülmektedir. Birikim (akresyon) diskleri, uzaydaki toz parçalarının belli bir merkez etrafında birikmesi sonucu oluşan, neredeyse 2 boyutlu diyebileceğimiz disk yapılarıdır. Bunlar, genellikle daha önceden yaşanan bir süpernova veya benzeri patlamanın ardında kalan madde birikintileridir. Örneğin Güneş Sistemi, Güneş'in doğmasından önce Evren'in bu bölgesinde bulunan bir nebulada oluşan birikim diskinde oluşmuştur. Bu disk içerisindeki malzemeler o kadar yoğundur ki, birbirlerine sürtünerek milyonlarca derece sıcaklığa çıkabilirler. Bu da, etrafa ısı ve ışığın yayılmasına neden olur. Öylesine parlaktırlar ki, milyonlarca ışık yılı öteden bile görülebilirler. 

 
Bunun, filmi savunma konusunda geçerli bir argüman olup olmadığı, veri eksikliğinden ötürü tam olarak bilinmemektedir. Eğer aydınlanma sorunu, birikim diskiyle çözülüyor olsaydı, bu durumda gezegenin aşırı parlak olması ve ışıktan başka hiçbir şey gözükememesi gerekirdi. Ayrıca, aşırı yüksek sıcaklığın gemiyi ve astronotları anında kızartması gerekirdi. Dahası, birikim diskleri müthiş bir hızla merkez etrafında dönerler. Filmde ise gezegen etrafındaki parçacıklar sabit ve durağan gözükmektedir. Fakat yukarıda, filmden bir sahneden verdiğimiz fotoğraftan da görebileceğiniz gibi, söz konusu gezegen, karadeliğin etrafındaki birikim disklerinden (turuncu-sarı gözüken birikintiden) oldukça uzaktadır. Bu nedenle ısı ve ışık sorunu anlaşılabilir olabilir. Fakat bu durumda da, gezegenin karadelikten çok uzak olmasından ötürü, yukarıda sözü edilen devasa zaman farkının (Dünya'da 1 saate karşı bu gezegende 7 yıl) sağlanması pek muhtemel gözükmemektedir.

 


 
Ekoloji, Evrim ve Fizyoloji Açısından Yıldızlararası

 
Filmle ilgili sorunlardan birisi, astrofiziğe çok yoğun bir şekilde eğilirken, filmin asıl çıkış noktasındaki problemin bilimle tamamen uyumsuz bir iddiayı barındırıyor olması. Filmde anlatılana göre müthiş salgın bir bitki hastalığı, insanlığın bütün tarım ürünlerini yok ediyor. Bu nedenle atmosferde yoğun miktarda azot birikiyor ve bu da, oksijen seviyelerini hızla düşürüyor. Dr. Grinspoon, bu konuyu şöyle eleştiriyor:
 
"Dünya üzerindeki ekolojik bir felaket tanımlanıyor. Bundan bahsetmeleri ve bilinç kazandırmaları güzel. İklim değişimi ve gezegenimizin giderek berbat bir hal alması bariz gerçekler. Dolayısıyla bu iyi bir tema. Ancak bunu temellendirmek için ileri sürdükleri azot birikimi ve oksijen azalması çok hatalı. Gezegensel atmosfer bilimlerinden birazcık anlayan biri, bu zincirleme sürecin tam bir saçmalık olduğunu bilecektir. Bu elbette, işin bilimini bilmeyenler için filmin etkisini azaltmayacaktır. Ancak bunu neden bilen birine sorarak çekmemişler? Kurguyu değiştirmezdi bile; ancak doğru bilgi verilmiş olurdu."
 
Filmin evrimle ilgili sorunlarından birisi, daha derin bir sorun. Hem de filmin spot cümlelerinden birinde yatıyor: "Dünya'nın sonu, bizim sonumuz olmayacak." Bu, çok tehlikeli ve hatalı bir mesaj. Çünkü her ne kadar Dünya'nın dengeleri giderek bizim yüzümüzden alt üst oluyor olsa da, halen gezegenin direnç esnekliği, bizimkinden kat kat fazladır. Yani gezegenimizi etkileyebilecek çok az sayıda doğal olay, tüm yaşamı bir anda silip atabilir. Bunun haricinde bizi yok edebilecek milyonlarca olasılık, Dünya'daki tüm yaşamı silmekten aciz olacaktır. Bu nedenle, spotun önerdiğinin aksine, Dünya'nın bırakın sonunu, dengelerinin bundan birazcık daha fazla bozulması bile, türümüzün sonunu kolaylıkla getirebilir. Bu nedenle, "Nasılsa başka gezegenler var, bize bir şey olmaz." mesajını vermek büyük bir hatadır. Türümüz yok olacak olsa bile, evrim bir yolunu bulacak ve yaşamı yeni ortam koşullarına göre şekillendirerek adaptasyonu sağlayacaktır.

 
Bunun haricinde bir diğer sorun, buzdan bulutlar olan (katı halde bulutların bulunduğu) bir gezegen kurgusu. Bugüne kadar ne teorik, ne de pratik olarak böyle bir şeyin olabileceği tespit edildi. Eğer üzerinde rahatça yürüyebilecekleri kadar (ki filmde böyle gösterilmektedir) kütleçekimi varsa, o bulutların da yere düşmesi gerekirdi. Aksi takdirde gezegende rahat rahat yürüyememeleri gerekirdi. Gezegen atmosferlerinde bulunan gazların hiçbirinin katısı, öylece havada asılı kalabilecek kadar hafif değildir.

 
Bir diğer sorun ise, Neil deGrasse Tyson tarafından alay konusu edilen, filmdeki yumruk yumruğa dövüş sahnesi... Böyle bir sahnenin gerçekte yaşanması pek muhtemel gözükmese de, sorunlardan bir diğeri, Cooper karakterinin maskesinin kırılmasına rağmen dövüşmeye devam edebilmesi. Sadece içinizde tuttuğunuz nefesle biriyle dövüşemezsiniz, birkaç saniyede tükenirsiniz. Benzer şekilde, astronot kıyafetlerine sağlanan oksijen de, soluk soluğa kalmanız için pek uygun değildir. Bu nedenle astronotlar yavaş hareket ederler ve soluklarını sürekli olarak kontrol ederler. Ancak filmde dövüş dakikalarca sürmektedir. Bu durumda o gezegenin atmosferinin iddia edildiği kadar olumsuz olması mümkün değildir. Aslında bu, o gezegende bulunan Dr. Mann tarafından "Birkaç dakika soluyabileceğiniz kadar uygun hava koşulları; ancak ondan fazlası değil." diyerek kurtarılmıştır. Fakat Dr. Mann'ın başından sonuna kadar yalan söyleyen ve gezegeniyle ilgili tüm gerçekleri çarpıtan bir karakter olduğu düşünülürse, bu iddianın ne kadar geçerli olduğu da tartışmalıdır. 

 

 
Zaman Yolculuğu Açısından Yıldızlararası

 
Filmin sonunda, aslında her şeyi başlatanın yine kendimiz olduğuna gönderme olarak, karadelik kullanılarak yapılan bir zaman yolculuğu gösterilmektedir. Bu, teorik olarak mümkün gözükmektedir; ancak sayısız sıkıntıyı da beraberinde getirmektedir. Film ise, bunların hepsinden kaçınmayı tercih etmektedir.
 
Örneğin Cooper karakteri, tüm bu uzay yolculuğunu başlatacak olan "tuhaf kütleçekim alanını" ve kızının "hayalet" olarak tanımladığı, odalarındaki kitapların zırt pırt, durup dururken düşmesine nedeninin, Cooper'ın kendisinin geleceğinde, karadeliğin içerisinde 5. boyuta çıkarak yaptığı bir zaman yolculuğunun sonucunda, Cooper'ın ta kendisi olduğu gösterilmektedir. Yani biz filmi "bugün" içerisinde izlerken, "bugün" yaşanan olaylar, aslında Cooper'ın filmin ta en sonunda zaman yolculuğu yaparak geleceğe dönmesi sonucunda "bugün"e etki etmesinden kaynaklandığını görmekteyiz. Fakat bu, birçok paradoksu doğurmaktadır. Bunun en bilineni, "büyükanne paradoksu"dur.
 
Eğer ki gelecekten bugüne gelip doğrudan müdahale edebilme şansımız olsaydı, büyükannemizi daha gençken öldürmemiz mümkün olabilirdi. Büyükannemiz ölecek olursa, annemiz veya babamızın doğması mümkün olmazdı. Dolayısıyla büyükannemizi geçmişe seyahat ederek öldüren bizim de doğmamız mümkün olmazdı. Ancak biz doğmamışsak, o zaman geçmişe dönüp büyükannemizi öldürecek kişinin de doğmamış olması gerekiyordu. Bu durumda büyükanne ölemezdi ve her şey normal seyrinde devam ederdi. Ancak her şeyin normal seyri, bizim geçmişe giderek büyükannemizi öldürmemizle sonuçlanmaktadır. Bu, döngüsel bir paradoks yaratmaktadır. Paradoksa birkaç teorik çözüm önerilmiş olsa da, henüz zaman yolculuğu ispatlanmadığı için, bu sorunun çözümlerinin doğrulanmasına geçmemiz de mümkün olmamaktadır. 
 
Dolayısıyla Cooper'ın gelecekten geçmişe doğru yaptığı her müdahale, kendisinin gelecekte o müdahaleleri yapmasına neden olacak olaylar zincirini kırma potansiyeline sahiptir. Fakat bir diğer açıdan bakıldığında, o müdahalelerin hepsi, kendisini o müdahaleleri yapacak noktaya getirmiştir. Ancak zamanda geriye yolculuğun sorunu da budur. Sonsuz döngüler yaratmaktadır ve bu döngüler, tüm zaman akışını baştan sona değiştirebilir. Film, bu konuya hiç değinmiyor gibi gözükmektedir. Filmin kitapların düşmesi ve bu şekilde Cooper'ın geçmişteki kızıyla iletişim kurabilmesi noktasıyla ilgili Neil deGrasse Tyson, yine esprili bir eleştiri getirmektedir:

 
"Bu evren içerisinde hangi insan kitaplarının yerlerini ve isimlerini, kitaplığın arkasından bakarak sayabilecek kadar ezbere bilir ki?"

 
Gerçi burada bilinmesi gereken nokta, kütüphanedeki kitapların harf sırasının önemsiz olduğudur. Çünkü Cooper, geçmişteki kızına aslında Mors alfabesiyle "KAL" (STAY) mesajını göndermeye çalışmaktadır. Böylece tüm bu yıldızlararası seyahati durdurmak istemektedir. Dolayısıyla özü itibariyle bu çok büyük bir sorun olmasa da, şu soruyu akla getirmektedir:
 
Neden kütüphane? Neden o an? Eğer ki zaman yolculuğu yapılabilecek bir 5 boyutlu düzleme geçildiyse (bunun detaylarını az sonra anlatacağız), istenen herhangi bir ana gidilebilir. Neden bu şekilde "hapsolmuş" etkisi yaratılıyor? 
 
Daha derin düşünmeye başladığımızda, bazı eleştirmenlerin filmin kurgusunun kendisinin bir "karadelik" olması noktasına götüren sorular da doğuyor: örneğin, eğer ki insanlık gelecekten geçmişe müdahale ediyorlarsa, bunu neden yapıyorlar? Çünkü eğer ki az sonra değineceğimiz sahtebilimi bir kenara bırakıp, gelecekten geçmişe müdahale edenlerin "gelişmiş, gelecekten insanlar" olduğunu varsayarsak (çünkü Cooper'ın da bir insan olarak bunun bir parçası olduğunu görüyoruz) görünen o ki, bir şekilde 5. boyuta geçmeyi başarmışlar ve şu anda olduğumuzdan çok daha üstünler. Yani filmin tümünün temel çıkış noktası olan Dünya'dan ayrılma, çok uzak bir gelecekte bize birçok yeni kapı aralamışa benziyor. Bu durumda neden geçmişe, olanları durdurma yönünde bir müdahale çabası var? Belki de uzak gelecekte bir şeyler çok ters gitmiştir, bunu bilemiyoruz. Fakat yine de bu sorular, kafa kurcalamıyor değil...
 
Elbette konu bütünlüğü ve senaryo yaratımı bakımından "gereksiz" görülebilecek bu tür eklentiler yapılmak zorunda kalıyor, bunu anlıyoruz. En nihayetinde bu bir belgesel değil, bilimkurgu. Fakat bu durum, düşünmeye sevk eden bu noktaları vurgulayıp, gerçekte nasıl olabileceğini düşünmeye çalışmamıza engel değil. 

 
Sorunların En Büyüğü: Sahtebilim
 
Ne yazık ki, filmin tek yapımcısı Kip Thorne gibi bir bilim insanı değil. Asıl yapımcı Christopher Nolan'ın hayal gücü de, filmde büyük bir etkiye sahip ve ne yazık ki bu hayal gücü, sahtebilimi de beraberinde getiriyor. Film en sonlara doğru, bilimden tamamen koparak sahtebilimin sınırlarına giriyor. En basitinden "sevgi", fiziksel bir kuvvetmiş gibi tanımlanarak fiziğe dahil ediliyor. Fakat bu, muhteşem bir saçmalık. Duygular, fiziksel kuvvetler değildir. Elektrobiyokimyasal etkileşimler sonucunda oluşan algılardır. İstediğiniz kadar aşık olun, hiçbir kütleçekim alanına etki edemez, hiçbir elektromanyetik alanı değiştiremezsiniz. Bu sadece sizin hissettiğiniz (ve belki görünümünüz/davranışlarınız sayesinde dışarı yansıttığınız) bir algıdır. Ancak filme göre sevgi, bir kuvvet olarak kullanılarak fiziksel dünyaya etki edebilen bir araç olarak gösterilmiştir. Hatta 5. boyutu kontrol ederek alt boyutları yönetmenin "sevgi" ile yapabileceği ileri sürülmektedir. Gerçekten mi? Başka hiçbir şey bulamadınız mı?
 
Bu durum, bilim ile sahtebilimin, dolayısıyla fizik ile metafiziğin birbirine karıştırılmasından kaynaklanmaktadır. Tıpkı 5. Element filminin iddia ettiği gibi, "5. boyutta" sevgi, bir kuvvet olarak görülebilmektedir. Fakat bunu uzaktan veya yakından öneren hiçbir bilimsel veri bulunmamaktadır. Bu tıpkı, What the Bleep Do We Know? gibi sahtebilim "belgesellerinde" iddia edildiği gibi, kuantum mekaniğinin aslında "evrenden talep ettiğimiz şeylerin gerçek olabileceğini" ispatladığı iddiası gibi saçma bir iddiadır. Hiçbir bilimsel temeli yoktur ve böyle bir temel olmaksızın, bu kadar sıradan bir şeymiş gibi, onca bilimsel anlatımın içerisine gizlenerek verilemez. Sevginin toplumsal ilişkilerde önemli bir araç olduğu aşikardır; ancak toplumsal dinamiklerle fiziksel dinamikleri birbirine karıştırmak, bir insanın yapabileceği büyük hatalardan birisidir. En azından buna yönelik sağlam temelli bilimsel araştırmalar yürütülene kadar...
 
Filmin sahtebilimle ilgili bir diğer konusu ise, adeta "bağlayacak bir şey bulamamaktan" kaynaklı "5. boyutta yaşayan varlıklar" kavramıdır. Bu konu, tamamen sahtebilim olarak sayılamaz belki ama filmin en kritik noktaları bu "üst boyutlardaki yaşam"a bağlandığı için, sorunlar doğmaktadır. Bu varlıklar nedir? Kimdirler? Neden geçmişe müdahale etmeye çalışmaktadırlar? Neden bu kadar gelişmiş olmalarına ve tüm 4 boyuta hakim olmalarına rağmen bu kadar dolaylı bir yoldan bunu yapmaya çalışmaktadırlar? Bu tür konularda, "bilinçli üstün varlıkların" konuya dahil edilmesinden doğan birçok sıkıntı bulunmaktadır.
 
Örneğin filmde sıklıkla Satürn civarındaki solucan deliği kapısının bu üst boyuttan canlılar tarafından, bilinçli bir şekilde açıldığı iddia edilmektedir. Bu varlıkların bizlerle irtibata geçmek istedikleri, bunu bu şekilde yaptıkları iddia edilmektedir. Elbette sorun, bizimle irtibata geçmek isteyen bu kadar üstün varlıkların neden bu kadar zahmete girdiğidir. Zira tıpkı bizim 2. boyuta kolaylıkla hükmedebilmemiz gibi, onlar da 3. ve 4. boyuta kolaylıkla hükmedebilmeli ve sorunsuz bir şekilde iletişim kurabilmelidir. Ancak hayal gücüyle bunu çözmek yerine, sahtebilim kıvamında bırakılması tercih edilmiştir. Neil deGrasse Tyson, bununla şöyle alay etmektedir:

 
"Eğer ki gezegenler arasında solucan delikleri açılabiliyorsa ve bu, üst bilince sahip varlıklarca kontrol ediliyorsa, neden Dünya'nın yanıbaşında bir tane açılmamış ki? Size diyeyim: Hemen kapı komşumuz Mars, filmde gösterilen o gezegenlerden çooook ama çok daha güvenli gözüküyor."

 
Film bu sahtebilim sorunununun en azından bir kısmını çözmek için, oldukça yerinde bir hamle yapılarak, zamansal olarak "bugün"e etki edenlerin aslında bugünkü insanların (örneğin Cooper karakterinin) gelecekteki versiyonu olduğu filmin sonunda veriyor. Yani Cooper'ın kızının "hayalet" olarak tanımladığı, aslında Cooper'ın gelecekte Gargantua içinden geçmişe dönen ta kendisi! Dolayısıyla bunu yaparak sahtebilimden olabildiğince uzaklaşmaya çalışılmış. Ancak yine de, birçok sorun açıkta kalıyor: çünkü 5. boyutu "inşa edenler"in halen "üst düzey varlıklar" olduğu mesajı veriliyor. Az önce değindiğimiz gibi, bunların Satürn civarına bir geçit açtıkları söyleniyor. 
 
Bu noktada, filmin sahtebilimden iyice uzaklaşarak bilim sınırlarında kalması için belki şöyle bir yorum yapılabilir: Cooper, zamanda belli bir miktar ileri gidip, oradan geçmişe müdahale etti. Ancak belki de, "5. boyutta yaşayan varlıklar" olarak tanımlananlar, insanların çok daha gelecek bir zamandaki versiyonlarıdır ve geçmişe dönük müdahalelerde bulunuyorlardır. Dolayısıyla Cooper, "bugün" ile "ileri gelecek" arasındaki bir noktada bulunup, "bugün"e etki etmiş olabilir. Ancak bu filmde açık bir şekilde vurgulanmıyor; dolyısıyla bizler, spekülasyon yaparak filmi bu noktada kurtarmış oluyoruz. Bu noktada filmin çok büyük miktarda 2001: A Space Odyssey etkisinde kaldığı ve hatta o filme açık göndermeler içerdiği söylenebilir. Fakat bu kadar derin teorik fizikle oynarken, bu sınırları aşmadan makul açıklamalar yapmak şu anda çok zor; bunu da anlamak gerekiyor.
 

 
Bilimdışı Olumsuz Eleştiriler
 
Bu eleştirilerin detaylarına burada girmeyeceğiz; çünkü daha ziyade filmin sanatsal boyutuyla ilgili ve bizim bilgi alanımızı aşıyor. Ancak Salon.com sitesinde bunlar şu 7 madde olarak listelenmiş (detayları siteden okuyabilirsiniz):
 
  1. Hans Zimmer, durdurulması gereken bir canavardır.
  2. Birçok diyalog son derece gülünçtür.
  3. Christopher Nolan'ın yetişkin kadın karakteri yaratmak hakkında en ufak fikri yoktur.
  4. Neredeyse tüm karakterler harcanmıştır.
  5. NASA'nın gelecekteki çalışma biçimi temelsizdir.
  6. Christopher Nolan, karakterlerine isim vermeyi hala becerememektedir.
  7. Tarihte, senaryosunun ta kendisi koca bir karadelik olan ilk film olabilir.
Bize kalırsa bunlar haricinde filmin en büyük sıkıntısı, her şeyi 169 dakikaya (yaklaşık 3 saate) sığdırmaya çalışmasıdır. Buna elbette yapacak bir şey olmayabilir, sonuçta filmlerin süresi birçok faktörden etkileniyor. Ancak Nolan'ın hayalgücü ile Thorne'un biliminden doğan bu film, rahatlıkla 5-6 saatlik malzemeyi içerisinde barındırmaktadır. Bunların 3 saate sıkıştırılması, çok fazla ve yoğun bir bilgi akışına, çok hızlı sahne geçişlerine neden olmaktadır. Hatta bazı eleştirmenler, Nolan'ın birazcık tarzı dışına çıkarak uzattığı bazı sahnelerden kısıp, anlaşılması daha güç olan, sahne atlamalarına daha az toleransı olan kısımlara ağırlık vermesi gerektiğini savunmaktadır. Bu öznel bir eleştiri olsa da, filmi izleyen pekçok kişinin çok daha uzun bir filmin, çok daha kısa bir süreye sıkıştırılması hissinin bulunduğunu kabul edeceğini düşünüyoruz. 

 
Filmin Sonunda Ne Oldu? Karadeliğin İçine Girmek ve 5. Boyutun Etkisi
 
Filmin aşkı boyutlar arası iletişim için kullandığı safsatayı bir kenara bırakacak olursak, aslında filmin son kısmında harika bir şekilde boyutların Evren içerisindeki etkisine değiniliyor. Bizler, şu anda 4 boyut içerisinde yaşamaktayız. Aslen 3 boyutta yaşarız: en, boy, yükseklik. Evren içerisinde herhangi bir yeri tanımlamak için, bu 3 boyut yeterlidir. Ancak 4. bir boyut da, zaman boyutundan gelir. Örneğin bir arkadaşınızla buluşacağınız zaman, sadece en, boy, yükseklik boyutlarını vermezsiniz. Yani, "Konur Sokak ile Yüksel Caddesi'nin kesişiminde, Simit Sarayı'nın 2. katında buluşalım." demekle yetinmezsiniz. "Saat 4'te..." diye eklersiniz. Tabii her zaman bu kadar spesifik olmak zorunda olmasak da, yine de içsel olarak uzay-zaman içerisinde bir yeri tanımlamak için 4 boyuta ihtiyacımız olduğunu biliriz. Örneğin binanın hangi katında buluşulması gerektiği söylenmediği müddetçe, 0. katta, yani kapının önünde buluşmamız gerektiğini varsayarız. Beynimiz, 4 boyutun tamamını otomatik olarak tanımlar.
 
Aslen 3 boyutta yaşıyoruz dedik ve 4. boyutu bir ek olarak verdik; çünkü bizler, 3 boyutta özgürüzdür, 4. boyutta ise hapis halindeyizdir. Bu ne mi demek? 3 boyutta, imkan tanındığı sürece istediğiniz noktaya ulaşabilirsiniz. İleri-geri gidebilir, sağa-sola gidebilir, yukarı-aşağı zıplayabilirsiniz. Bunu dilediğiniz kadar tekrar edebilirsiniz; fiziksel olarak hiçbir engeliniz bulunmamaktadır. Ancak 4. boyut olan zaman içerisinde hapis halindeyizdir. Zaman boyutunda ileri ya da geri gidemeyiz; sadece "şu an" içerisinde yaşamak zorundayız. An içerisine hapsolmuşuzdur.

 
Üç boyutlu konumsal uzay... 

 
İşte filmin "karadeliğin içerisine düşmek" üzerinden bağlandığı nokta da budur. Aslen astrofizikte karadeliklerin böyle bir etkisi olacağına dair güvenilir bir bilgi yoktur. Ancak orada karadelik, bir "portal/kapı" olarak kullanılmıştır, önemli değildir. Aslolan, bu sayede Cooper'ın 5. boyuta ulaşabilmesidir. Tekrardan, sevgiyle ilgili safsata bir kenara bırakılacak olursa, ileri sürülen iddia oldukça geçerlidir: 5. boyutta, 4. boyutun hapsinden kurtulabiliriz. Nasıl ki 3 boyutta istediğimiz noktaya erişebiliyorsak, 5. boyuta ulaştığımızda da, 4. boyutta, yani zaman içerisinde istediğimiz herhangi bir noktaya erişebiliriz! Var oluştan yok oluşa kadar her şey, önümüze serilmiştir. Serilmediyse bile, ona erişme imkanımız vardır. Örneğin 3 boyutlu uzayda Satürn'e kolay kolay erişemeyebilirsiniz; ancak bu, Satürn'ün fiziksel olarak erişilemez olduğu anlamına gelmez. İşte 5. boyuttaysanız, 4. boyut için de bu geçerli olabilir: zamanın tamamı, sıradan bir boyut haline gelir ve artık hapisten kurtulmuş olursunuz. İşte filmin sonunda Cooper'ın kızına mesaj göndererek tüm süreci kesme çabası sırasında içerisinde bulunduğu boyut, 5. boyutun muhteşem bir görsel şölene dönüştürülmüş halidir. Film, bugüne kadar hiçbir filmin yapamadığı kadar harika bir şekilde bu noktaya değinmeyi başarmıştır.
 
Şu anda teorik fizikçiler, böyle bir şey mümkünse, zamanın herhangi bir noktasına müdahale edip edemeyeceğimizi ve bu müdahalenin ne sonuçlar doğuracağını bilmemektedirler. Elbette konu hakkında birçok görüş vardır; ancak hangisinin geçerli olduğu henüz bilinmemektedir. Önceden bahsettiğimiz "büyükanne paradoksu" gibi paradokslar, işi içinden çıkılmaz yapmaktadır. Fakat ileride bir gün, bu sır perdesini de aralamamız çok muhtemeldir.

 
Sonuç
 
Evet, film yoğun miktarda olumlu eleştiriyle birlikte, bir o kadar olumsuz eleştiri de aldı. Bu son derece beklenirdir; çünkü oldukça büyük bir yapım ve beklentiler çok yüksek tutuluyordu. Eğer öznel fikrimizi soracak olursanız, filmi mutlaka sinemada, en azından 1 defa izlemenizi tavsiye ederiz. Belki "hayatınızın filmi" olacak bir film değildir; ancak evde, küçük bir ekrana yakışacak bir film de değil, söyleyelim. Bilimkurgu sektörünün, ne olursa olsun, önemli yapıtaşlarından birisi. Eğer ki bilimkurguyu desteklemeyi sürdürürsek, ileride çok daha isabetli filmlerin yapılacağını düşünüyor ve umuyoruz. Yıldızlararası filmini bu konuda önemli bir basamak olarak görüyoruz. Ve bu önemli yapıtı, filmde tekrar tekrar söylenen, şair Dylan Thomas tarafından ölmek üzere olan babası için yazdığı"O Güzel Karanlığa Nazikçe Gitme" (Do Not Go Gentle Into That Good Night) şiirinin ilk 3 mısrasının bir çevirisiyle bitirelim. Şiirde "güzel karanlık" olarak betimlenen, "ölüm"dür ve filmde her şeyin planlayıcısı olan Dr. Brand, astronotlara zorlu görevlerinde hep bu şiiri söylemektedir:

 
O güzel karanlığa nazikçe gitme,
Günün sonunda yaşlılık yanmalı ve kudurmalı,
Işığın ölümüne karşı öfke, öfke...

Evrim Ağacı'nın 'Yıldızlararası'  incelemesine dair bir eleştiri:


Mustafa Hakkoz - 15 Kasım 2014 :

[ Merhaba, filmin geneli hakkında güzel bir yazı olmuş ancak bilimsel ayrıntılara girdiğinizde bazı noktaları gözden kaçırmışsınız. Ama bu size has bir durum değil, dünya genelinde bu film bazında eleştiride ipin ucunun kaçırılması söz konusu. Kimlikleri itibari ile bilim adamı olan bazı insanlar, bilimsel platformda yapamayacakları bir şeyi, Kip Thorne u eleştirmeyi, fırsatını yakalamışken film üzerinden yapmaya kalkışmışlar. Bunu yaparken de hem astrofizikte Kip kadar bilgili olmamaları, hem de filmi yeterince dikkatle izlemediklerinden komik duruma düşmüşler. Dolayısı ile siz de o isimlerden alıntı yapmışsınız ve onların düştükleri hatalara düşmüşsünüz.

Örnek vermek gerekirse:


1. Karadelik etrafındaki kütleçekim dalgalarının sebep olduğu spaghettification sorunu: Bu olay gargantua nın orta kütleli ve açısal momentinin sıfır oldugu bir karadelik olması durumunda geçerli. ama filmde de acıkca belirtildiği gibi gargantua suppermassive ölçekte bir karadelik ve kendi etrafında dönüyor. Fizikçiler bu tür karadeliklere Kerr karadelikleri ismini verirler ve hesaplamada kullanılan formülleri bizim bildiğimiz normal karadeliklerden farklı. filmde bashedilen oranlardaki zamansal sapmalar (1 saate 7 yıl) bunlar için mümkün. Aynı şekilde sağ saglim olay ufuklarından geçilmesi mümkün ve yörüngelerinde bir gezegenin parçalanmadan durmasına izin veriyorlar.
bu konudaki hatalı kritiği için phil plait in özür dilemiştir.

2. Bizimki gibi bir çok büyük galaksinin çekirdeğinde aslında çok çok büyük karadeliklerin bulunduğu henüz yeni keşfettiğimiz bir şey. Bu karadelikler etraflarında accretion diski oluşturuyorlar ve bu diskler sürtünmeden dolayı o kadar çok parlıyolar ki evrendeki çoğu yıldızdan daha parlak bir ışık yayıyorlar.

Yani astrofizikte özellikle solucan deliği ve karadelik konularında filmi eleştirmek hata olur. Kip Thorne bir çok meslektaşının bile gözden kaçırdığı konularda çok iyi işler başarmış.Bunu dışındaki konulara gelirsek; ekolojik eleştirilerinizde haklısınız. Gezegen jeolojisi konusunda da film hatalı, ancak bunlar özellikle donmuş bulutlar konusu Nolanın artistik bir tercihi ve o konudaki sıkıntıyı Kip Thorne da bir söyleşisinde kabul etmişti.

Bunun dışında, herkesin gözünden kaçan bir başka nokta "stay" mesajı. Sizin o konudaki fikrinizi açıkçası anlayamadım. Mesajın mors alfabesi ile yollandığını belirtmişsiniz ancak Neil Tyson ın hatalı yorumunu da yazmaktan geri kalmamışsınız. Tyson orda belli ki filmin hızlı akışından ötürü gözünden kaçmış bir konuda hatalı bir yorumda bulunuyor. Stay mesajı filmde S T A Y harfi ile başlayan kitaplarla değil, nokta ve çizgilerle iletiliyor. Tek kitap düşürülürse nokta, birden fazla kitap düşürülürse de çizgi sayılıyor. Bu yöntem tabi ki diğerine göre uzun sürüyor, ancak 5. boyutta ki cooper için zaman sorun değil.

Bu konunun devamındaki sorularınıza gelirsek, bunlar film içerisinde zaten cevaplanan sorular; ikinci kere izlendiğinde daha iyi anlaşılabilir.Neden kütüphane, neden o an, 5. boyuttaki varlıklar kim, neden bir hapsolmuş etkisi var gibi sorulara filmin kendi cevapları var: 5. boyuttaki varlıklar aslında insanlığın diğer boyutlara doğru evrilmiş halleri, yani gelecekteki bizleriz. Bu varlıklar için zaman mekansal bir boyut gibi, sadece hareket ederek ileri ve geri gitmek mümkün. Bu tabiki güzel bir özellik ancak beraberinde bir sorun da getiriyor. Zamanın deterministik özelliğinin kaybolması. Zaman bizim gibi 4 boyutlu bir uzayda yaşayan varlıklar için sadece tek yönde (geleceğe doğru) akıyor, bu da beynimizde algısal olarak ardı ardına gelen olaylar arasında bir neden sonuç ilişkisi kurmamıza olanak tanıyor. 5. boyuta çıktığımızda ise zamanda artık her yönde gitmek mümkün oldugundan, bir alt boyuttaki olaylar arasında bir neden sonuç ilişkisi kurmak oldukça zorlaşıyor. Nasıl ki biz kartezyen x ekseni üzerinde yanyana meydana gelen iki olay için aralarında kesin bir neden sonuç ilişkisi var diyemiyorsak, zaman mekansal bir boyuta dönüştüğü için, 5. boyuttaki varlıklar da bizim evrenimizi yorumlarken sıkıntı yaşıyorlar. Belirli bir zamana müdahele etmek için özellikle bir tercümana ihtiyaç duyuyorlar ve o tercüman da Cooper. Bunu filmde de benzer cümlelerle dile getiriyorlar zaten. Asıl müdahele etmek istedikleri Murph ün hayatı, cooper ın değil. Bunun için tesseract içinde sadece Morphun odasını canlandırmışlar ve Unity denklemlerini tercüme etmesi için (Murph ün içinde yaşadığı zaman segmentini çok iyi bilen) cooper ı oraya koymuşlar. Bir insanın başka bir insanın tüm yaşam çizgisini bilmesi (cooper-murph olayında gerekli olduğu gibi) hissettikleri sevgi ile doğrudan bağlantılı olabilir. Bu bağlamda da filmdeki sıkıcı gelen tüm sevgi göndermeleri mantıklı bir düzleme oturtulabilir.

Neden satürn sorunuzun cevabı aslında çok hoş ve nazik bir gönderme içeriyor. 2001: A space odyssey orjinal hikayesinde monolithler aslında Saturn un bir uydusunda bulunuyordu, ancak o zamanın teknolojisi ile saturnun ihtişamlı halkalarının filme alınması oldukça zor olacağı için Jupiterle yer değiştirilmişti. Interstellar da 2001 in modern bir yorumu, içerisinde pek çok gönderme içeriyor ve bununla da gurur duyan bir film. Artık teknoloji de elverdiğine göre, Saturne yolculuk gerçekleştirilebilir değil mi...

Bilimsel eleştirinizde olduğu gibi, sanatsal boyutunu eleştiriken de yine en acımasız referansa yer vermişsiniz yazıda. Bahsi geçen sitenin böyle yoğun bilimsel içeriği bir filmi anlayamamasından dolayı tüm senaryoyu koca bir karadelik olarak değerlendirmesi normal. Ancak sizinki gibi bilimsel bir sitede bu değerlendirmeye referans vermek hata olur kanaatindeyim. Ayrıca sanatsal yönden gelen pek çok eleştiri aslında filmin altmetin yoğunluğundan ve bunu 3 saate sıkıştırmasından kaynaklanıyor. Film hem senaryodaki ilerleyişi hem de bilimsel açıklamaları birer cümleyle yapmak zorunda kalmış ve bunları sadece bir kere izleyerek gözden kaçırmamak imkansız. Bu yüzden sanat ve bilim dünyasının büyük isimleri bile filmi eleştirirken komik durumlara düşebiliyorlar. Ayrıca filmde bilimsel olarak henüz kesin olarak çözemediğimiz konular cesaretle işleniyor. Karadeliğin tekilliğinde ne oluyor, solucan delikleri nasıl oluşturulabilir, zaman paradoksları nasıl çözülür gibi konular hakkında nasıl ki kesinlikle şöyle birşey olur diyemiyorsak, şu olay kesinlikle olamaz diye bir eleştiride bulunmak da yanlış olur. Nitekim bu konular filmde, bilim dünyasında da savunulan bazı görüşler üzerinden işleniyor. Hawking in karadelik yorumu, kuantum alan teorisinin öngördüğü şekliyle solucan delikleri, M teorisinde yer alan membranlar ile üzerinde yüzdükleri Bulk boyutu ve kütleçekim kuvvetinin taşıyıcı parçacığı olan gravitonun bu membranlar arası haberleşmede kullanılabilmesi gibi...

Özetle benim ve benim gibi pek çok insan için bu film tam bir başyapıt. İçerisinde sanılanın aksine çok az bilimsel hata var ve bunlar tamamen yönetmenin artistik tercihleri. Senaryodaki plothole lar ise filmin anlaşılamamasından, fazla hızlı ve bilimsel olmasından kaynaklanıyor. Son olarak kişisel bir şey belirtmek istiyorum, filmi bu kadar çok savunmam nolan a olan sevgimden çok Kip Thorne a olan saygımdan dolayıdır. ]

Kemal Kaya · İzmir 23 Kasım- 2014 :

Filmde bir çok soru işareti var. İlk ikisini hemen yazabilirim:

1- Solucan deliği nasıl Satürn'ün yanında olabilir? Hem de farkedildikten sonra geçen yıllar ve 2 yıl yolculuk süresi dahil olarak... Satürn sabit bir cisim değil ki. Bir yörüngesi var. O halde solucan deliği ya bir uydu gibi Satürnün çevresinde dönüyor. Ya da gezegen gibi güneş çevresinde... Oysa bu bir gök cismi değil. Solucan deliğinin gök cismi gibi davranabildiğini düşünmek de ayrı bir kolaycılık ve yanılgı olmalı.

2- Cooper Gargantuadan (kitaplıktan) kızına ne tür bilgiler gönderdi ki açlıktan ve hastalıktan yok olmak üzere ve teknoloji üretmekten aciz kalmış dünya canlanıp doymuş ve muazzam büyüklükte uzay gemileri ve istasyonları yapmıştır?
 

Barış Şahin · Orta Doğu Teknik Üniversitesi - 16 Kasım -2014 :

Kip Thorne kitabında burada sahtebilim ya da spekülasyon olduğunu belirttiğiniz problemlere cevap veriyor. Buna örneğin Dünyadaki küf salgını da dahil. Bu yazıyı hazırlayan ekibin önce kitabı okumasını dilerdim. Sahtebilim karşıtlığı güzel, ama bu hayal gücü düşmanlığına gitmemeli diye düşünüyorum. Pek çok yeni hipotez, hayal gücünü önemli bir değer olarak kabul eden bilim insanları tarafından atılmıştır. Ayrıca "Sevgi safsatası" mevzusuna da gelirsek, aşk, aileyi koruma gibi insancıl özelliklerin türümüzün devamını sağlayan basit bir mekanizmadan öte bir şey olabileceğine dair inancını dile getiriyor Dr.Brand, diyalogunda. Bunu doğrudan safsata olarak nitelendirmeyi, çok soğuk ve insancıllıktan uzak buldum açıkçası. Bilim insanları, salt veri işleyen robotlar haline gelmemeli, dünyaya evrene dair kapsamlı fikirleri, hayalleri ve umutları olmalı diye düşünüyorum. Yoksa Oppenheimer ve ekibinden ne farkımız kalırdı? Sevgilerle...

 

Kerem Cankoçak · ITU Fizik Mühendisliği 15 Kasım 2014:

Filimde bilimsel bir tutarsızlık yok. Kip Thorne Yıldızlararasının Bilimi’nde bunları çok güzel açıklıyor. Gargantua'yı ışık hızına yakın bir hızda döndürerek bütün sorunları çözüyor -)

 

Mehmet Hızarcı - İstanbul 14 Kasım -2014:

Öncelikle bu sunumu hazırlayan arkadaşın filme düşman olduğunu çünkü kendinin bir bilim adamı olduğunu bilerek okuyun lütfen :). Neyse yarısından sonra tamamen filme karşı cephe almasından sonrasına bakmaya gerek duymadım açıkçası. Adamlar burda belgesel yapmıyorlar bilim kurgu filmi yapıyorlar değil mi? Ayrıca bazı yerlerede değinmek istiyorum. İlki sevgi; sevginin gücünden filmde bahsedilmiyor bir kere. Yani fiziksel anlamda filme etki yaptığı bir sahne görmedim ben. Geçmiş ile gelecek arasında ki bağlantının tamamen yerçekimi olduğundan bahsediliyordu ve bunu kullanarak iletişim kuruyorlardı. Ama yazının yarısına kadar okumama rağmen buna değinen hiçbir kelime görmedim. Aksine sevgiyi kullanarak karadelikten geçmiş vs. tarzı dalga geçici laflar vardır. Neil Tyson adına biraz uzağım sadece COSMOS belgeselinden duydum ve izlemeye geçen gün başladığım 13 bölümlük bir belgeselini izliyorum. Ama o bile bu aklıyla bilim kurgu filmine gülebiliyorsa diyecek birşey gerçekten yok.

"Bu evren içerisinde hangi insan kitaplarının yerlerini ve isimlerini, kitaplığın arkasından bakarak sayabilecek kadar ezbere bilir ki?"

Gerçekten bunu yazmış olabileceğinize pek inanmıyorum? Filme hiç mi gideniniz yok? Adam kitapların adına göre itmiyor ki. Orda yaptığı "MORS" alfabesi. Yani gerçekten bunu anlamadıysanız filmi nasıl yorumlayabiliyorsunuz ki?

Cooper karakterinin maskesinin kırılmasına rağmen dövüşmeye devam edebilmesi

Lütfen gidin ve filmi izleyin dostlar. Adam maske kırıldıktan sonra dövüşemiyor yerde dakikalarca yatıyor. Ama başta Dr. Mann in dediğine gönderme yapacak olursak atmosferde birkaç dakika solunabilecek bir hava söz konusu ayrıca adam elbise giymiş ki içerisinden sürekli oksijen veriliyor. O dışarı bile kaçsa bir kaç dakika onu hayatta tutmaya yetecektir. ...

----------------------------------------------------------------------------------------------------

Bir izleyici yorumu:

 Filmin ismi ‘İnterstellar' Türkçe vizyon ismiyle 'Yıldızlararası’.. Film, bir grup insanın ‘Solucan Deliklerin'den birine gitmeye karar vermesi ve sonrasında başlarına gelecek olayları bize anlatacak. Film, Kip S. Thorne'nun evrende 'Solucan Delikleri'nin gerçekten var olduğu ve bu sayede zamanda yolculuğun mümkün olabileceği teorisinden ilham alınarak yaratılmıştır.

Çok da uzak olmayan bir geleceğin anlatıldığı Interstellar filminde, dünya bir çevresel felaket yüzünden perişan haldedir. Yıkım adlı bu felaket, insanları teknolojik gelişmeler ve keşiflerle uğraşmak yerine yalnızca hayatta kalmaya odaklanmak zorunda bırakmaktadır. Bu amaçla, eski NASA pilotu Cooper (Matthew McConaughey) artık bir çiftçidir ve gezende kalan son tarım ürünlerinden biri olan mısır yetiştirmekle görevlendirilmiştir. İnsanların, çoğunluğun çıkarları için kişisel arzularından vazgeçtikleri bu dönemde Cooper, çocukları Tom (Timothée Chalamet) ve Murph (Mackenzie Foy) ile kayınpederinin (John Lithgow) geçimlerinin sağlayabilmek için çiftçi hayatına alışmaya çalışır. Ama yeryüzündeki koşullar giderek kötüleşirken bile, Cooper’ın bilimsel keşiflere olan tutkusunda bir değişiklik olmaz.

Cooper eski meslektaşı Professor Brand (Michael Caine) ile yeniden bir araya geldiğinde, eski bir tutkuyu tamamlamak için bir fırsatla karşılaşır. Dünyadaki durumun, bildiğinden çok daha kötü olduğunu öğrenir. Cooper’dan, ailesini arkada bırakarak, insanoğluna yaşayacak yeni bir gezegen bulmak için uzayda belirsiz bir yolculuğa katılması istenir.

Filmle ilgili bir çok eleştiri var fakat ben şunları söylemek istiyorum, lütfen 4. boyutu okuyup iyice özümseyiniz Zira bu filmi vakit kaybı olarak değerlendirip oradaki fikre hakaret etmiş olursunuz. Daha iyi anlamanız için kısaca boyutları anlatıyorum. Biz (insanlar) üç boyutlu varlıklarız. Sadece ileriye geriye, aşağıya yukarıya ve sağa sola hareket edebiliyoruz. Eğer dört boyutlu varlıklar olsaydık ekstradan bir hareket yönümüz daha olurdu. Dördüncü boyuttaki hareket yönleri geçmiş ve gelecektir. Yani dördüncü boyut zaman kavramıyla ilgilidir. Ancak üç boyutlular için zamanda hareket etmek imkansızdır. Çünkü zaman boyutumuz yok. Eğer dört boyutlu bir varlık olsaydık geçmişe gitmek, sağa gitmek kadar kolay olurdu. Dört boyutlu gözleriniz olsaydı bir bakışta on yıllık bir zaman diliminde yaşananları görebilirdiniz.

Hans zimmer’ın müzikleri, Cooper’ın ilk 23 sene sonra oğlu ve murph’le konuştuğu sahne fena çarptı beni, matthew mcconaughey hıçkıra hıçkıra ağladıkça boğazıma koca bir düğüm oturdu. Düşününce insanın aklı mantığı cidden çok zor idrak ediyor...  gemide kalan diğer astronot onları beklerken 23 yıl geçirmişken cooper ve amelia için sadece 6-7 saatin geçiyor olması. 23 sene dile kolay insan ömrünün dörtte biri şak diye geçmiş gitmiş. Adam gitti geldi bir baktı ki oğlu kocaman olmuş, evlenmiş çocuğu olmuş, kızı büyümüş etmiş. İnsanın düşündükçe siniri bozuluyor. Bir de uzaydaki sahnelerde müzikte kesilince ve kocaman bir sessizliğin içinde kalınca nefesimi bile daha yavaş almaya başladım resmen. Baba, kız evlat vurgusuna hayran kaldım. Filmde kara deliklerden tutunda, solucan deliklerine kadar bir çok fizik ötesi konu kusursuz bir şekilde işlenmiş. Bazı sahnelerde insanın kafası karışsa da filmin sonlarına doğru raylar yavaş yavaş yerine oturuyor. Fizikten çok anlamayan ben, kendimi filmi izlerken astronot gibi hissettim. Cosmos belgeseli tadında carl sagan’ı kıskandıracak cinsten kavramsal betimlemeler var filmde. Galaksiler arası geçiş, kara delikler ve zaman  ve mekan kavramı.

-------------------------------------------------------------

YILDIZLARARASI
Yapımı : 2014 - ABD , İngiltere
Tür : Bilim Kurgu
Süre: 169 Dak.

İklim değişikliği sebebiyle dünya eskisi kadar yağış alamıyor ve sürekli toz fırtınaları oluşuyor. Hayatta kalmaya çalışan insan ırkı kıtlığı yenmek için yeniden tarım toplumu haline geliyor. İnsan ırkı yok olma tehlikesiyle yüz yüzedir.Filmin temelini oluşturan Einstein’ın genel izafiyet kuramıyla tanımlanan kara delikler, solucan delikleri gibi teoremler üzerinden işleniyor.

Başlangıçta gereğinden fazla uzun sahneler barındırıyor olsa da bilimsel bir teoriyi izleyiciye güzel bir şekilde aktarmış. İzlemenizi tavsiye ederim.

Filmde Cooper’ın kızını canlandıran Murph adını Murphy kanunlarının sahibi Edward Murphy’den almış.
( Murphy Kanunları )

Ayrıca şunu da belirtmek gerekirse bir solucan deliği en basit haliyle uzay-zaman içindeki yolculuklar için kullanılan, kestirme yol anlamına geliyor. Henüz varlıkları kesin olarak bilinmiyor.

------------------------------------------------------------------

[ Yıldızlararası yolculuk

yazar: Mehveş Evin

Yaşadığımız gezegen, galaksi ve uzaya, insan evladının bilimde kat ettiği ve edebileceği yola az da olsa merakınız varsa... Christopher Nolan’ın yönettiği “Interstellar-Yıldızlararası” filmini seyretmelisiniz.


Genel anlamda bilim, özellikle de teorik fizik konularından soğutulduk, uzaklaştırıldık. Uzay-zaman, görelilik, kara delik, solucan deliği denince korkuya kapılmamız bundan... “Yıldızlararası” insan beynini zorlayan bu alanlara giriş yapmak için harika bir fırsat.

Interstellar, Star Trek veya Star Wars gibi fantastik bir bilim kurgu filmi değil. Senaryonun yazarı ve danışmanı, bir teorik fizikçi olan Kip Thorne...


Ünlü astrofizikçi ve kozmolog Neil deGrasse Tyson’a göre Interstellar, “Einstein’ın görelilik kuramı ve uzay-zaman bükülmesi konularına böylesine doğrulukla yer veren ilk film”. Ancak filmin tek güçlü yanı bilimsel doğruluğu değil. İnsanlık halleri, sevgi ve hayatta kalma güdüsü muhteşem işlenmiş.



Zaman ve uzay
Film, tahminimce 2100’lerde geçiyor. İnsanlığın hırsları ve tüketim çılgınlığı nedeniyle bir çevre felaketi yaşanmış. Dünya bitmek üzere ve insan evladı kendine başka gezegen bulmak zorunda. NASA’nın gizli araştırmalarından kimsenin haberi yok.


Kahramanımız, solucan deliğinden geçerek 12 gezegene bir nevi “ölüm misyonuna” yollanan bilim insanlarının peşine düşüyor.

DeGrasse Tyson, büyük mesafeler kat edecek bir uzay gemisinin yakıtla çalışmayacağını söylüyor ama sorun değil diye ekliyor: “Neticede bu bir film, bir uzay gemisindeler ve bu zamanda yaşamıyorlar.”


Filmin en kafa karıştırıcı konularından biri, kara deliğe yakın gezegende geçirilen 1 saatin Dünya’daki yedi yıla tekabül etmesi... İşin doğrusu, kara deliğe yaklaşıldığında zaman yavaşlıyor ancak fark o kadar da büyük değil...

Başka boyutlar var mı?
İnsan, üç boyutu kavrayabiliyor. Ancak bilim insanları uzayda dört, beş hatta daha fazla boyutun var olduğunu biliyor. Peki, filmdeki gibi kara deliğe atlayabilsek, başka bir boyuta geçebilir miyiz?

Evet, bu teoride mümkün. İnsan daha yüksek bir boyuta geçebilirse kendi doğumundan ölümüne uzanan zaman diliminin içinde farklı bir noktada durabilir.

Bence filmin bize verdiği en kritik mesaj şu: Solucan deliği sayesinde başka bir galaksiye yolculuk yapabilen insanın “yaşanabilir” bir gezegen bulması çok zor!

Filmde gidilen bir gezegende su var ama bir kara deliğe çok yakın olduğundan dağ gibi dalgalar yükseliyor.

Diğeri, haşin bir buzullar dünyası ve yaşamı besleyebilecek organik maddelere sahip değil.
Yani şu an yaşadığımız, Dünya denilen gezegen, türümüzün devamlılığı için bildiğimiz en elverişli ortam. Kıymetini bilip bilmemek elimizde...]
 

 

Yıldızlar Arası Yolculuk Bilimsel Açıdan Mümkün Mü?
5 Kasım 2014, 20:10

Evren gerçekten çok büyük ve halen genişlemeye devam ediyor. Bize en yakın yıldız, Proxima Centauri, bile 4.22 ışık yılı uzakta. En hızlı ilerleyen Voyager uzay gemisi bile bu yıldıza ancak 80,000 yıl sonra ulaşabilir.

Peki en yakın yıldıza bile ulaşmak bu kadar imkansızken biz buraya nasıl ulaşabiliriz? İşte bir bilim kurgu teorisi olan solucan delikleri sayesinde bu kadar uzağa belki de ulaşabiliriz. Solucan delikleri aslında evrende iki nokta arasındaki boyutsal düzlemde teorik tünellere benzeyen kısa yollar. Bununla beraber solucan delikleri hayli dengesiz olduğundan içine giren yabancı maddelerin onun tümüyle çöküşüne neden olabileceği düşünülüyor. Teoride solucan delikleri uzay-zamanda tünel benzeri bağlantılar yaparak evrenin iki devasa bölgesi arasında daha kısa bir yola benziyor. Solucan delikleri üzerine, sayısız kitap, Tv şovu ve hatta filmler yapıldı. Star Trek’te bir bölümde bu konu işleniyor.

Interstellar‘da da yeni bir dünya bulmak için yeni keşfedilen bir solucan deliği kullanılıyor. Peki bugün halen imkansız gözüken solucan delikleri yardımıyla bir başka galaksiye veya evrene gitmek mümkün mü? Bilimsel açıdan mümkün görünmese de halen bir olasılık var. Buna rağmen sıra dışı bir solucan deliği için çok özel durumlar ve de tabi ki bu deliğin yerini tespit etmek lazım.


Solucan Deliği Nedir?

1900’lerin başlarına kadar Newton’ın çekim kanunu yerini korumuştur. Bu kanun evrendeki her nesneyi tanımlayan bir kanundu. Her nesne bir diğerine bir doğuştan kuvvet uygulayarak etkileşir. Nesne büyüdükçe çekim kuvveti de artar. İşte bu nedenle Dünya’da bizi çektiğinden ayaklarımız yere basar.

Fakat 1915’de Albert Einstein bu fikri tümüyle yırttı attı. Einstein kütle çekiminin sonuçta gerçekten uzay-zaman sürekliliğini büktüğünü gösterdi. Özellikle çok büyük olması uzay zamanda büyük bir iz bırakır. İşte bu uzay zamandaki deformasyon çekim etkilerini de arttırır. “ Orda kendiniz ve bir diğer kütle olduğunu varsayın. Siz uzay zamanı kendi etrafınızda bükerken, diğer kütle de kendi etrafında büker ve her ikiniz de birbirinizin kuyularına çekilirsiniz,” diyor Carnegie Mellon Üniversitesi’den fizik profesörü Richard Holman.

İşte şimdi solucan delikleriyle bunun ilişkisine geliyoruz. Einstein ve meslektaşı Nathan Rosen’e göre bu gibi iki farklı nokta arasında bükülen uzay-zaman sonunda bu iki noktayı bağlayan düz veya eğik bir tünel oluşturabilir.

Einstein’a dayalı matematiksel modeller solucan deliklerinin var olabileceğini tahmin etse, şimdiye kadar bir solucan deliği bulunamadı. Nagoya Üniversitesi’nden astro-fizikçi Fumio Abe uzay gemilerinin geçebileceği kadar büyük solucan deliklerini bulmak için, yıldızların parlaklarının tünellerin önünden geçerken değişimine bakılarak bulunabileceğini öngörüyor.


Parlaklıktaki dalgalanma yerçekimsel lensleme etkisi adı verilen bir etkiyle ölçülebilir. Buna rağmen bu kadar büyük solucan deliklerinin yakın zamanda bulunma şansı yok.


Solucan Deliklerindeki Problemler Nedir?

Fizikçiler hangi solucan deliklerinin doğal olarak oluştuğunu gösteren bir yöntem bulamadılar. Buna rağmen teorik fizikçi John Wheeler solucan deliklerini kendi kuantum köpük hipotezine göre anlık olarak oluşup sonra yok olabileceğini öngörüyor. Bu fikre göre sanal parçacıklar, oldukça tuhaf bir şekilde her zaman ansızın var olup yok olabiliyorlar.

Maalesef Wheeler hipotezine göre bu solucan delikleri inanılmaz küçük(10-33 cm) oluyor. Peki bu solucan delikleri büyüterek var etmek mümkün olsa bu seferde tuhaf bir egzotik maddeye ihtiyacınız olacak. “Evrendeki genel madde kuralına göre pozitif enerji yoğunluğu pozitif basınç yaratır. Egzotik madde ise biraz daha farklı. Bu madde negatif enerji yoğunluğu ve veya negatif basınca sahip. Böylece negatif ve pozitif enerji grubu maddeye ya da tam tersine sahip olabilirsiniz,” diyor Austin Gelişmiş Araştırmalar Enstitüsü’nden kıdemli fizikçi Eric Davis.

Egzotik maddenin negatif özellikleri solucan deliğinin sayesinde solucan deliğini dışarı doğru büyütmek bir uzay gemisini içeriden geçirecek kadar stabil bir tünel yapılabilir. Tabi egzotik madde sadece teoride olduğundan böyle bir maddeyi nerde bulabiliriz? Fakat hipotez olarak, küçük bir solucan deliği bulsak bundan bir şekilde egzotik madde elde etsek, belki de bir mekiğin geçebileceği kadar genişletebiliriz. Egzotik madde solucan deliğini dengesizleştirme olasılığı var. Yani girerseniz ölürsünüz. Solucan delikleriyle ilgili pek çok uyarı olsa da işte bu gerçekten önemli bir uyarı.

Solucan delikleri iki farklı uzay zamana bağlı olabilir. Yani solucan deliğinden girdiğinizde evrende farklı bir zamana gidebilirsiniz. Hatta bazı teoriler bazıları solucan deliklerinin tümüyle farklı evrenlere bağlantı oluşturabileceğini iddia ediyor. Uzay yolculuğu için solucan deliği kullanma fikrinde Davis, Holman’a göre biraz daha iyimser. Davis’e göre egzotik madde elde etmek için sıfırdan çalışır bir solucan deliği elde etmek yeterli. Tabi ki Holman çok daha gerçekçi bir yaklaşıma sahip.

“Eğer siz bunu gerçekten yapabilecek olsanız ,bütün dış gezegenler ve yıldızlar orada ve birileri bunu çoktan yapmış olurdu. Evrenin belli bir kısmına baksak da halen bir kanıt görmüyoruz. Bu size belki de zor yoldan yolculuk etmeniz gerektiğini söylüyor,” diyor Holman.

Christopher Nolan’ın yönettiği Interstellar filmini merakla beklemekteyiz. Umarız Prometheus kadar çarpıcı bir yapımla karşılaşırız.

Çetin BAL:

[ 9 Kasım - 2014 · Denizli

Bugün yıldızlararası (interstellar) adlı filime gittim.. bilimden pek haz almayanlara filim biraz sıkıcı gelebilir.. ama bence bilimsel öngörüleri işlemesi bakımından, seyirciye aktarmak bakımından izlediğim büyüleyici filimlerden biriydi. Senaryo tamamen bilimsel verilerden yola çıkılarak oluşturulmuş. Filimdeki tüm yerçekimi ve zaman ilişkisine dair veriler laboratuvarlarda test edilip onaylanmıştır. Fakat benim kendi teorik hesaplama ve bulgularıma göre iki uzay noktasını birbirine bağlayan böyle bir kurtdeliği oluşumu mümkün değil. Evrendeki doğal elektromanyetik anomoliler olsa bile bu tür alanlarda en fazla ışık hızında bir mekan kayması gerçekleştirilebilir. Maddeleri ışık hızında diğer bir noktaya doğru iletebilecek iç uzay tünelleri oluşumu mümkün görünebilir. Yani bizi ışık hızının üstünde bir hızla uzayın diğer noktalarına iletebilecek kurtdeliği tünelleri mümkün değildir. Yerçekimi dalgalarının hızı ışık hızından daha fazla olamaz. Işık hızının üstünde bir hız ancak bu amaç için tasarlanmış uzay gemileri ile mümkündür. Bununla birlikte farklı galaksileri birbirine bağlayacak yıldız kapıları ancak insan zekasının özel olarak tasarımladığı yüksek teknolojiler sayesinde mümkün olabilir. Doğanın kendisi ışık hızını aşabilecek anomaliler gösteremez. Işık hızını aşmak için üçüncü boyut kavramını aşıp dördüncü boyut kavramı içinde hareket edebilen yerçekimi dalgaları fikrini irdelememiz gerekir. İzlediğim filimde insanlık başka galaksilerde dünya benzeri gezegenler aramaya çıkıyorlar... belki koşullar gereği böyle bir arayış mantıklı görünsede temel düşünce modeli olarak ben böyle bir arayışın gereksiz enerji ve zaman kaybı olacağını düşünenlerdenim.. ki filmin sonunda olanlarda benim düşüncelerimi destekler niteliktedir.. bu arada dünyadaki yaşamın birden bire sonlanmasıda pek çok uzaysal ve dünyasal faktörün devreye girmesi ile mümkündür... bu faktörlerden birisi değişen iklim faktörü olabilir.. Benim insanlığa tavsiyem dünyanın sonu gelmeden dünyadan ayrılma çalışmalarına önem verilmesi ve bu çalışmaların başlatılmasıdır. Amacımız dünya benzeri gezegenler bulmak olmamalı... amacımız dünyamızın ve güneşimizin yörüngesinde yer alan her an güneş sistemini ve galaksimizi terketmeye hazır devasa uzay gemileri yapmak olmalıdır. Dünya yörüngesinde insanlığın daimi evi olacak uzay gemileri inşa etmeliyiz.


Tabi filim üstüne biraz daha ayrıntılı konuşulabilir... mesela Dr.Mann'in galaksinin öteki ucuna gitmeyi göze alıp sonrada sahte veri göndermesi tartışılabilir.. bana çok garip geldi.. yada filme aksiyon katmak için kurgulanmış geldi.. oradaki psikoloji irdelenebilir.. bana inandırıcı gelmedi.. ama bir insan neden böyle bir şey yapsın noktasında konu irdelenebilir... birde insanlığın üç boyutlu düzlemden bir beşinci boyuta evrimleşmesi fikri üstünede konuşulabilir.. ama filimdeki astronotların birbiri ile görecelik fiziği üstüne konuşmaları ve solucan deliği fiziğine dair basit anlatımlar yapmalarıda ilgimi çekti.. filim içinde çok önemli bilimsel noktalarada temas edildi.. mesela 5. boyutta zamanın fiziksel bir uzam olarak algılanması güzel tespitlerden, mesajlardan biriydi.. yani bir beşinci boyut varlığı için bizim geçmişimiz 5 boyutlu bir dağın çukur kısmı olarak algılanırken geleceğimizde bir nokta ise onlar için bu dağın tepe noktasında bir yer olabilir.. ve bilimsel olarak bu gerçekten böyledirde.. sonra hep 2. boyutlu çizimlerde solucan delikleri tünelleri girdap şeklinde dairesel olarak gösterilir.. ama bu solucan deliklerini üç boyutlu düzlemde bizler küresel enerji baloncuğu şeklinde algılarız.. filimde bu gerçeği perdeye güzel yansıtmışlar.... fakat gerçekçi bilimsel bulgulara göre yada benim kendi analizlerime göre desem belki daha doğru olur... karadelikler uzay/zamanın diğer noktalarına bağlanan geçitler değildirler.. karadeliğe giren her cisim parçalanır ve yok olur.. yada aşırı yoğunlaşma efekti ile bir tür plazma durumuna dönüşür.. ama solucan deliği fiziği biraz daha başkadır... ancak bir solucan deliğide ışık hızında bir iç uzay tüneli aktarımı efektine neden olabilir.. doğal olarak bu anlamda bir solucan deliği oluşabilir ama başka bir galaksiye bir anda geçit veren bir solucan deliği oluşumu yüksek bir medeniyetin müdahalesini gerektirir... ne ilginçtirki filim çok zamandır benimde hemfikir olduğum bu düşünceyi kanıtlar şekilde ONLAR adını verdikleri 5. boyut varlıklarının solucan deliğini yapay olarak oraya koyduğuna ve geçiti açtığına dair bir mesaj veriyor.. Cooper'ın ve alaycı robot TARS ın Gargantua karadeliğine dalışları gerçekte ölümle sonuçlanacak bir girişim olurdu.. filimde perdeye yansıtılan zaman farkları tamamen Einstein'ın teorik bulgularından yola çıkılarak oluşturulmuş.. bu zamanın göreceliği laboratuvarlarda test edilmiştir.. yüksek bir yerçekimi alanı yanında (yada yüksek hızlarda) zaman ve uzay kırılmaya uğramakta.. zamanın daralması, uzaması/genişlemesine dair bilimsel tespitler izleyiciye etkili bir sunumla yansıtılmış..


Bu arada Murphy'nin bulmaya çalıştığı kuantum kütleçekimi teorisini (kuantum ve görecelik fiziğini birleştirmek) kendimce bulduğumu düşünüyorum.. bunu denklemlerle desteklemem gerek..


İzafiyet ile kuantumu birleştirmenin yolu herşeyin bir dalga ve frekans meselesi olduğunu kavramaktan geçer... denklemleride bu gerçeğe göre düzenlediğimizde mesele çözülmüş olur.

Benim teorim son derece basit .. ışık dalgaları tango dansı yaptığında biz onu yerçekimi dalgaları olarak algılarız, flamenko dansı yaptığında biz onu geçip giden zaman olarak algılarız (zaman dalgaları), vals yaptığında üç uzay boyutu olarak onu algılarız, rock'n roll dansı yaptığında boşlukta parçacıklar görünmeye başlar ve ışık maddeye dönüşmüş olur.


Yerçekimi, uzay(uzaklık, yakınlık, büyüklük, küçüklük) ve zaman (geçmiş ve gelecek) gerçekte yoktur! Bunlar bir illüzyondan ibarettir. Başka bir ifade ile olan biten herşey sadece ışığın bir oyunundan ibarettir. Işık sadece ŞİMDİ nin başka bir tezahürüdür.

İşte bu yüzden IŞIĞI doğru biçimde kullandığınızda uzay, zaman ve yerçekimi ışığın önünde eğileceklerdir. Ve efendi ne isterse onlar onu yapacaklardır.

Bu evreni kim tasarlamışsa mizah yeteneği oldukça gelişmiş olmalı... bir gün insanlar kendilerini dünyaya zincirleyen yerçekimi kuvvetinden kurtulup yıldızlara gitmek için yine yerçekiminin kendisinden faydalanacaktırlar. Bu şuna benziyor.. dünyanın merkezine doğru koşan atlar düşünelim (bu atların hızı ışık hızıdır yani yerçekimi dalgalarının hızı) işte dünyamızın üstündeki herşeyide merkeze doğru çeken şeyde böyle bir güçtür. Herkes ve herşey o atlar tarafından çekilen iplere bağlı.. eğer biraz zekice düşünebilirsek o atların yönünü gökyüzüne doğru çevirebilirsek yerçekimi bizi ışık hızında yıldızların arasına doğru peşinden sürükleyecektir. Yani ışık hızında gökyüzüne doğru uçabilmek için bizim özel olarak tasarlanmış bir 'at arabası'na ihtiyacımız var.. diyebiliriz.

Graviton parçacıklarını minik atlar gibi düşünebiliriz .. fakat graviton teorisi yerçekiminin kuantum modelidir.. benim bakış açımda yerçekimini daha çok sudaki dalgalar gibi tanımlamak daha mantıklıdır.

EVREN Sonsuzdur. Evren küreseldir, sonlu ama sınırsız bir yüzeydir ama çapı sonsuz olan bir dairenin dış yüzeyinde yaşayan varlıklara benziyoruz. Bizler dört boyutlu bir kürenin üstünde yaşayan evren varlıklarıyız. Üçboyutlu uzayımız dördüncü boyuttaki bir gezegen yüzeyi misalidir. Bir nevi içinde yaşadığımız uzay dördüncü boyutta bulunan dört boyutlu bir gezegenin sonlu ama sınırsız yüzeyi gibi düşünülebilir. Fakat burada sonlu ama sınırı olmayan kapalı bir küre yüzeyinden bahsederken bu kürenin çapı sonsuz olduğundan yüzeyde (küre yüzeyi) sonlu sınırsız bir yapı olsada hiçbir varlık bu kürenin çevresini dolaşarak başladığı noktaya geri gelemez. Çünkü çapın sonsuz olduğu noktada sonlu ama sınırsız kapalı küre yüzeyide sonsuzlaşmakta! Zamanda bu anlamda mekan gibi dairesel bir küredir.


4. boyut zaman derken bunu biz temsili anlamda söylüyoruz. Esasında 4. boyut başka bir uzay boyutu. O boyutunda kendi galaksileri, yıldız sistemleri, karadelikleri, gezegenleri var. Biz kendi boyutumuzda zamanı anlamak bakımından bir temsil babında zamanı üçüncü boyutu tamamlayan bir dördüncü boyut şeklinde niteliyoruz. Bu konular burda yazarak zor anlatılıyor. Konu çok daha geniş bir mevzu. Aslında işin temelinde boyutlar bize göre, zihnimize göre bir tasvir.. ne demek istiyorum.. kafadanmı sallıyorum yada anlamsız bir şeyler yazıp laf olsun görüntüsümü vermek istiyorum... mesele o da değil... kısaca durumu şöyle anlatayım bizim kullandığımız matematik dili ve sayı sistemini tüm 4. boyut, 5. boyut, 6. boyut ve 2. boyut, -1. , -2. , -3. boyutlardaki yani sonsuz boyutlardaki varlık sistemleride kullanıyorlar... aslında 3. boyut, 4, boyut, 5, boyut diye bir şey yok... sayısal anlamda biz o ismi veriyoruz... yükselen ve alçalan boyutlar enerjinin değişen titreşimsel değeri ile alakalı bir farklılığı ifade eder.  Bizim boyutumuzdaki bir AN başka boyutlardaki (alt boyutlarda)  bilimadamlarına göre sonsuz  gibi gelebilir.Bizim boyutumuzdaki  bir an dediğimiz zaman  dilimi içinde başka boyutlarda milyonlarca yıl geçmiş olabilir. Bunu tersi şekildede düşünebiliriz. Boyut farkını, perdesini oluşturan şeyde bu zaman farkıdır. Bu farkları rakamlara döktümüzde ortaya şaşırtıcı tespitler çıkabilir.  Sonsuz boyutlardaki her varlık sistemi 3 boyutlu bir matematik allegoritma kullanır. Bu bilgiyi dünyada belki ilk farkeden insan olabilirim yani bir 17. boyut varlığı kendi boyutlarını tarif ederken 17 tane boyut saymaz.. aynen bizim kullandığımız matematiğe uygun bir şekilde o da 3 boyut algısına sahiptir. Mesela bir dördüncü boyut varlığı biz üçüncü boyutu kendi matematik sistemi içinde 2. boyut gibi algılar, kendisinide bir 3. boyut matriksi şeklinde algılar... vs. vs konu biraz karmaşık. Bizim kullandığımız 1, 2, 3 matriksi tüm sonsuz boyutlardaki varlık sistemlerinin kullandığı bir tür ortak matematiksel tanımlama dilidir. Her varlık kendi boyutunu 0,1,2,3,4,5...  rakamları dahilindeki  matematik şablon içinde tanımlar.. Nokta hareketle çizgiyi, çizgi hareketle yüzeyi, yüzey hareketle cismi meydana getirir.. cisim hareketle bir dördüncü boyut kavramını gündeme getirir. Sıfır (0) rakamını NOKTA olarak ele alabiliriz. Bu anlatım içinde zaman boyutunu bir dördüncü boyut şeklinde düşünebiliriz. 5.boyut  olarakta temsili olarak bilinci (gözlemci) gösterebiliriz. Uzay boyutu (3.boyut), zaman boyutu (4.boyut) ve bilinç boyutu(5.boyut). Bu üç ayrı  boyut ile varoluş hakkında net bir anlayışa ulaşabiliriz. 

NASA geçen gün (2014 Ekim) ışıktan hızlı araç tasarımlarını sundu.. adamların aslında bu konuda net bir bilgileri yok ( dünyanın geri kalanından daha iyi bildikleri aşikar) ama her fikre, düşünceye olanca gayretleri ile sahip çıkmaları taktiri hak ediyor. Ortaya sunulan fikirler popüler bilim dergilerindeki demeçleri geçmiyor... ama biz düşündük, öncü biziz demek adına kamuoyuna duyuru yapmaktan (sinerji) geri kalmıyorlar..

Soru: Çetin bey siz manyetizma ile zamanı bükmenin mümkün olduğunu düşünüyorsunuz..

Bu doğru ise güneşte ki inanılmaz yüksek manyetik etki de bunu neden gözlemlemiyoruz ?

Çetin BAL: Keşke bir araştırma ortamında sizin gibi meraklı arkadaşlarla bir araya gelebilsek güzel şeyler olur... sorun güzel bir soru.. manyetik alanla uzayı bükmek iki şekilde olabilir.. birincisi bir yoğunluk kriteri gerekli.. nötron yıldızlarında bu var ama ordaki alan karakteristiği ve yerçekimi etkileri durumu farklılaştırıyor. Nötron yıldızları bir tür devasa yüklü parçacık gibi davranıyor. Alan karakteristikleri zaman ve uzay üstünde farklı etkilere sahip oluyor. Philadelphia deneyinde üretilen skaler manyetik alanlar ile böyle bir uzay/zaman sapması gerçekleşmişti. Ama philadelphia deneyinde gemi tamamen başka bir boyuta geçmemişti. Bizim akademisyenler gelip Çetin hocam şu bilgileri bize aç bakalım derlerse hepbirlikte meseleleri laboratuvar ortamına taşıyabiliriz.. deneysel alan çok farklı oradada benim bilmediğim hususları teknik elemanlar yüksek fizikçiler tamamlayabilirler. Uzay/zamana etki etmenin diğer yolu elektromanyetik titreşimlerle yani frekansla alakalıdır. Bu nasıl oluyor bilahare açıklarım. Hatta boyutlar arası geçişe kadar gitmeden arada bazı şeyleri gözlemlememiz lazım.. mesela belli bir frekansa gelince o alan içinde yerçekimi ortadan kalkacak... boyut değiştirme bunun ardından geliyor..

Soru (Naci Ertaş): Elektromanyetizma, Elektrik alan ve Manyetik alanın üzerinde yaptığımız araştırma ve deneyler sonucunda,bunların Einstein ın kütle ve hız konusunda anlattığı şekilde uzay zaman üzerinde herhangi bir bükme yada yavaşlatma etkisi olmadığını gözlemledik.

Yine de yeterli Güce ulaşamamış yada süreyi yeterince hassas ölçememiş olma olasılığımızı göz ardı etmedik ve CERN de çalışmış bir hocamızdan rica ettik, önümüzde ki hafta imkan bulabilirse çok daha yüksek manyetik alan ile deneyimizi orada yeniden tekrar edecek.

Çünkü her ne kadar elektro manyetizma uzay zamana eğme efekti vermiyor olsa da zamanda yolculuğun gerçek anahtarı onda olabilir diye düşünüyoruz.


Bu arada her ne kadar malum bütçeli deneylerimiz sonuç vermese de,üst zaman frekanslarına geçmenin yolu elektromanyetizma ile tıpkı rezone olma mantığında ki gibi bükülme etkisi gözlemlenmeksizin bir anda olabilir diye düşünüyoruz..

Hatta tıpkı Çetin beye benzer şekilde, Tümden zaman akış (hızının) değiştiği üst boyutlara ve ardından geri dönmek için de alt boyutlara geçiş yapmayı sağlayacak bugün için bilinen tek şey için elektromanyetizmadır diyebilirim..


Çetin BAL:

...zaten uzay zamanı eğme efekti denen şey titreşimsel bir sapma ile ilgili.. bir zaman dalgası değişimi.. bilim adamları olayı (boyutsal değişimi) geometrik bir tasvir içinde kurtdeliğinden geçmek, zamanı /uzayı bükmek gibi düşünüyorlar.. fakat bu genel göreceliksel yani geometriksel bir tasvir.. bu yanlış değil ama tam bir izahta değildir. Eksik bir izah.. tam izah olması için bu bükülmenin kuantumsal tasvirini kurgulamak gereği vardır.. bu bükülmeyi enerji, frekans, dalga boyu şeklinde formülleştirmek gereği vardır.. bunu ben kendimce yaptım ama ileri matematiğin (genel görecelik denklemleri) içine bu bir şekilde dahil etmek lazım.. aslında genel görecelik denklemleri doğru... tek sorun bu denklemlerin bir kuantum alan teorisi aynasındaki yansımasını okuyabilmek!

Soru: .. güneşin yüzeyinde manyetik kargaşa olmasına rağmen anlık olarak ta olsa çok yüksek manyetik alanlar oluşuyor ve gözlemler uzay-zaman da bir değişme olmadığı gösteriyor..

Çetin BAL: ..konu biraz karmaşık.. uzay/zaman üstünde bozucu etki yaratabilmek için RF alanı cinsinden aktif bir alana ihtiyacımız var. Tek başına manyetik alan bu konuda işlevsel olmayabilir. Bir elektromanyetik dalga yoğunluğu gerekir. Belli bir hz de titreşen bir alan yoğunluğuna ihtiyacımız var.

Fakat yoğunlukla (RF alanı) açığa çıkan uzay/zaman eğrilmesinin özellikleride farklı olacaktır.. bu şekilde bir eğrilme yada diğer ifade ile zaman akışı farkı bir zaman perdesi oluşturarak bu alanın hatları boyunca mekan parçasını gizleyecektir.. diğer mekandan ayıracaktır.. burada kendi zamanımızdan tamamen çıkış yapmış olmayız... sadece zamanın harmonik bir salınımı içine gizlenmiş oluruz.. yine şimdiki zaman parçası (küresi/dalgası) içinde ama iç uzay tünelinde gizlenmiş gibi oluruz.. ]


 

Giriş Sayfası - Anasayfa                     

Sayfalar: 1. 2.  3. 4.  5. 6. 7. 8. 9. 10.